Paylaş
“Bizim bu yaptıklarımız için ‘bu nasıl diplomasi?’ diyorlar. Zaten sizin o diplomasiniz benim ülkemi bu hale soktu. Biz böyle bir emanet aldık. Biz monşerler diplomasisini bir kenara koyduk. O diplomasi artık tarihe karıştı. Bire bir, şahsiyetli, onurlu dış politika dönemini biz başlattık. Bunlar salon diplomasisinden başka bir şey yapmadılar.”
Yine “Bunlar...” diyerek devam ediyor Başbakan: “eğer bu milletin tarihini bilseydiler, eğer bunlar benim ecdadım Kanuni Sultan Süleyman’ın o mektuplarını şöyle bir okumuş olsaydılar, bunlar Kanuni’nin bırak kendi mektubunu, özel kalemine yazdırdığı mektupla dünyaya çekidüzen verdiği dönemleri bilseydiler
bunları konuşamazlardı. Bunlar masa diplomasisiyle Türkiye’yi ne yazık ki bu hale getirdiler.”
BARIŞ HAREKÂTI ONURLU BİR KARAR DEĞİL MİYDİ?
Başbakan Erdoğan, bu sözleriyle öncelikle Cumhuriyet dönemi diplomasisine büyük bir haksızlık ediyor. Haksızlık, eleştirdiği diplomasiyi uygulamış olan profesyonel diplomat kadrolara ve hükümetlere de gidiyor.
Başbakan’ın sözlerindeki temel sorunlardan biri, 2002 öncesinde izlenen dış politikayı bir kalemde “monşerler diplomasisi” diyerek kategorik bir şekilde
olumsuzlamasıdır. Burada problemli olan, kendi dönemine atfettiği “onur” ve “şahsiyet” gibi yüceltici vasıfları, kendisinden önceki döneme “bahşetmekten” geri durmasıdır. Bu durumda, Erdoğan’dan önceki yılların diplomasisini onursuz ve şahsiyetsiz bir dönem olarak mı değerlendireceğiz?
Her şeyden önce gerçeklere tekabül etmeyen bir bakış bu. Kuşkusuz geçmişte izlenmiş olan politikalar ve Dışişleri’ne hakim olmuş belli zihniyet kalıpları eleştirilebilir. Bu eleştiriler haklılık da içerebilir. Ama bunun kategorize edilip bütün diplomatların “monşer” kategorisine sokulması, 2002 öncesi dönemin bir bütün olarak onur ve şahsiyet faslında en azından “eksik” bulunması rencide edicidir.
Montreux Sözleşmesi şahsiyetsiz bir politikanın eseri miydi? Yoksa Hatay’ın Türkiye sınırlarına dahil edilmesi mi şahsiyetsizlikti? İsmet İnönü’nün Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutması onurlu bir tutum değil miydi? 1974’te Kıbrıs’a müdahale kararını alan Bülent Ecevit’in politikalarında mı onur boyutu eksikti? AB’ye tam üyelik başvurusunu yapan Turgut Özal’ın bu adımı yeteri kadar şahsiyetli değil miydi?
Örnekler artırılabilir.
TARİHE SEÇİCİ BAKMAK
Başbakan’ın bu sözleri, son dönemdeki açıklamalarında sıkça karşımıza çıkan bir tarih okumasının yansıması. Başbakan’ın tarih algısında her seferinde Osmanlı dönemine, onun ihtişamına büyük bir coşkuyla sahip çıktığını, ancak bu kuvvetli sahiplenişi Cumhuriyet dönemi için sergilemediğini görüyoruz. Osmanlı’ya da bütünlük içinde bakamıyor, duraklama ve çöküş dönemlerini genellikle es geçiyor Başbakan.
Erdoğan’ın Cumhuriyet dönemine de bütünlük içinde bakabildiği söylenemez. Ayrıca, her şeyin merkezine kendisini yerleştirme dürtüsü bu bütünsel bakışı engelliyor. Başbakan, sıkça “kendisinden önceki” ve “kendisinden sonraki” diye ikili bir ayrıma gidiyor, bir anlamda kendi başbakanlığını Türkiye’nin tarihinde bir milat olarak görüyor.
Bu bakışını gösteren de sayısız örnek verilebilir; ancak görüşümü çok çarpıcı olduğunu düşündüğüm tek bir örnekle desteklemek istiyorum.
2002’DEN ÖNCEKİ BİRİKİM UZAYDAN MI IŞINLANDI?
Bu, kendisinin 4 Mayıs tarihinde parti grubunda yaptığı bir konuşmadır. Başbakan, bu konuşmasında, İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılında Almanya’da taş üstünde taş kalmamasına karşılık, bu ülkenin çok büyük atılımlar gerçekleştirdiğini hatırlatarak “1945’ten 2002’ye kadar Türkiye’ye ne kazandırdınız? Hangi eseri kazandırdınız” diye soruyor.
Almanya Türkiye kıyaslamasının ne ölçüde adil olduğu ayrı bir tartışmadır. Ancak 1945 ile 2002 yılları arasında Türkiye’ye hiçbir eser kazandırılmadığını ileri sürebilmek için gerçeklik duygusundan iyice uzaklaşmış olmak gerekir.
Başbakan, ayrıca bugün kendisine atfettiği başarıların gerisinde 2002’de hazır bulduğu fiziki altyapı, insan malzemesinin rolünü de hafife alıyor. Bu birikimin uzaydan mı ışınlandığını zannediyor Başbakan Erdoğan?
Başbakan’ın kendisinden önceki devlet adamlarını ve diplomatları hayırla andığını ne zaman göreceğiz?
Paylaş