Güncelleme Tarihi:
EN BÜYÜK ACI, EN BÜYÜK GURUR
Özel harekatçı Gülşah Güler Gazi Üniversitesi Resim Öğretmenliği bölümünde okumuştu. Evin her tarafında tabloları asılıydı. “Resim yapmayı hiçbir zaman bırakmak istemiyorum” diyordu. Makyaj yapmayı, güzel ve bakımlı gezmeyi çok severdi. Hareketli yapısı ve pozitifliğiyle tanınan Güler, taklit yapar etrafındakilerin neşe kaynağı olurdu. Polis olan akrabaları Gülşah Güler’e polisiyede yeni alımların yapılacağını, onun da iyi bir polis olabileceğini söyledi. Güler komiser yardımcılığı sınavlarına girmiş, polis olmaya hak kazanmıştı. Masa başı işte çalışmak istemiyordu. Özel harekatçı olmaya karar verdi. Güler’in ilk görev yeri şehit olduğu Gölbaşı Ankara Özel Harekat Daire Başkanlığı oldu. 15 Temmuz darbe girişimi başladığında Gülşah Güler arkadaşlarıyla dışarıda oturuyordu. Ardından görev talimatı geldi, üniformasını giydi. Görev başındayken Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığı’na yapılan saldırıda şehit düştü.
O şehit düştüğü sırada abisinin eşi hamileydi. Gülşah Güler hala olmayı sabırsızlıkla bekliyordu. Yeğeninin adını Gülşah koydular. Gülşah Güler’in annesi Emine Güler kızını kaybettikten sonra ailece hayatlarının 180 derece değiştiğini anlatıyor: “Hayatımızda bir dönem kapandı, başka bir dönem açıldı. Değişik ailelerle tanıştık. Şehit aileleri artık annemiz, bacımız, babamız, kardeşimiz oldu. Onlarla omuz omuza dayanışma halindeyiz...”
Gülşah’ı hiç ama hiç unutmadığını söyleyen Emine Güler, “Kızımın geride bıraktığı anıları her gün konuşuyoruz. Bakın fotoğraflarına, dikkat edin asık suratlı olduğu tek bir kareye rastlayamazsınız. En ciddi olması gerektiği yerde bile suratında mutlaka bir tebessüm vardır” diyen Emine Güler, “Sevgisi bambaşkaydı. Ailemizin büyüğü gibiydi. Karar alırken mutlaka ona danışırdık” ifadelerini kullanıyor. Kendisine en çok benzeyen çocuğunun Gülşah olduğunu belirtiyor, bir bakıma kaybettiğinin kendisi olduğunu söylüyor.
“Gülşah’ımın acısı en büyük acı ama gururumuz da en büyük gurur” diye konuşan Emine Güler darbecilerin yargılandığı davaları yakından takip ettiğini söylüyor. Bu süreçte acılarının hiç azalmadığını ama devletin de kendilerini ilgisiz bırakmadığını vurgulayan Güler tek temennisini şöyle anlatıyor: “Allah’tan tek isteğim bu olanları darbecilerin yanına bırakmasın, bizim yaşadıklarımızın aynısını kendileri de çekip görsün.”
VATANIMIZ İÇİN MÜCADELEYE DEVAM EDİYORUZ
Mahir Ayabak, 15Temmuz darbesinin en genç şehitlerinden biri. Hayatını kaybettiğinde henüz 17 yaşındaydı. Mahir Yeni Bosna İlköğretim Okulu’nda sekizinci sınıfa geldiğinde babasına okulu bırakmak istediğini, çalışmak istediğini söylemişti. Babası “Peki” deyip onu ev konfeksiyonu işinde yetiştirmek üzere yanına aldı. Oğlunu yetiştirirken Antalya’da turizm bölgesinde bir butik açarak işleri ilerletti. Mahir de yaz sezonu açıldığında babasıyla Antalya’ya bu butikte çalışmaya gidiyordu. Orada Almanca ve Rusça öğrendi. Ancak 24 Kasım 2015 günü Türk jetlerinin Suriye sınırında Rus uçağını düşürmesi turizme olumsuz yönde etki etmişti. Aile, 2016 yazında Antalya’daki butiği açmamaya karar verdi. Mahir babasının İstanbul’daki işiyle yetinmedi. Ev bütçesine destek olmak için bir pastanede ek iş yapıyordu. Darbe gecesi de o pastanede mesaisini tamamlamıştı. Babası Zahir Ayabak o gece yaşananlardan dolayı endişelenip defalarca Mahir’i aradı. Tam beş defa konuştular. Son konuşmaları sırasında Zahir Ayabak oğlunun Atatürk Havalimanı’na gittiğini öğrendi. Darbe girişimine karşı çıkmak için sokağa çıkan Mahir, Atatürk Havalimanı’na gidip Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağının inmesini bekliyordu. Ancak çatışmalar arttı. Mahir babasıyla yapacağı son telefon görüşmesinde “Baba burası fena. Yoğun ateş altındayız. Ama korkma ben kendimi savunurum” dedi. Zahir Ayabak bu konuşmanın ardından gece 02.20’de oğlunu aradığında ona ulaşamadı. Mahir’in şehit olduğunu o anda hissetti. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden üç yıl geçti. Baba Zahir Ayabak o günden bugüne hiçbir şeyin değişmediğini söylüyor. “Hâlâ o günleri yaşıyoruz. Oğlumun acısı hiç ama hiç azalmadı” diyen Ayabak 15 Temmuz darbe girişimi davalarını yakından takip ediyor. Oğlunun yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını anlatan baba Ayabak, “Hainlerin mahkemesi devam ediyor. Hiçbirini boş bırakmıyoruz, hepsini takip ediyoruz.” diyor. Darbe girişimine karşı verilen mücadelede bir evlat verdiğini söyleyen Ayabak, “Biz kimseden hiçbir talepte bulunmadık. Biz vatanımız için kalkmışız, mücadele etmişiz, mücadeleye de devam ediyoruz” ifadelerini kullanıyor.
Darbeci askerleri mahkemede de olsa görmenin kendisine ve ailesine çok ağır geldiğini anlatan Ayabak, “Bizi sadece ve sadece mahkeme sonuçları biraz olsun sakinleştirebilir, teselli edebilir” diyor. Mahir’in annesinin oğlunun yasını tutmaktan bir an olsun vazgeçmediğini söyleyen Ayabak, “Ezanımız okunuyor, bayrağımız sallanıyor.
Biz evladımızı bunun uğruna verdik” diyor.
ÇOCUĞUM DÜNYADA YAŞAYAN BİR MELEKTİ
Ömer Cankatar muhasebeciydi. Mali müşavirlik sınavlarında 100 puan alarak sınava hazırlandığı dershanede en başarılı kişi olmuştu.
Ailesine o baktığı için canını dişine takıp sabah akşam çalışıyordu. Aile sorumluluğu Ömer Cankatar için her şeyden önce geliyordu. Bu sorumluluk yüzünden evlenmemişti. Annesi evlenmesini istiyordu, ciddi düşündüğü kız arkadaşları da olmuştu ama annesiyle her konuştuğunda “Sizi nasıl bırakır da evlenirim?” diyordu. Seyahat etmeyi, tavla oynamayı seviyordu. Hayatını işine ve ailesine adayan Cankatar’ın bir hayali vardı o da güzel bir araba sahibi olmak. İşte bunun için de çok çalışması gerekiyordu. Siyasetle çok ilgilenen biri değildi ama toplumsal olaylara duyarlıydı. Fatih’te oturan 33 yaşındaki Ömer Cankatar 15 Temmuz gecesi darbe girişimini duyar duymaz dışarı çıktı. Saraçhane’ye o sırada darbecilerin işgal ettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne gitmeye, demokratik tepkisini vermeye karar verdi. Çok vakit geçmeden darbecilerin açtığı ateş sonucu şehit oldu.
Cankatar’ın annesi Atike Yağmur onsuz üç yılın çok zor geçtiğini söylüyor. “Onun boşluğunu hiç dolduramıyoruz. Devamlı gözlerimiz onu arıyor. Üç sene yaşadığımız acıda hiçbir şey değiştirmedi. Sanki her an yanımızda gibi” diyen Yağmur sürekli şehitliğe gidip oğluyla konuştuğunu ifade ediyor.
Ömer Cankatar’ın etrafında ve ailesinde bilinen en önemli özelliğinin vicdanlı ve merhametli olması olduğunu anlatan Yağmur oğluyla olan bir anısını şöyle anlatıyor: “Ömer sürekli mahalledeki fakirleri doyururdu. Cebine üç kuruş girsin bütün parayı yolda fakire fukaraya dağıta dağıta eve gelirdi. Ben de ‘Çocuğum bizim durumumuz da iyi değil ne yapıyorsun?’ diye sitem ettiğim zaman ‘Anne bir şey olmaz biz fakirleri doyurursak Allah bize daha çok verir’ derdi.”
Dört çocuğu arasında en farklısı, en merhametlisinin Ömer Cankatar olduğunu belirten Atike Yağmur, “Sanki çocuğum dünyada yaşayan bir melekti. Evladım yaşarken tüm ailesine bakıyordu. Şehit oldu gitti, hâlâ bize o bakıyor” diye konuşuyor.
Darbecilerin yargılandığı davaları gün gün takip ettiğini anlatan Atike Yağmur, hiçbir şeyin evlatlarını geri getiremeyeceğini ama bu girişimi yapanlara büyük cezalar verilmesini beklediklerini söylüyor.
Tüm yaşananlara rağmen vatana canımız feda diyen Atike Yağmur, “Tekrar böyle bir olay yaşanırsa ailecek hep birlikte yine şehit olmak için yollara düşeriz” diyor.
ADI OKULA VERİLDİ
Diyarbakırlı Halit Gülser, 10 kardeşin en büyüğüydü. Ankara’da yaşıyorlardı. Kardeşlerine bakan Gülser ailesini her şeyin üzerinde tutuyordu.
Yoksulluk içinde büyüyüp polis olan Gülser ailesini Ankara’ya çağırdı. Hayırlı bir iş vardı. Halit Gülser kız arkadaşıyla tam da 15 Temmuz darbe girişimi akşamı nişanlanacaktı. Ailesi Ankara’ya geldi. Baba Ömer Gürsel o geceyi şöyle anlatıyor: “Kendi aralarında sözlenmişler. Biz de artık aileler bir araya gelsin nişan yüzüğü takalım istedik. Evde otururken göreve çağırdılar. Gece saat 23.00 gibi arabanın anahtarını istedi, üniformasını giydi ve gitti. Meğer son görüşümüz olacakmış evladımı.” Gülser altı yıldır görev yaptığı Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığı’nın önünde yapılan ilk bombalı saldırının sonucunda şehit olmuştu. “Televizyondaki gelişmeleri görünce aramaya başladık ama ulaşamadık. Ankara’da ailecek aramadığımız hastane kalmadı” diye konuşan Gülser, “Sonunda evladımın yattığı hastaneyi bulabildik” dedi. Kaldırıldığı hastanede ağır yaralı olarak tedavi altına alınan Güler, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Üç sene sonra hayatlarının nasıl değiştiğini sorduğumuz Ömer Gülser, “Dünyamız yıkıldı, hayat diye bir şey kalmadı. Hep onun acısıyla yaşıyoruz” ifadelerini kullandı.
Darbecilerin yargılandığı davaları yakından takip ettiğini söyleyen Ömer Güler, “Acımızı hiçbir şey geçirmez” diyor. Polis memuru Halit Gülser’in adı, doğum yeri olan Diyarbakır’ın Dicle İlçesi Pekmezciler Köyü’ndeki okula verildi.
EN İYİ ŞEHİT AİLELERİ ANLIYOR
Şehit Komiser Yardımcısı Kübra Doğanay, ortaokuldan beri polis olmak istiyordu. Daha o yaşlarda kafasına koyduğu polislikle ilgili kendini sürekli geliştiriyordu. Üniversite çağına geldiğinde Marmara Üniversitesi içmimarlık bölümünü kazandı.
Bu da onu polis olma aşkından vazgeçirmedi. Bir yandan Polis Akademisi’ne kayıt oldu. Akademinin ardından komiser yardımcısı olarak göreve başladı.
asabaşı iş yapmak istemiyordu. Özel Harekatçı olmak istedi. Doğanay ilk olarak Diyarbakır’ın Sur ilçesinde görev yaptı. Ailesi endişelenmesin diye “Çanakkale’deyim” demişti. 8 ay sonra Ankara’ya çağrılan Doğanay 15 Temmuz darbe girişiminden 10 gün önce tekrar Diyarbakır’da görev yapmak için dilekçe vermişti. 15 Temmuz gecesi bir darbe girişimi olduğunu fark ettiği anda görev yerine koştu. Ablası Şerife Doğanay telefona sarılarak Kübra Doğanay’ı aradı. Saatler 23.58’i gösteriyordu. Şerife Doğanay, “Ablam ne yapıyorsun, iyi misin?” diye sordu. Kübra Doğanay telefonda, “Abla biraz işim var, iyiyim. Annem babam ararsa onlara benimle konuştuğunu ve iyi olduğumu söyle. Sakın dışarı çıkma” diye konuştu. Ablası telefonu kapatırken “Ayet el-Kürsi oku seni korur” demişti. Doğanay Ankara’daki Özel Harekat Daire Başkanlığı’nda mühimmat almaya çalışırken yapılan ikinci bombalı saldırıda şehit düştü. Hikmet Doğanay, “Kübra’dan sonra hayatımız artık hayat değil, bayramlar bayram değil. Tadımız tuzumuz hiçbir şeyimiz kalmadı” diyor. Diğer evlatları için ayakta kalmaya çalıştığını söyleyen Doğanay, “Sanki etrafa sahte gülüşler atıyorum, Kübra’dan sonra hayatta hiçbir şeye gülemiyorum” sözleriyle anlatıyor acısını.
“Geri gelmeyeceğini biliyorum ama içimde bir şey var. Sanki bir mucize olacak, Kübram kapıdan içeri girecek gibi geliyor” diyen anne Doğanay, söylenecek sözün bittiğini ifade ediyor: “Biz daha inanamadık inanır mısın kızım? Kendimizi kandırıp duruyoruz. Çok zor”
Dünyadaki en kötü şeyin evlat acısı olduğunu anlatan Doğanay, “Kızımdan önce anne ve babamı kaybettim. Şimdi bu acıları kıyaslıyorum da bin kez anne-babamı kaybetseymişim, bir kez evlat acısı yaşamasaymışım. Her şeyim var ama kuzum yok, beni anlayan yok” diyor, kendisini bir tek şehit ailelerinin anladığını söylüyor: “Biz birbirimizin acılarını anlayabiliyoruz. Birbirimizi arayıp soruyoruz. Bir araya gelmeye çalışıyoruz. Birlikte olduğumuzda kendimizi daha kuvvetli hissediyoruz.”
Darbeci askerlerin davalarını takip edip etmediğini sorduğumuz Doğanay, “Hiç ama hiç bakmıyorum. Onları Allah’a havale ettim. Her şey Allah’tan diyorum. Bizim düğünümüz de bayramımız da hesabımız da hepsi öbür tarafta. Ben bu tarafı önemsemiyorum. Bu dünya bana artık hiçbir şey ifade etmiyor” ifadelerini kullanıyor.
Kübra Doğanay’ın ismi memleketi Kayseri Yeşilhisar’da bir fen lisesine, Mersin Yenişehir’de bulunan bir kız Anadolu imam hatip lisesine ve Yalova’da bulunan bir imam hatip ortaokuluna verildi.
ANNEM ACISINA DAYANAMADI
Şehit Timur Aktemur ve kardeşi Kenan Ergin Aktemur aynı binada oturuyordu. Darbenin olduğu akşam belediyede temizlik görevlisi olarak çalışan Kenan, Şirinevler’de bir pazar yerini temizlemek üzere görevlendirilmişti. Görevinin başındayken gece 22.30’da ağabeyi Timur, kardeşini aradı. “Buralar karıştı darbe oluyor. Çabuk eve gel” dedi. Timur Aktemur etraftan sesler duyuyordu ama 15 Temmuz’un hayatını tümüyle değiştirecek bir gece olacağından henüz haberdar değildi. Timur Aktemur, kardeşi kendisine inanmayınca, “Etrafta radyo falan da mı yok hemen taksiye bin ve gel” diyerek kardeşine sitem etti. Kenan Ergin Aktemur servisle yola çıktı. Ünalan Mahallesi’ndeki evlerine kadar yürümek zorunda kaldı. Eve geldiğinde ağabeyi evde yoktu. Aradığında ulaşamadı. Daha sonra telefonu başka biri açtı. Ağabeyinin vurulduğunu, emanetlerini kendisine ulaştıracağını söyledi.
ÖNYARGIYLA YAKLAŞIYORLAR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla sokağa inen Aktemur, üç arkadaşıyla Boğaziçi Köprüsü’ne gidiyor, darbecilerin Boğaziçi Köprüsü’nde yaptığı zulmü görüntülemek için cep telefonuyla kayıt almaya başlıyor. Daha sonra cep telefonunda bulunan sekiz dakikalık videoda çatışmalar ve Aktemur’un vuruluş anı görünüyor.
Ailesi sabaha kadar Aktemur’un kaldırıldığı yeri öğrenebilmek için İstanbul’un tüm hastanelerini geziyor. O gece yaralılara hızla müdahale edebilmek için hiçbir hastane kayıt almıyor. Bu yüzden ailesinin Aktemur’un Numune Hastanesi’ndeki naaşına ulaşması sabahı buluyor.
36 yaşındaki Timur Aktemur evli ve üç çocuk babasıydı. Koltuk ustası olarak çalışıyordu. Galatasaray’a olan tutkusuyla bilinen Aktemur, tam bir hayvanseverdi. Tesbih koleksiyonu vardı. Kardeş Kenan Ergin Aktemur, ailecek hayatlarının bir gecede değiştiğini, kendisi için üç senenin kabus gibi geçtiğini anlatıyor. “Üç sene önce Cumhurbaşkanı’nın çağrısı üzerine farkındalık hissederek meydanlara gittik. Başımıza böyle bir şey geldi. Ağabeyimi kaybettim. Ağabeyimin acısına dayanamayan annem kalp krizi geçirdi. Tam 52 gün bilinci kapalı şekilde yattı. Yaklaşık iki ay sonra annemi ameliyata aldılar. Ancak ameliyattan uyanamadı” diyerek yaşadıklarını anlattı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında hem ağabeyini hem annesini kaybeden Aktemur, “Üç ay boyunca hastanelerden, morglardan çıkamadık” diyor.
Kenan Ergin Aktemur 15 Temmuz şehitlerine bir kesimin sahip çıktığını ama çok büyük bir kesimin de önyargıyla yaklaştığını söylüyor. Günlük hayatında hissettiği kutuplaşmayı şöyle anlatıyor:
“Biz siyaset olarak fanatik insanlar değiliz. Bir sağduyuyla sokaklara çıktık. Ama etraftan öyle laflar duyuyoruz ki... Sanki bizim kardeşimiz bir para hesabı yaparak ölmüş gibi. Ben bunları duyunca deliriyorum. Bu insanlar için mi öldü ağabeyim diyorum.”
DEMOKRASİ İÇİN ÇIKTIK
“Ağabeyimle ortak taksi plakamız vardı. Bizim paraya pula ihtiyacımız yok canımız gitmiş ötesi var mı” diyen Aktemur yaşadığı kayıplardan sonra intiharı bile düşündüğünü söylüyor.
“Bize ‘siz paralı askersiniz, Tayyip Erdoğan öl dedi öldünüz’ diyenler bile var. Biz bu vatan için bu duyarlılıkla mücadelemizi vermişiz. İnsan uğruna savaştığı insanlardan bunları duyunca üzülüyor” diyen Aktemur demokrasi için sokağa çıktıklarını söylüyor: “Bizim siyasetle falan işimiz yok. Bu olay bir partinin seçim çalışmaları sırasında yaşanmadı. Bu olay bir darbe girişimi sırasında yaşandı. Ama insanlar bunun üzerinden politik bir algı oluşturup bize önyargılı bakabiliyorlar. Benim ailem darmadağın olmuş, hayattaki en büyük acıları tatmışız. Bunu şehit maaşı için mi yaptık?”
MAZLUMA YUNUS, ZALİME YAVUZ
Eskiden beri hayali eczacı olmaktı Fevzi Başaran’ın. Üniversite sınavlarında kıl payı kaçırdı eczacılık bölümünü. Ankara’dan ailesinden ayrılmak istemedi. Bu yüzden kimya öğretmenliği bölümüne girdi. Çok güzel bağlama çalıyordu müziğe özel bir sevgisi ve yeteneği vardı. Ağabeyi Latif Başaran, “Oğlum müziğe çok yeteneklisin istersen müzik bölümüne gir” dese de dinlemedi. Çünkü artık Fevzi Başaran’ın başka bir hayali vardı: Asker ya da polis olarak ülkesini savunmak.
Geçirdiği ufak sakatlıkta tendonları zarar görse de kolundaki sargıyı çıkararak askeriye sınavlarına girdi. Geçti de ama mülakatlarda elendi. Ağabeyi Latif Başaran o günlere dönüp baktığında “Hainler orada elediler çocuğumu” diyor. Ama Fevzi Başaran pes etmedi. Aklına koymuştu bir kere ülkesini savunmayı. Ağabeyine giderek “Madem asker olamadım, özel harekatçı olacağım” dedi. Tüm sınavları büyük bir başarıyla geçerek bu kez hedefine ulaştı. İki sene Şırnak’ta görev yaptı. Hep, “Mazluma Yunus, zalime Yavuz olmak için özel harekâtçı oldum ağabey” diyordu.
Ankara’da görevine devam ettiği sıralarda hayatının aşkını buldu Fevzi Başaran. 31 yaşındaydı, artık aile kurmanın vakti gelmişti. Üç hafta sonra düğünü vardı. Olmadı. Fevzi Başaran, 15 Temmuz gecesi Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığı’nda yapılan bombalı saldırıda yaralandı. Gölbaşı Devlet Hastanesine kaldırılan Başaran hastanede bilinci açık şekilde ailesiyle son kez konuştu. Hiç korkmadığını ve ailesine dik durmaları gerektiğini söyleyen Başaran, sevk edildiği Atatürk Eğitim ve Araştırma hastanesinde şehit oldu. Onsuz üç yılın nasıl geçtiğini anlatan ağabey Latif Başaran, “Büyük bir boşluk, yeri doldurulamayacak bir kayıp yaşıyoruz. O sadece bir kardeş değil müthiş bir sırdaş, çok iyi bir arkadaştı. Zor zamanlarda herkesi telkin eden bir psikiyatrist gibiydi” diye konuşuyor. Fevzi Başaran’ın çok sakin bir yapıya sahip olduğunu söyleyen Latif Başaran, kardeşini “Akıl ve mantıkla kararlar verir, bizi hep doğru yönlendirirdi” sözleriyle anlatıyor. Büyük bir acı yaşadıklarını ve diğer şehit aileleriyle sık sık bir araya gelerek güç aldıklarını ifade eden Başaran, “Onlar bizim dava arkadaşımız oldular” diyor.