Paylaş
“Bendeniz Ankara’da yaşıyor, ayda ortalama bir kere de işlerim nedeniyle İstanbul’a gidiyorum. Halaskârgazi Caddesi’nin Şişli-Osmanbey mevkisine denk gelen bölümündeki, sağda fotoğrafını göreceğiniz bina tam bir ‘hilkat garibesi’ niteliğinde. Binanın bu garip, hatta yüz karası halini sorduğumda, çevredeki esnaftan aldığım cevap şu oldu: ‘Ağabey, bu eski iki binanın ön cephesinin arka tarafını tıraşladılar, arka tarafından yükselen ‘modern’ görünümlü binaları da temelden oturtarak bu ‘eseri’ ortaya çıkardılar.’ Yani fotoğrafta görülen ön cephe tahminen 40-45 cm kalınlığında bir ‘şekil’. Mimarlık ve mühendislikle hiçbir alakam olmadığı için, binayı bundan 7-8 yıl önce ilk gördüğümde “Allah Allah, bu eski binalar, üzerindeki bu yükü nasıl taşıyor” diye çok safiyane, hatta aptalca bir de algı içine düşmüştüm. Meğerse cephenin arka tarafı tıraşlanıp, orada boşalan alana bu yeni binaları dikiyor ve tarihi binalara zarar vermiyorlarmış! Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir hikâye doğrusu. Bu tür binalardan, Osmanbey’den yukarıya, Şişli’ye doğru yürüdüğünüzde daha da fazla örnek görüyorsunuz. Hani bizde “yapana değil, yaptırana bak” derler ya. İşte bu yapı, bizim uluslararası mimari çevrelerinde ciddiye alınmamamızın nedeni olabilir. Uluslararası bir konferansta bu bina bir sunum ekranında belirirse uluslararası haklı üne sahip mimarlarımızın diyecek hiçbir sözü olamaz. Mahcup olurlar. Bu binanın 100 metre ilerisinde, yolun diğer tarafında ‘Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlatmadan önce, ordu komutanı olarak kaldığı ev’ yer almaktadır. Umarım sırada, bugün müze olarak kullanılan ‘o ev’ yoktur!”
Av. Ömer BERKİ
GEMİ İNŞA SANAYİMİZİ NİYE KALKINDIRAMIYORUZ
GEMİ inşa sanayi, gerek istihdam gerekse orta teknoloji gerektiren, tam bize uygun emek yoğun bir sanayi koludur. Gemi inşa sanayinde Türkiye’de, 2015 yılında kapasite düşerek 200 bin grostonluk (gt) bir kapasite oluşmuştur. Türkiye son 14 yılda bir kez 1 milyon tonluk kapasiteye ulaşmış, hep öyle olacağı varsayılarak uyunmuştur. 80 küsur irili ufaklı tersanenin Tuzla ve Yalova’da yoğunlaşmasına dışarıdan bakanlar, ‘kalkındık’ diye kendilerini avutmaktadır! 1 milyon gt’luk bir tersane işçi gücü 30 bin kişi civarındadır. Oysa Deniz Ticaret Odası istatistiklerine göre Türkiye tersanelerinde çalışan işçi sayısı 20 bin kişidir. Askeri tersanelerin tören amacıyla yaptıkları sayılı gemi ve kotra yapımı gerçeği yansıtmamaktadır. Gemi inşa sanayi ihracat geliri olan bir sanayidir. 1 milyon gt’luk geminin ihracat değeri 1 milyar dolar kabul edilir. Aşağıda dünya 2015 yılı gemi yapımcı ülkeleri görürsek dram anlaşılır.
1- Çin 25.1 milyon gt, 2- Güney Kore 23.272 milyon gt. (Çin yıllarca lider olan G. Kore’yi kovalayarak bu yıl geçmiştir. G. Kore’de en büyük tersaneler Hyundai tersaneleridir.), 3- Japonya 13.05 milyon gt, 4- Filipinler 1.86 milyon gt, 5- Diğer dünya ülkeleri kalan % 17’yi üretirler. Avrupa’da ise 485 bin gt ile Romanya önde gelmekte, Romanya’yı 206 bin gt ile Türkiye, Avrupa içinde gerilerden izlemektedir. Türkiye’nin esamisi bile okunmamaktadır. 2015 yılında gemi inşa sanayinde dünyada petrol fiyatlarının düşmesiyle büyük bir kriz oluşmuştur. Ama bizdeki kriz eskiye dayanmaktadır.
Bu durum karşısında kendileri birer gemi mühendisi olan Başbakan Binali Yıldırım ve Ulaştırma ve Denizcilik Bakanı Ahmet Aslan’ın, inşaat projelerine ayırdıkları zamanın bir kısmını gemi inşa sanayimizin hızla ayağa kalkmasına ayırmaları gerekmez mi? Türkiye’de inşaat mühendisi çoktur. Birinci elden yönetici mevkisinde olan gemi mühendisi 67 yılda bir kez olmuştur.
- Türkiye’nin gemi inşa istatistikleri yoktur. Gemi Mühendisleri Odası başta olmak üzere bu istatistikleri hazırlayıp yayınlamaları gerekir. Ben istatistikleri (google.com-global ship building countries) sitesinden aldım. Ne yazık ki Türkiye’de hangi tersane var, rakamlarını oradan aldım!
- Gemi inşa sanayi, sac üretiminin önemli bir sarf yeridir. Üretilen 1000 gt’luk geminin 500 tonu sacdır. Demir çelik, sadece inşaat demiri yapmak değildir. Öte yandan yaptığımız gemi motorları ve yan sanayisi önemli bir girdidir.
Tersanelerimizi sac imal yeri İskenderun’a ve Samsun’a doğru büyük kapasitede yaymalıyız.
Aslan ÖZMEN
KARAYALÇIN’DAN AB VE KIBRIS ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
GEÇEN hafta KKTC ile ilgili yazılarımızda, Lefkoşa’ya gittiğimizde, geçmişten akla takılan isimler arasında ‘Çiller-Karayalçın (Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye girmesine onay veren Başbakan ve Başbakan Yardımcısı’ ifadesi üzerine Murat Karayalçın bir açıklama gönderdi ve “Kastedilen anlamda böyle bir ithamın tümüyle geçersiz olduğunu” söyledi. Karayalçın’ın açıklaması şöyle:
“GKRY, Ağustos 1990’da AB’ye üyelik başvurusu yapmış, Aralık 1999 Helsinki doruk toplantısında Türkiye ile birlikte adaylık statüsü almış ve 2004’te Annan Planı oylamasından hemen sonra AB’ye üye olmuştur. Yani GKRY’nin AB’ye üyelik başvurusu benim hükümete girmemden (Eylül 1993) 3 yıl önce, adaylık statüsü alması da benim hükümetten ayrılmamdan (Mart 1995) 4 yıl sonra olmuş. Nasıl oluyor da hükümetten ayrılmamdan yıllar sonra meydana gelen bu olaydan sorumlu tutuluyorum? Hem bu konuda “bir şeyler yapmışsam” onların hükümette olduğum sıralara denk düşmesi gerekmez miydi? 6 Mart 1995 günü Türkiye’nin 50. Hükümetinin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak Brüksel’de yapılan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısında; Kıbrıs konusu gündemde olmadığı halde, yaptığım konuşmada, Kıbrıs sorunu çözülmeden ve Türkiye AB’ye üye olmadan, GKRY’nin AB’ye üyeliğinin kabul edilmemesi gerektiğini; böyle bir yola gidilmesi durumunda da Türkiye’nin KKTC ile bütünleşme durumunun ortaya çıkabileceğini söyledim. Konuşma, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki duruşuna ilişkin olarak AB’ye yaptığı en net açıklamalardan birisidir. Konuşma metni hem AB hem de Dışişleri Bakanlığımızın kayıtlarında bulunmaktadır. 50. hükümetin bu tavrı daha sonraki hükümetler tarafından da sürdürülebilseydi GKRY’nin AB’ye üyeliği belki de önlenebilirdi. Şimdi soruyorum; benim içinde olduğum hangi olaya, hangi görüşmeye, hangi karar sürecine ya da benim hangi konuşmama dayanarak GKRY’nin AB üyeliğine, bırakın ‘onay’ vermeyi, ışık yaktığım ileri sürülmektedir?”
İŞSİZLİK DAHA DA ARTACAK
HÜKÜMET referandum nedeni ile seçmene cazip gelecek öneriler peşinde. Bu öneriler buzdağının tümü görülmeden yapılıyor.
Çalışma yaşamı ve ekonomi çok olumsuz sinyaller veriyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre geniş tanımlı işsizlik sayısı 5.9 milyonu aştı.
Kayıt dışı çalışanların sayısı 9.2 milyon.
Son altı ayda 375 bin sigortalı çalışan işini kaybetti.
Ülkemizde konuk edilen yaklaşık 4 milyon Suriye’nin bir milyona yakını merdiven altlarında kayıt dışı çalıştırılıyor ve işsiz Türklerin işini çalıyor. Cumhurbaşkanı, TOBB Ekonomi Şûrası’nda işverenleri istihdam seferberliğine çağırdı ve her istihdam edilen her yeni işçi için işverenlere İşsizlik Fonu’ndan Aralık 2017 tarihine kadar 770 TL ödeneceği sözünü verdi.
Ülkemizde 1 milyon 800 bin işyeri var. Her iş yerinin bir yeni işçi aldığını varsaysak bile işsizler havuzunu boşaltmak mümkün olmayacak.
Alacak Sigortası Şirketi Euler Hermes, 2017 yılında 12 bin şirketin iflas edeceğini söylüyor. Bu şirketlerin çalışanları sokağa konulacağı gibi her yıl bir milyon dolayında genç insan çalışma pazarına girip iş arayacak.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi Adalet Bakanlığı hazırladığı İş Mahkemeleri Yasa Tasarısı taslağı ile işsizlik yangınına körük sağlama çabasında. Hazırlanan taslağa göre işten çıkarılan işçilerin 1475 sayılı İş Yasası’nın 19-22 maddelerine göre işe iade davası açabilmesi için önceden zorunlu olarak arabulucuya gitmesi öngörülüyor. Böylece arabuluculuk kurumu zorunlu duruma getiriliyor. Buradan bir sonuç alamayan işçiye işe iade davası açma hakkı tanınıyor. Amaç iş mahkemelerinin yükünü azaltmak ama arabulucunun, ”mahkemeye gidersen üç sene beklersin, gel tazminatı al ve davadan kurtul” deme olasılığı yüksek. İşsiz kalan işçiye peşin tazminat cazip gelecek ve o işçi de işsizler ordusuna katılacak. Bu, işçinin işverenle karşılıkla anlaşarak, ikale yolu ile işini sona erdirmesi olarak yorumlanıp işçinin işsizlik ödeneği almasını da önleyecek. Açlıkla karşı karşıya kalan işsizlerin hangi toplumsal patlamalara neden olacağını da hiç kimse kestiremez.
Sendikalar, işçiler için çok büyük bir tuzak hazırlayan İş Mahkemeleri Yasa Tasarısı Taslağı’nın yasalaşmasını mutlaka önlemelidirler. Hükümet ithalata dayalı tüketim ekonomisi politikalarından derhal vazgeçmeli ve devletin yeniden üretici konumuna geçmesi için önlemleri başlatmalıdır. Hükümet, referandum odaklı, büyükannelere nisana kadar İşsizlik Fonu’ndan aylık verme politikası ile ÖTV indirimi, vergisini düzgün ödeyen işverene (işçiye, memura değil) %5 indirim vaadi ile ne işsizlik havuzunu boşaltabilir ne de ekonomiyi düzlüğe çıkarabilir.
Haraç-mezat sattığı o kamu kuruluşlarını yeniden kurma savaşı başlatarak tüketen devlet değil üreten devlet olmak AKP’nin tek çıkış yoludur. Hükümet 420 milyar dolar dış borcunu daha da çoğaltmak için Ulusal Varlık Fonu’na devrettiği kuruluşları da yabancılara kaptırabilir. Anayasa değişikliğini referandumda seçmene kabul ettirse bile ekonomik çöküntünün altında kalmaktan nasıl kurtulacağının hesabını yapan yok.
Bu güzel ülkeye yazık ediyorlar.
Yrd.Doç.Dr. Engin ÜNSAL
Paylaş