Paylaş
Türkiye'nin Fırat Kalkanı harekatını bitirmesinden sonra Suriye macerasına son vereceği ve bundan sonra barış çabalarına yöneleceği beklenirken birden bire Katar krizi patladı. Krizi yapıcı ve barışçı bir yaklaşımla, kolaylaştırıcılık veya arabuluculuk rolü üstlenerek çözmek için çaba göstermek yerine, Katar'a asker gönderilmesine karar verildi.
Bu karar başlı başına Türkiye'yi bir sıcak çatışmanın içine çekecek bir gelişme değil. Ancak, Türkiye'nin yıllar boyu ince ince, gergef gibi işlediği bölgesel örgütlerle yapıcı işbirliğinin geliştirilmesi politikası yerine bölgesel yalnızlık politikasını tercih ettiği sonucu çıkıyor.
Katar, Körfez İşbirliği Konseyi üyesi olan Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Mısır'ın başlattıkları ambargoya direnme kararı aldı. Bu konuda Türkiye'ye güvendiğini de açıklamaktan geri kalmadı. Bir bölge ülkesinden böyle gurur okşayıcı bir karar gelince Türkiye'nin başka türlü davranması beklenemezdi elbette. Ancak bu adımla birlikte artık Körfez İşbirliği Konseyi ile olan Stratejik Diyalog Ortaklığımızın geleceğinin de tehlikeye girdiğini söyleyebiliriz. Ardından Arap Ligi ile olan ilişkiler de olumsuz etkilenirse şaşırmamak gerekir.
Son olarak Suriye'de Afrin bölgesine yeni bir askeri harekat planlandığı söyleniyor. Harekatın adının bile belli olduğu ileri sürülüyor: Fırat Kılıcı. Tabii böyle bir karar verildiği takdirde bunun getirebileceği riskleri de hesaba katmak ve göze almak gerekiyor.
Türkiye'nin Suriye'de daha önce yürütmüş olduğu Fırat Kalkanı harekatı, uluslararası toplumun Suriye'de IŞİD'e karşı verdiği savaşa katkı olarak düşünülmüştü. Nitekim, her ne kadar başlangıçta belirlenen hedeflerini aşarak zaman içinde gelişen, geliştikçe de Türkiye'nin maksadı konusunda kuşkular uyandıran bir harekat olarak ilerlediyse de, bu operasyon El-Bab'ta Suriye rejim güçleriyle karşı karşıya gelinene kadar sürdü, orada da durdu.
Ancak Türkiye'nin savaşma arzusu bir türlü dinmek bilmiyor. Dolayısıyla, Afrin'e yönelik olarak başlatılacağı söylenen bir harekatın gerekçesi de elbette merak ediliyor. Bunu iki türlü açıklamak mümkün. Birinci açıklama Türkiye'nin PYD ile mücadelesi olarak tarif edilebilir. Böyle bir gerekçelendirmenin başlıca iki sorunu olur. PYD uluslararası toplum tarafından bir terör örgütü olarak algılanmadığından dolayı, Türkiye'nin harekatını IŞİD'Ie veya terörle mücadele olarak anlatmak güçleşir.
İkinci sorun ise daha da karmaşık. Suriye Demokratik Güçleri içinde ağırlıklı bir konumu olan PYD, bilindiği gibi Rakka harekatında ABD ile birlikte hareket ediyor. PYD, Türkiye'nin Afrin'e bir harekat yapması halinde Afrin'deki Kürtlerin savunmasına destek vermek zorunda kalacağını belirterek bu gelişme karşısında Rakka harekatının zaafa uğrayacağını ileri sürüyor. Arap ülkelerinin birçoğunda yer alan basın haberlerinde de Türkiye'nin Afrin'e yapacağı bir harekatın Rakka harekatını zayıflatacağı ve bunun IŞİD'e destek vermek anlamına geleceği iddia ediliyor.
İkinci açıklama ise son olarak Astana'da alınan ve Suriye'de dört çatışmasızlık bölgesi kurulmasını öngören kararla bağlantılandırılabilir. Bilindiği gibi, Türkiye ile Rusya Idlib bölgesinde oluşturulacak çatışmasızlık bölgesinin güvenliğinden ve çatışmasızlığın denetiminden sorumlu olacaklar. Türkiye'nin o bölgeye göndermek isteyeceği askeri unsurların Afrin bölgesinden geçmeleri gerekiyor. Zira diğer olasılık bu unsurların doğudan, El-Bab tarafından İdlib'de doğru gitmelerini gerektirir ki bu durumda da Türkiye'nin göndereceği askeri unsurlar Şam rejiminin kontrolü altındaki bir bölgeden geçmek zorunda kalırlar. Bu da herhalde bu safhada tercih edilmiyor.
İkinci açıklamaya itibar etmemiz gerekiyor. Türkiye, hukuka uygun olarak, İdlib'te üstlendiği görevi yerine getirmek için Suriye'ye yeniden asker sokmak zorunda kalacak. Böyle bir durumda Türkiye'nin göndereceği askeri unsurların Afrin bölgesinden herhangi bir çatışmaya gerek duyulmaksızın geçirilmesi mümkün olamaz mı? Bölgede kontrolü ellerinde bulunduran PYD unsurlarıyla böyle bir geçiş koridoru için konuşulamaz mı? En azından, eğer ABD Afrin'de Türkiye ile PYD unsurları arasında bir çatışma çıkmasını istemiyor ise, bunu önlemek için böyle bir koridorun güvencesini veremez mi?
Suriye çıkmazı daha yıllarca sürecek ve Türkiye'nin yanı başında kanayan bir yara olarak istikrar ve güvenliğimizi olumsuz etkilemeye devam edecek. Türkiye, kendi ulusal güvenliği açısından Suriye ile bağlantılı birçok tedbir almak zorunda. Bu tedbirler alınırken, bölgedeki demografik dokuyu ve toplumlar arası dengeleri gözeterek hareket etmek topyekün Ortadoğu barışı için büyük önem taşıyor. Bu hassas dengelerin gözden kaçırılması halinde Türkiye'nin bugünkü davranışlarının ileride nesiller boyu sürecek başka çatışmalarla geleceğimizi rehin alması büyük bir tehlike olarak önümüzde duruyor.
Paylaş