Paylaş
Macron bu düşüncelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı bir konuşmada dile getirdi. Fransa'da iki yıldır devam eden Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması nihayet sonlandırılıyor ve yerini yeni bir "terörle mücadele yasası" alıyor. Fransa'da bazı çevreler de bu yeni yasanın özgürlüklerin kısıtlanması sonucunu doğuracağını ileri sürüyorlar ve yasayı eleştiriyorlar.
1789 Fransız Devrimi ile yükselen değerler haline gelen özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarını temel insan hak ve özgürlüklerinin başlıca sloganı haline getiren Fransa'da bu normal karşılanmalı. Ancak dinci radikal terörist saldırılara maruz kalan bir ülkede OHAL'in uygulanması, bunun iki yıl sürmesi ve kaldırılırken de yerine güçlü bir terörle mücadele yasasının getirilmesi de aynı derecede normal görülmeli.
Macron AİHM'de yaptığı konuşmada Fransa'nın önemsediği değerleri savundu, yeni yasanın özgürlüklerin kısıtlanması anlamına gelmediğini, aksine bu yasa ile insan haklarının korunduğunu vurguladı. Ardından da Rusya ile diyaloğun koparılmaması gerektiğini, aynı durumun Türkiye için de geçerli olduğunu, bu iki ülkenin geleceklerinin Avrupa ile bağlantılı kalacağını, bununla beraber kimsenin başkalarına "ders vermemesi" gerektiğini dile getirdi.
Türkiye ile Rusya'nın adlarının Fransa Cumhurbaşkanı'nın AİHM'de yaptığı bir konuşma kapsamında birlikte anılmaları aslında Fransa'da, dolayısıyla Avrupa'da, bu iki ülkenin özellikle insan haklarına ilişkin uygulamaları bakımından nasıl bir algıya sahip olduklarına işaret ediyor. Esasen, bu yılın başında Avrupa Konseyi'nin Türkiye hakkında yeniden bir gözlem misyonu kurulması kararı alması da Türkiye ile Rusya'nın bu açıdan aynı sepetin içine görüldüğünü gösteriyor.
Rusya ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler özellikle 2014 yılında Kırım'ın ilhakı ve Doğu Ukrayna'da yaratılan fiili durum nedeniyle sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Rusya'ya karşı yaptırım uygulanıyor ve Avrupa bu yaptırımların Ukrayna ile ilgili olumlu bir gelişme görülmedikçe sürdürülmesinden yana tutum izliyor.
Türkiye ise AB ile ilişkilerinde Rusya'da farklı bir statüye sahip. Türkiye tam üyelik için aday ülke ve bu konuda 2005 yılından beri müzakereler sürdürüyor. Her ne kadar Türkiye'nin üyelik müzakerelerinde son zamanlarda tıkanma yaşanmaktaysa da, bu durum Türkiye'nin AB'ye üye adayı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla, Türkiye ile Rusya'nın AB açısından bakıldığında farklı konumlarda görülmesi gerekiyor.
Çok değil, daha iki yıl önce bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesine rağmen, iki ülke aralarında bu krizin yarattığı soğukluğu olabildiğince kısa sürede atlattılar. Suriye'de farklı tutumlar izlemelerine rağmen, Kazakistan'ın başkenti Astana'da başlatılan yumuşama sürecine birlikte ön ayak oldular, Suriye'de çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulmasına ilişkin kararı birlikte aldılar, İdlib'te de bu kararın uygulanmasında ortak hareket ediyorlar. Bu gelişmeler, en azından Suriye bağlamında, Türkiye ile Rusya'nın yapıcı bir işbirliği sağlayabildiklerini gösteriyor.
Bununla birlikte, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füzeleri alma kararı iki ülke arasındaki yakınlaşmanın farklı boyutlara doğru evrilebileceği kuşkusunu da yaratıyor. Burada da, aynı AB ile ilişkilerde olduğu gibi, Türkiye ile Rusya arasında fark var. Türkiye NATO üyesi ve savunmasını bu ittifakla birlik ve bütünlük içinde yürütüyor.
Avrupa ve Avrupa-Atlantik güvenlik ilişkileri bakımından birbirinden farklı konumda olan iki ülkenin birbirleriyle farklı alanlarda gösterdikleri birliktelik, aynı kurumlarda yer alan başka hiçbir ülkenin Rusya ile bu denli yakınlık içinde olmaması nedeniyle yadırganıyor. Dolayısıyla, Türkiye ile Rusya'nın bazı kriterler üzerinden hareket edildiğinde birbirlerinden farklı olmadıkları gibi bir sonuca varılabiliyor ve bu algı içselleştirilerek güç kazanabiliyor. Dikkatli olmak gerek.
Paylaş