Paylaş
Eski hesapların görüldüğü Batı merkezleri... Yugoslavya’daki iç savaş sürerken bir yandan da meselenin yakıcı yanlarını perdeye taşıyan filmler izleniyordu. Bu toplam içinde en derin iz bırakanlarından biri de kuşkusuz ‘Yağmurdan Önce’ydi (‘Before The Rain’). Milcho Manchevski’nin yapıtının yolu bir şekilde Londra’ya uğruyordu.
Bugün artık söz konusu coğrafyada ‘Tito’ gibi bir birleştirici unsurla tutulduktan sonra dağılan ve kendi kaderlerini tayin etme hakkına kavuşan ülkeler var. Ama eski hesaplar ve kapanmayan yaraların büyük bir kısmı yerinde duruyor. Haftanın yenilerinden ‘Karanlıkta’ (‘In Darkness’) eski bir formülü politik sulara çeken ve böylesi bir yolla gerilim yaratmaya çalışan bir film. Yönetmenliğini Anthony Byrne’ün üstlendiği yapımda görme engelli bir müzisyenin (piyanist kendisi), oturduğu dairenin üst katındaki genç bir kadının ölmesiyle başlayan ve kendisinin de içine dahil edildiği bir süreç anlatılıyor. Olaya el koyan dedektif, müzisyeni (ismi Sofia) sorgularken hayatını kaybeden kızın (Veronique) babasının geçmişi bulanık bir Sırp işadamı (Radic) olduğu anlaşılıyor. Dedektif, ölümün bir intihar mı yoksa bir cinayet mi olduğu üzerine araştırmaya koyulurken Marc adlı bir genç de Sophia problem yaşamaya başladığı her anda devreye giriyor. Biz seyirciler de bütün bu akışta olayın gizemini bir anlamda dedektifle birlikte çözmeye çalışıyoruz...
Filmde ‘fotomodel-oyuncu’ Emily Ratajkowski, ‘Veronique’i canlandırıyor.
Amaç Hitchcock’vari
bir gerilim ama...
‘Karanlıkta’ fena başlamıyor; görüntüyle olmasa da sesle tanık olunan bir ölüm, peşi sıra maktulün geçmişi dolayısıyla çözülmesi gereken bir gizem, kökleri ‘Bosna Savaşı’na uzanan eski meseleler vs. vs... Acısı ruhlarda hissedilen yaraların kaşındığı ve eski hesapların görülmeye çalışıldığı Londra esprisiyle ‘Yağmurdan Önce’yle hafiften akrabalık kursa da ‘Karanlıkta’nın asıl derdi Hitchcock’vari bir gerilim. Lakin yönetmen Byrne’ün ana karakter Sofia’yı canlandıran Natalie Dormer’la birlikte kaleme aldığı senaryo, seyirciyi terse yatırma konusuna fazla bel bağlamış ve bir noktadan sonra sürekli şaşırtmaca hali inandırıcılık sorunu yaşanmasına ve dikkatinizin dağılmasına neden oluyor. Oysa Hitchcock’un gerilim türüne ve asıl olarak sinemaya bıraktığı miras ‘sadelik’ti. Eğer çıtayı kafaları bulandırma adına yükseğe koymaya çalışırsanız bir hayli maharetli bir sinemacı (yaratıcı) olmanız lazım; ne yazık ‘Karanlıkta’ ekibinde böylesi bir ışıltı, ortaya çıkan ürün itibariyle pek görülmüyor!
Sonuç? Kadrosu gayet iyi isimlerden (Natalie Dormer, Ed Skerein, Noely Richardson ve Batılı bir eleştirmenin ifadesiyle ‘Paparazzilerin gözdesi’ Emily Ratajkowski vs.) müteşekkil ‘Karanlıkta’, belli bölümleriyle ilginç ve çekici ama genel bir çerçevede vasatı aşamayan bir gerilim olmuş.
Sadece aileye yerimiz vardır...
Fabrikatör bir baba ve büyük, bahçeli bir evin içinde onun kurallarına göre hayatını sürdüren bir aile... Yorgos Lanthimos’un 2009 tarihli filmi ‘Köpek Dişi’ (‘Kynodontas’), absürd bir hikâye eşliğinde otorite, aile değerleri, şiddet, baskıcı modeller, yasaklar, cinsellik gibi meselelere ilişkin hatırlatmalarda bulunuyor. Yunan yönetmen bizde daha çok ‘The Lobster’la tanınıp sevildi (ya da tartışıldı) ve kendisine yönelik ilgi, bir sonraki adımı ‘Kutsal Geyiğin Ölümü’yle (‘The Killing of a Sacred Deer’) daha öte noktalara taşındı. ‘Köpek Dişi’ ise Lanthimos’un eski filmlerinden ve vakti zamanında Türkiye’de vizyona girmemişti. Seyirciyle randevusu dokuz yıl sonra gerçekleşen yapım, gerçeküstücü bir tarzda ‘Baba’ (Tanrı?) figürü üzerine çeşitlemelerde bulunuyor. Filmin ismi de bir çocuğun evini terk etme kriterinin ifadesi: “Sağ ya da sol, fark etmez, ‘köpekdişi’ düşen bir çocuk evi terk etme çağına gelmiştir.”
Akrabaları Haneke ve Onur Ünlü!
Film fikirsel düzeyde sahaya sürdüğü onca sembolik sahne ve diyaloglar eşliğinde çekici olsa da sinematografik açıdan Lanthimos’un sonraki yapıtlarının gerisinde. Örneğin ‘The Lobster’da seyircisini alıp götüren ve alabildiğine sürükleyen anlatım burada yok. Ama elbette anlatılanlar, karakterler, çizilen dünya çarpıcı ve bu yönüyle de hâlâ ilgiye değer. Bir de meseleye kronolojik bakmak lazım sanırım, bu filmle birlikte gelen ilgi, Yunan yönetmenin sonraki filmlerine ilişkin merakı ve beklentiyi yükseltmişti.
Son olarak Lanthimos’un dünyası elbette Haneke’ye selam gönderiyor. Peki ama bizim sinemamızdan ‘uzak akrabası’ var mı? Bu türden bir soruya ise benim yanıtım “Sanırım Onur Ünlü” olurdu...
Diğer seçenekler
‘Benim Adım Osssman’ı Banu Kaptanoğulları ve Vedat İnce birlikte yönetmişler, oyuncular Sedat Kapurtu, Metin Yıldız, Ateş Fatih Uçan ve Cengiz Kurtoğlu.
Hint filmi ‘Bajrangi Bhaijaan: Sevginin Gücü’nün kadrosunda Salman Khan, Kareena Kapoor, Nawazuddin Siddiqui ile Harshaali Malhotra gibi isimler yer alıyor, yönetmen Kabir Khan. Mümtaz Yıldırımlar imzalı ‘Cin Çıkarması’nda Maria Figgins, Petra Bryant, Adrian Annis ve Tova Leigh oynuyor. Haftanın animasyon seçeneği ‘Beyaz Diş’i (‘Croc-blanc’) Alexandre Espigares yönetmiş. Alper Mestçi imzalı ‘Siccîn 5’te Rüya Önal, Merve Ateş, Özgür Hacıer ve Ece Koroğlu rol alıyor. Adem Eraydın, Selahattin Çakır, Gülnihal Demir ve Şevki Özcan gibi isimlerin oynadığı ‘Yarım ile Yamalak’ı Kubilay Yılmaz yönetmiş. Hayal Aslanzade imzalı ‘Milyonluk Kuş’ta başrolleri Ufuk Özkan, Gökçe Özyol, Mehtap Bayri ve Müşfiq Sahveriyev paylaşıyor.
Paylaş