Paylaş
Korsan filmleri’ Holly-wood’un ‘Altın çağları’ndaki en gözde türdü belki de. Dönemin yıldızları Douglas Fairbanks ve Errol Flynn’ın başrollerinde göründüğü yapımlar peşi sıra vizyona girerken seyirci, sinema denen büyünün zevkini bu bol kılıç şakırtıları eşliğindeki öykülerle çıkartıyordu. Ama iş ‘Modern zamanlar’a gelince ne korsanlara ne de kanca atacakları gemilere hayat hakkı vardı. Birkaç adım gişede hüsrana uğrayınca tür rafa kaldırılmıştı.
KARAYİP KORSANLARI: SALAZAR’IN İNTİKAMI
Yönetmenler: Joachim Ronning-Espen Sandberg
Oyuncular: Johnny Depp, Javier Bardem, Geoffrey Rush, Kaya Scodelario, Brenton Thwaites, Golshifteh Farahani,
Kevin McNally / ABD yapımı
2003 tarihli ‘Karayip Korsanları: Siyah İnci’nin Laneti’ bu açıdan önemli bir virajdı. Türü ayağa kaldırmış, yeni kuşakları adeta geçmişin karakterleri ve ruhuyla buluşturmuş ama öte yandan da gereksizce uzayan bir serinin kapısını aralamıştı.
Naçizane, ilk filme ilişkin eleştiri yazımda da altını çizmiştim: Bu serinin öncelikli teması ‘arayış’. Başta ana karakter ‘Kaptan Sparrow’ olmak üzere herkes bir şeyler arıyor. Kimi eski gemisini, kimi köklerini, kimi gönüldaşını... Bu tema bu haftadan itibaren salonlarımıza uğrayan son hamlede, yani ‘Karayip Korsanları: Salazar’ın İntikamı’nda da (meraklısına ara bir not; filmin ismindeki takı ABD’de ‘Dead Men Tell No Tales’, diğer ülkelerde ise ‘Salazar’s Revenge’) kendisini gösteriyor. Genç denizci Henry Turner, babası Will Turner’ı tekrar hayata getirmenin, ‘Kaptan Salazar hayalet konumundan insan konumuna geçmenin ve bu işe neden olan ‘Kaptan Sparrow’u öldürmenin, yeni karakterlerden Carina Symth de elindeki günlük eşliğinde yıldızların izini sürmenin ve de efsanevi (bir tür Hz. Musa’nın asası görevi gören) ‘Üç Uçlu Mızrak’ı bulmanın yollarını arıyor...
Hikâyesine eski ekipten Terry Rossio’nun da katkıda bulunduğu bu beşinci adımın senaryosunu Jeff Nathanson (daha önceki işleri arasında ‘Hız Tuzağı 2’, ‘Sıkıysa Yakala’, ‘Terminal’ gibi yapımlar var) kaleme almış. ‘Salazar’ın İntikamı’, tıpkı serinin bir önceki filmi olan ‘Gizemli Denizlerde’ gibi açılıyor. Yani (bir banka soygunu sekansı üzerinden) full aksiyon, yani kaçıp kovalamaca... Bu bölümde bir yandan da genç karakterler; Henry Turner ve Carina Symth’i tanırken aslında onların öykünün yeni Orlando Bloom ve Keira Knightley’leri olduklarını da fark ediyoruz. ‘Şeytan Üçgeni’nde (bir nevi ‘Bermuda’) yaşayan Kaptan Salazar’ın da öykünün kötüsü olduğunu...
Javier Bardem
KÖTÜLERE YER VAR DA SALAZAR FAZLA KARİKATÜRİZE...
Seride ilk üç filmi Gore Verbinski çekmiş, dördüncü hamlede ise Rob Marshall devreye girmişti. Beşinci adımın yönetmen koltuğunda ‘Kon-Tiki’ filmi ve ‘Marco Polo’ dizisiyle tanınan Joachim Ronning ve Espen Sandberg oturmuş. Norveçli ikili, bol bol bilgisayar efektlerine başvurmuş, kolayca izlenen ve akıp giden bir filme imza atmışlar. Serinin klişelerine riayet eden senaryo da gayet esprili ve şen şakrak. Oyunculuklar deseniz, bu cephe de durumu kurtarıyor. Johnny Depp, ‘Kaptan Sparrow’da zaten otomatiğe bağlamış gibi oynuyor. Geoffrey Rush, ‘Kaptan Barbossa’da (çoğu zaman olduğu gibi) filmin en iyisi. Javier Bardem, ‘İhtiyarlara Yer Yok’la girdiği ‘Kötüler koridoru’nda ‘Skyfall’la daha ileri noktalara uzanmıştı, Ama ‘Kaptan Salazar’da fazla karikatürize ve derinliksiz görünüyor (“Ne yapsın, karakteri hayalet” derseniz, kabulümdür). Carina ve Henry’de karşımıza gelen Kaya Scodelario ve Brenton Thwai-tes, ‘genç yetenekler’ kadrosunun ışıltılı isimleri gibi duruyorlar.
Sonuç? Serinin ilk filmi gayet parlaktı ama sanki sonraki adımlar (özellikle ikincisi) zorlamaydı. ‘Salazar’ın İntikamı’ ışıltılı değil ama izlenmeye değer. Bir de sanki öyküsü itibariyle her şeyi sıfırlıyor ve baştan tanımlıyor. Yani bundan sonra tahtaya yine önce Sparrow adı yazılacak ama kadro gençlerden oluşacak gibi.
Not: Sparrow karakterinin vücut dilinin ilham kaynağı olan Keith Richards, serinin iki filminde ‘Kaptan Teague’ olarak huzurlarımıza gelmişti. ‘Salazar’ın İntikamı’nda da Paul McCartney ‘Uncle Jack’te şöyle bir görünüp geçiyor...
TEKRARLAR ZAMANI…
Emir Kusturica’nın yönetip başrolünü de Monica Bellucci’yle paylaştığı ‘Aşk ve Savaş’, ‘Çingeneler Zamanı’yla ‘Arizona Dream’in karışımı gibi. Kimi sahneler ve genel atmosfer bize, “Kendisini tekrarlamış” demekten başka çare bırakmıyor!
Nedense Emir Kusturica bende, Luc Besson ve Guy Ritchie’yle aynı efekti yaratıyor: Vakti zamanında çok iyi işlere imza atmış, mesleğe parlak filmlerle “Merhaba” demiş ama sonrasını pek getirememiş, öte yandan yetenekleri, dünyaları itibariyle her yeni filminde sinema duygusunu çok az da olsa hissettiren lakin kendilerini tekrarlayan isimler...
Bosna doğumlu yönetmenin imzasını taşıyan son çalışma ‘Aşk ve Savaş’ı (‘On the Milky Road’) izlerken bu düşünceler etrafında gezinip durdum. Başrolünde kendine yer verdiği filminde Kusturica, Balkanlar’da hüküm süren ve Yugoslavya mozaiğinin bölünmesine yol açan savaş zamanında hayallerini ve yaşama ait umutlarını kaybetmeyenlerin hikâyesini anlatmaya çalışmış. Ortamın yıkıcı ve yok edici atmosferine, bir tür deliliğin sınırlarında gezinerek dayanmaya çalışan müzisyen eskisi bir sütçünün, kendine yeni bir gelecek kurmak için aralarına karışan orta yaşlı İtalyan kadınına âşık olmasıyla değişen dengeler etrafından dolaşıyor ‘Aşk ve Savaş’.
AŞK VE SAVAŞ
Yönetmen: Emir Kusturica
Oyuncular: Monica Bellucci, Emir Kusturica, Sloboda Micaloviç, Predrag ‘Miki’ Manojloviç, Sergej Trifunoviç, Maria Darkina,
Sırbistan-İngiltere-ABD ortak yapımı
MONİCA ‘BELLİSSİMA’...
2014 yapımı ‘Tanrılarla Konuşmalar’ (‘Words with Gods’), dokuz yönetmenin kısa filmlerinden oluşuyordu. ‘Aşk ve Savaş’ın sütçü Kosta’sı, Kusturica’nın bu kolaj çalışmasında yer alan ‘Hayatımız’ adlı kısa filmindeki gizemli ana karakterinin, bir anlamda uzun metrajdaki açıklaması gibi. Monica Bellucci’nin orta yaşlı İtalyan kadını (ismi ‘Nevesta’) canlandırdığı yapımda, yönetmenin ‘Babam İş Gezisinde’ ve ‘Yeraltı’ gibi filmlerinden hatırladığımız Predrag ‘Miki’ Manojloviç de yer alıyor.
‘Aşk ve Barış’, genel havasıyla sanki ‘Çingeneler Zamanı’ ve ‘Arizona Dream’in karışımı bir film hissiyatı yaratıyor. Ama yönetmeni açısından öylesine eski temalar kokuyor ki, bu duruma üslup bütünlüğünden ziyade, ‘Kusturica kendisini tekrarlamış’ demekten başka çaremiz yok gibi geldi.
DEHA
Yönetmen: Marc Webb
Oyuncular: Chris Evans, Lindsay Duncan, Mckenna Grace, Jenny Slate, Octavia Spencer, Glenn Plummer
ABD yapımı
HAYATIN DENKLEMLERİ DAHA ZORDUR…
Anlaşılan sinema, çözümü zor (!) denklemleri sevdi. Önce Hintli matematik efsanesi Srinivasa Ramanujan’ın öyküsünü anlatan ‘Sonsuzluk Teorisi’ni (‘The Man Who Knew Infinity’) izledik, daha sonra 60’larda, ‘Soğuk Savaş dönemi’ndeki uzay yarışında NASA’da çalışan siyahi kadın matematikçilerin zorluklarla dolu hikâyesi niteliğindeki ‘Gizli Sayılar’ı (‘Hidden Figures’). Şimdi de sahne sırası minik bir matematik dâhisinin öyküsünde... ‘Deha’ Türkçe adıyla gösterime giren ‘Gifted’, annesinin intiharı sonrası dayısı Frank’in himayesi altına giren ve üstün zekâsı yüzünden yaşıtlarıyla geçinmekte zorlanan Mary’nin yaşadıklarına odaklanıyor.
VAR YA, ‘KAPTAN AMERİKA’ BENİM DAYIM!
‘Aşkın 500 Günü’ ve ‘İnanılmaz Örümcek Adam 1’ ve ‘2’nin yönetmeni olarak tanıdığımız Marc Webb imzalı film, eğlenceli sahnelerle dramatik anları dengeli bir çizgiyle önümüze koyarken zekâyla kalp arasında gidip gelen karakterlerinin hissiyatını da başarıyla yansıtmış.
Oyunculuklara gelince: Chris Evans (nam-ı diğer ‘Captain America’) dayı Frank’te gayet başarılı bir performans ortaya koyarken minik Mary’de Mckenna Grace adeta döktürüyor. Ben ayrıca kibirli ve çocuklarına dünyayı zindan eden anneanne Evelyn’de Lindsay Duncan’ı da beğendim. Bu arada ‘Gizli Sayılar’daki performansıyla ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’da Oscar’a aday olan Octavia Spencer, yine bir ‘Matematik filmi’nde karşımıza geliyor.
Sonuç? Neredeyse “Hayatın denklemleri, türev almaktan daha zordur” demeye getiren ‘Deha’, konusu ve oyunculuk performanslarıyla izlenmeyi hak eden bir film...
TOZ
Yönetmen: Gözde Kural
Oyuncular: Öykü Karayel, Beran Soysal, Muhammed Cangören, Abdul Qadir Farookh, Haji Gul Aser, Masud Ahmadi
Türkiye yapımı
Toz’un ana karakteri Azra rolünde izlediğimiz Öykü Karayel’in filmdeki bazı kadrajları, ünlü ‘Afgan Kızı’ fotoğrafını hatırlatıyor.
AFGAN ELLERİNDE KADIN OLMAK...
‘Toz’, Afgan kökenli annesinin ölümüyle birlikte geçmişin tozlu ve karanlık sayfalarında dolaşmaya karar veren mimar Azra’nın hikâyesini anlatıyor. Gözde Kural’ın ilk uzun metrajlı yönetmenlik çalışması olan yapım, Türkiye’de start alıyor ve çok geçmeden Afgan topraklarına taşınıyor. Film, ana karakteri üzerinden hafiften dedektiflik öyküsüne göz kırparken temelde içsavaş, sonrasındaki rejim ve rejimin baskısı karşısında suskunluk ve kadın olmak hallerine de vurgu yapıyor. Uzaktan uzağa Denis Villeneuve’nin ‘İçimdeki Yangın’ını (‘Incendies’) çağrıştıran ‘Toz’, ne yazık çok da inandırıcı olmayan senaryosunun kurbanı olmuş. Azra karakterinde izlediğimiz Öykü Karayel’in de, kırmızı şalı ve göz rengiyle kimi kadrajlarda ünlü ‘Afgan Kızı’ fotoğrafını hatırlattığını (ya da sadece bize hatırlattığını) not olarak düşelim.
‘Bilal: Özgürlüğün Sesi’
DİĞER SEÇENEKLER
‘Bilal: Özgürlüğün Sesi’ (‘Bilal: A New Breed of Hero’), haftanın tek animasyon seçeneği. Yönetmen Khurram H. Alam. ‘Katre: Hainler Daima İçimizde’, Atakan Şatıroğlu-Berkay Berkman ikilisinin imzasını taşıyor; oyuncular Berkay Berkman, Atakan Şatıroğlu ve Şüha Çağrıcı. Jee Woon Kim’in yönettiği ‘Karanlık Görev’in (‘Age of Shadows’) kadrosunda Byung Hun Lee, Yoo Gong, Kang Ho Song ve Ji Min Han gibi oyuncular yer alıyor. ‘Sinsiran: Yasak Aşk’ı Samet Çakırtaş yönetmiş, Şehmus Kartal, Pınar Güven, Bilge Bilge ve Yaşar Alptekin oynamış. ‘Yarının Adı Başka’nın oyuncu kadrosunda Fırat Tanış, Zelal Dede, Metin Keçeli ve Volkan Keskin gibi isimler yer alıyor, yönetmenler Moharram Zeinal Zadeh ve Mustafa Delazy.
Paylaş