‘Şark Ekspresi’nin yeni yolcuları!

85’inci yaş gününün sabahında ölü bulunan polisiye yazarı baba ve mirasının peşine düşen çocuklarıyla torunları... Rian Johnson’ın yazıp yönettiği ‘Bıçaklar Çekildi’, Agatha Christie romanlarının şimdiki zaman versiyonu gibi. Filmin son derece ışıltılı kadrosunda ise öncülüğü ‘daimi’ Bond Daniel Craig üstleniyor.

Haberin Devamı

Koca bir malikânede büyük bir buluşma... Tanınmış polisiye yazarı Harlan Thrombey, 85’inci yaş günü vesilesiyle bütün aile fertlerini yanına toplamıştır. Kızı Linda Drysdale, damadı Richard Drysdale, oğlu Walt Thrombey, eski gelini Joni Thrombey, torunları Ramsom Drysdale’yle Meg Thrombey ve hemşiresi Marta Cabrera... Güzel başlayan, zaman zaman aile içi küçük atışmalarla heyecanı yükselen bu gecenin sabahında emektar yazar odasında, boğazı kesilmiş bir biçimde ölü bulunur... Vaka cinayet mi intihar mıdır? İki polis ve kimin tuttuğu belli olmayan ünlü dedektif Benoit Blanc, olaya el koyup o gecenin tanıklarını sorguya çekmeye başlarken bir yandan da yüklü mirasın kime kaldığı merak konusudur...
‘Şark Ekspresi’nin yeni yolcuları
‘Katil uşak’ değilse kim?
Bu klasik olay örgüsüne sahip ‘Bıçaklar Çekildi’ (‘Knives Out’), bir parça Arthur Conan Doyle’u ve yazarın ana karakteri Sherlock Holmes’ü hatırlatsa da asıl adres tabii ki Agatha Christie... Film, 130 dakikalık süresi boyunca polisiyenin bu muhteşem ve ölümsüz kaleminin eserlerine benzer bir tat ve dokuyu perdeye yansıtıyor. Senaryosunu da kendisinin yazdığı filminde Rian Johnson (en son ‘The Last Jedi’ı çekmişti) klasik janrı günümüze taşıyor ve diyaloglar vasıtasıyla sürekli zamanımızın değerlerine ve reflekslerine göndermelerde, daha doğrusu taşlamalarda bulunuyor. Durumu şöyle tarif etmek de mümkün: ‘Bıçaklar Çekildi’nin ana meselesi sadece Harlan Thrombey’nin ölümünün ardından esrar perdesini aralamak ve ‘Katil kim?’ sorusuna cevap aramak değil. Evet, dedektif Benoit Blanc’ın devreye girmesiyle birlikte ‘müteveffa’yla sorunu olan herkes potansiyel şüpheli konumuna itiliyor ve hikâye bir noktadan sonra “Şark Ekspresi’nde Cinayet” güzergâhına giriyor. Sonrasında hemşire Marta Cabrera karakteri de belli noktalarda ‘Katil uşak’ repliğinin adeta ‘Katil hemşire’yle yer değiştirmesine neden oluyor. Lakin Rian Johnson’ın yapıtını güzelleştirken nostaljik ruh ve havasından kurtarıp modernize eden unsurlar, yukarıda da belirttiğim gibi günümüz değerlerine yaptığı atıflar... Örneğin Joni’nin dedektife ilişkin “Sizi tanıyorum, New Yorker’da hakkınızda çıkan makaleye ilişkin bir tweet okumuştum” cümlesi, zamane insanının dünyayı ve gidişatını algılama biçimleri üzerine çok şey söylüyor. Keza Walt Thrombey’nin hayattaki en büyük ticari hamlesi olarak, babasının eserlerinin film haklarını Netflix’e satma fikrini sahaya sürmesi de aynı tipolojinin bir başka tezahürü...
Bilinçaltındaki ırkçılık
ve göçmen sorunu
Johnson’ın senaryosunun tanımladığı aile bireyleri hafif Wes Anderson tatlarıyla donatılıyor görünse de daha çok içlerindeki ırkçılığı, ikiyüzlülüğü menfaatleri doğrultusunda ortaya çıkaran ‘Beyaz’ Amerika’yı tarif ediyorlar. Ayrıca baba (dede) parası yemek için startta bekleyen mirasyedi ‘asalaklar’ın portresini de çiziyorlar...
‘Komiser Columbo’ya
selam olsun
Ailenin bilinçaltlatındaki asıl sınav da Marta’ya karşı veriliyor. Güney Amerikalı hemşireye (ki aslında babaları Harlan için o hemşirenin ötesinde bakıcı, yâren ve dert ortağı kimliklerine de sahiptir) müşfik davrandıklarını ve son derece yakın olduklarını sürekli tekrarlıyorlar ama en basit meselede, nereli olduğu konusunda bile kafaları karışık. Her birinin tarifi farklı: Kimine göre Marta Ekvadorlu, kimine göre Paraguaylı, kimine göre Uruguaylı, kimine göre de Brezilyalı... Zaten metin bir noktadan sonra ‘Amerika Amerikalılarındır’ diyen karakterleriyle ‘Trump dönemi’ne fiskesini vuruyor ve ‘göçmen sorunu’nun da altını çiziyor.
Filmin en önemli yanlarından biri de ‘Dream Team’ tadındaki oyuncu kadrosu. Kuşkusuz ekipte Benoit Blanc rolünde Daniel Craig öncülüğü üstleniyor. ‘Daimi’ Bond, bu kez dedektifliğe özenmiş. Ama sanki kimi hal ve hareketleriyle bana daha çok ‘Komiser Columbo’ya göndermelerde bulunuyor gibi geldi. Filmden sonra “Abartıyorum mu?” diye düşündüm ama baktım The Guardian’ın eleştirmeni Peter Brad-shaw da bu meselede benzer şeyler karalamış; yalnız değilmişim!
Harlan’da Christopher Plummer, Linda’da Jamie Lee Curtis, Richard’da Don Johnson, Walt’ta Michael Shannon, Joni’de Toni Collette, avukatta Frank Oz ve küçük bir rolde karşımıza çıkan emektar Emmet Walsh, eskilerin deyimiyle ‘gözlerimizin pasını silecek’ türden bir ışıltılı toplama imza atıyorlar. Ramsom’da Chris Evans, Marta’da da Ana de Armas ekibi tamamlayan diğer ışıltılı isimler.
Sonuç olarak bu izlenmesi zevkli ve senaryosu itibariyle göndermeleri zengin filmi ‘kaçırmayın’ derim...
‘Şark Ekspresi’nin yeni yolcuları
İzmir’in sokaklarında adalet açar...
Dijital platformlarda yayımlanan “Sıfır Bir: Bir Zamanlar Adana’da” dizisinin sinemadaki yansıması olan ‘S1 F1R B1R’, ara karakterlerin İzmir’e taşınmalarına rağmen yine beladan kurtulamadıkları kanlı bir serüveni anlatıyor. Yönetmenliğini Kadri Beran Taşkın’ın üstlendiği yapımda alabildiğine sert ve tek çözümün neredeyse şiddet olduğu bir dünya anlatılıyor. Küçük bir kız çocuğunu, kendisine tecavüz etmeye çalışanların elinden kurtarırken karanlık bir evrene giriş yapan ve sokaklarda kendi kirli düzenlerini sürdürenlere karşı adaleti sağlamak isteyen filmin kahramanları, sık sık silaha sarılıyor ve kötülere hak ettiği kaderi biçiyor.
‘S1 F1R B1R’in problemi senaryosu ve yer yer karikatürize çizgilerde seyreden kanlı sahneleri. Öyle ki film boyunca ölen insan sayısı, ‘John Wick serisi’nin ortalamalarını yakalıyor! Ama dinamik anlatım, kalbe ve hayatımızın içinde eksik olduğuna inandığımız adalete ilişkin duygularımıza seslenen tavrı, filmin anlattıklarına kulak vermemizi sağlıyor. Öykünün, kendi kahramanlarına kıyan ve nihayetinde, bütün ortamı tertemiz bırakan yaklaşımı da dikkat çeken yanlarından. Sistem tarafından el üstünde tutulan yerel politikacılar, iyi ve kötü polisler, iç içe geçmiş kirli ilişkiler, küçük bir kızı hayata bağlamak için verilen mücadele ve ortaya konan çaba derken filmde, aslında büyük resimle birlikte genel bir tasviri görmek mümkün. Çok daha iyi bir sinematografi ve senaryoyla belki de bu toprakların ‘La haine’i olabilirmiş ‘S1 F1R B1R’ ama artık önümüzdeki maçlara bakalım...
‘Şark Ekspresi’nin yeni yolcuları

Suda ‘Alien’ oynuyor...
Dar alanda yaratılan gerilim, nereden geleceği belli olmayan bir korku ve sayısı az mürettebatın o tanımsız ya da yarı tanımlanmış düşman tarafından teker teker yok edilişi... Malum sinema, özellikle Ridley Scott’ın 1979 tarihli başyapıtı ‘Alien’dan sonra bu formülü sıkça tekrarlar... Hatırlanacağı gibi aradan geçen 40 yılda aynı güzergâhta ilerlemeye çalışan çok sayıda yapım izledik.
Haftanın yenilerinden ‘Derin Sular’ (‘Underwater’) da benzer bir çatıyı bu kez suyun binlerce metre altında bir kez daha kuruyor. William Eubank imzalı yapımda hikâye okyanus dibindeki bir sualtı laboratuvarında geçiyor. Sondaj ekibi, bir depremin ardından sorunlar yaşanan merkezde hayatta kalma mücadelesine girişiyor. Mürettebat kimi teknik ve fiziksel problemlerin üstesinden gelmeye çalışırken karşılarına bambaşka bir tehlike çıkıyor.
‘Şark Ekspresi’nin yeni yolcularıBir kedim bile yok!
‘Derin Sular’, formülü, usulüne uygun uygulayan bir film. Adrenalini yükseltmekte ve seyircisini geriliminin içine çekmekte zorlanmıyor. Ama anlattığı öykünün, girişte belirttiğim tarihsel geçmiş açısından çok bilindik olması, etkisini ve de orijinalliğini azaltıyor. Öte yandan filmi izlerken sadece ‘Alien’ (ya da bir yanıyla ‘The Thing’) değil, kimi kadrajlar itibariyle yakın zaman önce izlediğimiz ‘High Life’ da akla geliyor.
Kristen Stewart’ın ‘kedisiz’ ve daha minyon bir Sigourney Weaver portresi çizdiği yapım, tamamıyla olmasa da belli ölçülerde gerilimseverleri tatmin edecek sahnelere sahip. Bu arada küçük bir uyarı: Salondan çıktıktan sonra ahtapot, kalamar, karides ya da mürekkepbalığı türü deniz ürünlerinden bir müddet uzak kalmak isteyebilirsiniz!
Haftanın diğer seçenekleri...
‘Şark Ekspresi’nin yeni yolcuları
Ünlü müzikalin son uyarlaması ‘Cats’i Tom Hooper yönetmiş, kadroda Francesca Hawyard, James Corden, Jennifer Hudson, Judi Dench, Idris Alba ve Taylor Swift gibi isimler bulunuyor. Xavier Dolan imzalı ‘Matthias ve Maxime’in (‘Matthias et Maxime’) oyuncuları ise şöyle: Gabriel D’Almeida Freitas, Xavier Dolan, Pier Luc Funk ve Anne Dorval. Yerli yapım ‘Biz Böyleyiz’i Caner Özyurtlu yönetmiş, kadroda şu isimler yer alıyor: Hümeyra, Berrak Tüzünataç, Engin Öztürk, Özge Özpirinçci, Şebnem Bozoklu, Meriç Aral ve Boran Kuzum. Animasyon seçeneği ‘Ajanlar İş Başında’yı (‘Spies in Disguise’) ise Nick Bruno-Troy Quane ikilisi yönetmiş. Miniklere seslenen ‘Hayaller Ülkesi: Gamonya’ ise Tuğçe Soysop imzasını taşıyor. Yerli gerilim ‘Rem’de başrolleri Öykü Bozkurt, Cemre Cansaatçi ve Sebahat Adalar paylaşıyor, yönetmen Berk Aygül. Corneliu Porumboiu imzalı ‘Islıkçılar’ın (‘La Gome-ra’) başrollerinde ise Vlad Ivanov ve Catrinel Marlon var.
‘Şark Ekspresi’nin yeni yolcuları

Yazarın Tüm Yazıları