Paylaş
Malum, sinema bazen sizi farklı yolculuklara davet eder. Bu tür serüvenlerde ezber bozan, yapı yıkan, yeniden tanımlayan, hatırlatan, dalgasını geçen, kıymetini takdir eden ya da tamamen reddeden reflekslere rastlamanız doğaldır. Ki genel bir parantez dahilinde sanatın özü de budur. Bazen geleneksel bazen gelenek dışı, bazen uyumlu bazen devrimci, anarşist... Haftanın yenilerinden ‘Manifesto’, tonları sert çizgilerde gezinmese de böylesi bir hal ve gidişatın ifadesi.
Hayat serüveni boyunca mimarlık, video art, enstalasyon ve de sinema gibi dallarla haşır neşir olmuş, ürün vermiş ve geriye, kendince bir ses ve ruh bırakmaya çalışmış 1965 Münih doğumlu Julian Rosefeldt, önce video art olarak gerçekleştirdiği projesini daha sonra sinemaya taşımış. ‘Manifesto’ adlı bu adım, girişte kısaca altını çizdiğimiz genel resmin sınırları dahilinde gezinen bir çalışma. Cate Blanchett’ın 13 farklı karakteri canlandırdığı yapım, kuşkusuz deneysel bir çaba.
Malum her şey Karl Marx ve Friedrich Engels’in ‘Komünist Manifesto’suyla başladı. Peşi sıra sanatta da benzer şekilde gidişatı sarsmak, farklı yolların tarifine soyunmak, var olan düzeni değiştirmek isteyenler de kendi dertlerini hep ‘Manifesto’larıyla ifade ettiler. Rosefeldt ‘Manifesto’da sanat tarihinin yolculuğunu bir anlamda kendince harmanlamak ve kurgusal bir hamleyle peliküle dökmek istemiş. Film boyunca alt metinler ‘Minimalizm’, ‘Sürrealizm’, ‘Dadaizm’, ‘Fütürizm’, ‘Dogma’ gibi sanatsal akımlara uğruyor, ön planda da Cate Blanchett’ın canlandırdığı karakterler bu akımların hayattaki yansımaları olarak karşımıza çıkıyor. Elbette bu yansımalar kuru öyküler ya da bildik akışlarla huzurumuza gelmiyor. Aksine her karakter son derece absürd bir tablonun içinde (ki benim bu filmde en çok beğendiğim yan da bu oldu) sunuluyor: Bir cenaze töreninde, bir yemek masasının etrafında muhafazakâr bir annenin ettiği duada, TV’de bir haber programı sırasındaki canlı yayın esnasında, bir sınıfta öğretim sırasında, ‘rocker’ların kendilerince takılmasında ya da bir Rus koreografın provalara öncülük etmesinde vs. vs... Rosefeldt, bütün bu bölümleri sarkmadan, akışlarını bozmadan, el attığı sulara olan sevgisini ve saygısını göstererek ama sarkastik, yer yer ti’ye alan refleksler dahilinde perdeye yansıtırken genel bir bütünlüğe ulaşmayı da başarıyor.
Streep’in tahtının öncelikli vârisi: Cate Blanchett
Sanatın en temel yanlarından biri de sübjektifliğidir. Sinema da bir sanat dalı olarak benzer dertlere sahiptir. Somuta gelirsek, ‘Manifesto’yu kuşkusuz beğenmeyenler ya da deneysel tavrına ilişkin “Bu ne böyle?” diyenler çıkacaktır. Ya da filmin dertlerine vâkıf olup ifade boyutunda yetersiz bulanlar da... Bütün bunlar tabii ki ‘sübjektifliğin’ de gereği. Bense vaki zamanında bir mimarlık öğrencisi olarak ‘Manifesto’nun yüzdüğü sularda boğulmamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Ayrıca hayata hep sarkastik bakmaya, konu ne olursa olsun hınzırca, dalga geçmeye yönelik yaklaşmaya çabalayan biri olarak ‘Manifesto’nun tavrını, üslubunu, iri cümleler etrafında biçimlenen meseleleri durum komedileri eşliğinde huzurumuza getirmesini ve birçok sanat akımına ilişkin aynı zamanda merak uyandırıcı yanını beğendim.
Filmi sırtlayan Cate Blanchett’a gelince: Avustralyalı yıldız, kuşkusuz Meryl Streep’in o asla ulaşılmayacak gibi görünen tahtı için en büyük aday konumunda. Kendine özgü havası, tarzı ve başının üzerinde görünmeden kendisine eşlik eden ‘hale’siyle ‘Manifesto’da da etkileyici bir performans ortaya koyuyor. Sırf Blanchett’ın neler yaptığını görmek için bile salonun yolunu tutabilirsiniz.
HER ŞEY
Yönetmen: Stella Meghie
Oyuncular: Amandla Stenberg, Nick Robinson, Anika Noni Rose,
Ana de la Reguera, Taylor Hickson, Dan Payne
ABD yapımı
AŞK ‘HER ŞEY’İN ÜSTESİNDEN GELİR Mİ?
Son derece zevkli ve pahalı döşenmiş bir ev.... Bütün teknolojik aygıtlar elinizin altında. Yapının mimarisi de etkileyici, ayrıca işlevsel ve estetik... Yani ‘dört dörtlük’ bir hayatın fiziki altyapısı hazır ve nazır... Ya işin psikolojik ve katı gerçekçilik boyutu?..
‘Her Şey’ (‘Everything, Everything’), bağışıklık sistemi problemli (rahatsızlığının bilimsel adı ‘SCID / Severe Combined Immunodeficiency’, yani Yüksek Derecede Bağışık Yetersizliği) genç bir kızın öyküsünü anlatıyor. 18 yaşındaki Maddy, annesinin titiz gözetimi altına bir tür kendi fanusunda yaşamaktadır. Genç kızın rutin hayat denklemi, yan eve taşınan yeni komşularının oğlu Olly’nin varlığıyla bozulur. İki gencin önce pencerelerden başlayan yakınlığı, nihayetinde aynı mekânda buluşma aşamasına gelecek, bu da genç kızın sağlığında sorunlar yaratacak bir durum oluşturacaktır...
Nicola Yoon’un kitabından sinemaya uyarlanan ‘Her Şey’, aslında John Green romanlarını çağrıştırıyor. Film, başlarda çok iyi giderken, içten içe bizi şu hisse doğru itiyor: “Bu senaryo sanki bir yerde yoldan çıkacak.”
Nihayetinde öyle oluyor, ‘Her Şey’ birkaç virajla tökezliyor, finalde ise çok da inandırıcı bir noktaya ulaşamıyor. Ama yine de yönetmen Stella Meghie’nin temiz rejisi ve iki genç oyuncunun, Amandla Stenberg ve Nick Robinson’ın içten performanslarıyla rahatça izleniyor. Ayrıca eski fotoğraflardan gördüğümüz kadarıyla, siyahi Maddy’nin bir trafik kazasında kaybettiği babasının beyaz olması, keza ona âşık olan Olly’nin de beyaz olması gibi kimi ‘detaylar’, dolayısıyla öykünün çokkültürlü bir dünyaya olan inancı filmin olumlu yanlarından. Keşke öykünün sürprizi de daha sağlam bir bakış açısına ve mantığa sahip olsaymış.
MEZARCI
Yönetmen:Talip Karamahmutoğlu
Oyuncular: Emre Altuğ. Nilay Erdönmez, Mustafa Uzunyılmaz, Turan Özdemir, Sadık Gürbüz, Hikmet Karagöz, Adem Yılmaz, Orhan Aydın
Türkiye yapımı
‘RANT’SAL DÖNÜŞÜM...
Batı ellerinde mezarcı olarak çalışan Ejder, babasının ölümüyle döndüğü köyünde, ‘kapitalist âlem’de geliştirdiği bilgi ve görgüsünden yararlanmaya karar vererek ‘Peder Bey’den kalan zeytin tarlalarını zenginlere hizmet eden bir mezarlığa çevirir.
Talip Karamahmutoğlu, Osman Şahin’in bir öyküsünden yazdığı senaryoyla çektiği ‘Mezarcı’da günümüz ‘rantsal’ ahlakını bir köy ölçeğinde masaya yatırıyor. Film gözü paradan ve sınıf atlamaktan başka bir şey görmeyen bir dönem figürünü tasvir ederken güncel bir meseleye, zeytin ağaçlarını yok eden zihniyete de dikkat çekiyor. Lakin bu kâğıt üzerindeki kayda değer dertler, derinleşemeyen ana karakter yüzünden istediği etkiyi sinemasal anlamda yapamıyor.
Ama dertsiz tasasız, akla, vicdana zarar onca yerli yapımın arasında, kaybolan değerlere yaptığı vurgularıyla ilgiyi hak eden bir çalışma ‘Mezarcı’. Feza Çaldıran’ın enfes kadrajları ve Erkan Oğur’un seslendirdiği, Mazlum
Çimen bestesi ‘Sen Benden Gittin Gideli’ de cabası...
HİZMETÇİ
Yönetmen: Park Chan-wook
Oyuncular: Kim Min-hee, Ha Jung-woo, Jo Jin-woong, Kim Hae-suk
Güney Kore yapımı
ARZU EN SICAK RENKTİR...
Kendi sosyal iktidarı için kadınları kullanmaya çalışan bir erkek ve iç açılarının toplamı iki kadın olan bir üçgen... ‘İhtiyar Delikanlı’yla (‘Oldboy’) tanıdığımız Park Chan-wook’un son filmi ‘Hizmetçi’yi (‘Ah-ga-ssi’) kısaca böyle tanımlamak da mümkün. Üç ayrı bölümden oluşan ve sürprizli sonlarıyla iç içe geçen yapım (aslında durumu şöyle de tarif edebiliriz; ‘Olağan Şüpheliler’i düşünün, bu filmin içinde üç adet benzer ‘feyk’ var), iki saat 24 dakikalık süresine rağmen akıp gidiyor. Chan-wook’un dingin anlatımı, zaman zaman yükselen tempo, bazen kanlı sahnelere açılan kapılar ama daha çok yoğun bir erotizm yükü...
Galli yazar Sarah Waters’ın ‘Fingersmith’ romanından uyarlanan ‘Hizmetçi’de, öykünün geçtiği zaman ve mekân, Victoria dönemi İngiltere’sinden Japon işgali altındaki 1930’lar Kore’sine taşınmış. Soylu bir genç kadın, onun servetine göz koymuş sahte bir aristokrat ve aristokrata yardım için ‘hizmetçi’ kimliğiyle devre giren bir dolandırıcı kız (Az biraz geri planda da yine kendine soylular üzerinden üst sınıfta rahatça süreceği bir hayatı sürekli olarak kovalamış bir adam var)... Chan-wook, bu sınıf dengeleri ve çekişmeleri arasında ilerlerken lezbiyen bir ilişkiye de yelken açan hikâyeyi son derece incelikli ve zarafet dolu anlar eşliğindeki görüntülerle süslemiş. Filmin lezbiyen ilişkiyi ön plana çıkardığı sahnelerin ‘Mavi En Sıcak Renktir’ kadar etkili, hatta daha erotik olduğu söylenebilir.
Toparlarsak etkileyici sinematografisi, başarılı oyunculukları ve estetik kadrajlarıyla ‘Hizmetçi’yi, ‘Manifesto’yla birlikte haftanın ‘Kesinlikle kaçırmayın’ statüsündeki filmi olarak gösterebiliriz... Ayrıca Park Chan-wook imzalı yapımın vizyon tarihinin iki kez ertelendiğini ve nihayet bu hafta, salonlarımıza uğradığını da hatırlatalım.
DİĞER SEÇENEKLER
Alexander Romanetz’in yönettiği ‘Sevimli Emojiler’ (‘The Mojicons’) haftanın animasyon seçeneği. ‘Model’in (‘The Model’) başrollerinde Maria Palm, Ed Skrein, Yvonnick Muller ve Christian Abart gibi isimler var, yönetmen Mads Matthiesen. Usta yönetmen Wolfgang Petersen imzalı ‘Çılgın Banka Soygunu’nda (Vier Gegen Die Bank) ise başrolleri Til Schweiger, Matthias Schweighöfer, Michael Bully Herbig ve Jan Josef Liefers paylaşıyor. Shane Abbess’in yönettiği ‘Bilim Kurgu: Bölüm 1: Son Savaşçı’da (‘Science Fiction Volume One: The Osiris Child’), Kellan Lutz, Isabel Lucas, Rachel Griffiths ve Daniel MacPherson oynuyor. ‘Bas Gaza’nın (‘Overdrive’) kadrosunda Ana de Armas, Freddie Thorp, Gaia Weiss ve Scott Eastwood gibi isimler var, yönetmen Antonio Negret. ‘Organik Aşk Hikâyeleri’nin başrollerinde Özge Gürel, Gökhan Alkan, Furkan Kızılay ve Sadi Celil Cengiz gibi isimler var, yönetmen Alpgiray M. Uğurlu. Haftanın bir başka yerli seçeneği olan ‘Amigos: Meksika Hazinesi’ni Arif Çağatay Özkan yönetmiş, oyuncular Nami Esatgil, Hamit Demir ve Kağan Öztop.
Paylaş