Paylaş
Sinemamızın tarihsel gelişimi içinde huzurumuza gelen komedi oyuncularının sundukları karakterler, her daim toplumsal reflekslerin ve sosyolojik okumaların ifadesiydi. Sadri Alışık, Vahi Öz, Öztürk Serengil, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal, Şener Şen ya da İlyas Salman, fark etmez; hepsi ama hepsi belli prototiplerin, belli modellerin perdedeki yansımalarıydı. Sinemamız gerçi modernizme uzandığında büyük resim itibariyle miras problemleri yaşar ve ‘usta-çırak’ ilişkisini pek sürdüremez olsa da, işin güldürü kısmında ‘devamlılık hatası’ yaşanmadı ve Cem Yılmaz ya da Şahan Gökbakar gibi ‘şimdiki zaman’ temsilcileri de geleneğe sahip çıktı.
Hepimizin aynası Arif
Madem bu hafta filmi vizyonda, bu durumda meseleyi Cem Yılmaz üzerinden okuyacaksak, kuşağının bu yetenekli ismi rol modeli olarak o çok sevdiği Sadri Alışık’ı seçti ve genel tabloda, ‘Bizi bize en iyi anlatan olarak’ dikkat çekti. Yılmaz’ın sinema serüveni boyunca en çok yanında taşıdığı karakter olan Arif, hatırlanacağı gibi daha önce ‘G.O.R.A.’ ve ‘A.R.O.G.’ gibi izler bırakmıştı, bu hafta itibariyle ‘Arif v 216’yla üçüncü kez varlığını hatırlatıyor. Daha da önce de yazmıştım; “Arif, hepimizin bir aynası. Az ya da çok. Futbola, sinemaya, aşka, cinselliğe, teknolojiye, tarihe bakışında bu coğrafyanın izlerini taşıyor ve her olay karşısında, mutlaka ve mutlaka bir çözümü var”. Uzaya ya da ‘Yontma Taş Devri’ne gitmesinin önemi yok; her zamanda ve dönemde pratik zekâmızdan örnekler sunuyor, meselelerin üstesinden kendi yöntemleriyle gelmesini biliyor. Önceki adımların 2004 ve 2008’de atıldığı düşünülürse ‘Arif v 216’, aynı kahramanlarla bizi yaklaşık 10 yıl sonra buluşturan bir çalışma.
İyi insanların ülkesi...
Filmin öyküsü kısaca şöyle: G.O.R.A.’ gezegenindeki kadim dostu ‘Robot 216’, insan olmaya karar verir ve Arif’in yanına, Dünya’ya gelir. Lakin bu durum başta komşular olmak üzere (Ben bu bölümü Suriyeli göçmenlere gönderme diye okudum) kimi kurum ve kuruluşları (başta CIA) rahatsız eder. İkili çareyi eskilerden kalma zaman makinesini çalıştırarak ışınlanmakta bulur. 216, yanlış düğmelere basınca 1969 yılına yollanırlar... Burada onları kör bir genç kız, samimi bir mahalle ortamı, sömürü düzeninin bekçisi bir zengin ve de dönemin bütün ışıltılı hayatı, yıldızları yani ana kodlarıyla ‘Eski Türkiye’ beklemektedir...
Yönetmenliğini Kıvanç Baruönü’nün üstlendiği, senaryosunu Cem Yılmaz’ın kaleme aldığı ‘Arif v 216’, adeta sinema tarihine ve tarihimize yönelik ince, zekice ve vefalı bir saygı duruşu olmuş. Film, başlar başlamaz dur durak bilmeksizin sürekli göndermeler ve referanslar eşliğinde ilerliyor. ‘The Shining’den ‘Üç Arkadaş’a, 'X-Men'den 'Avare'ye, ‘Blade Runner’dan James Cameron’a, Christopher Nolan’dan Zeki Demirkubuz’a uzanan ve her istasyonda sevdasını, tutkusunu hissettiren bir yolculuk bu. Yılmaz’ın adeta hatıralar sandığından çıkardığı kıymetler arasında sadece yedinci sanatın temsilcileri yok, popüler kültürün zihinlerimizdeki yerleri sonsuza dek korunacak Sadri Alışık, Ayhan Işık, Zeki Müren, Ajda Pekkan, Filiz Akın, Cüneyt Arkın, Emel Sayın gibi ikonları da peliküle sızanlar arasında...
‘Arif v 216’yı bence değerli kılan sadece göndermeleri ve referansları değil elbet. Filmin bakış açısı ve vurguları da kayda değer toplumsal okumalarla dolu. ‘G.O.R.A.’ ve ‘A.R.O.G.’da Arif, pragmatist, menfaatleri doğrultusunda hareket eden, uyanık, yer yer tatlı, sevimli bir üçkâğıtçı tiplemesiydi. Burada ise aynı karakterin artık duygusallaştığını, kalbiyle hareket ettiğini, romantik bir çizgiye taşındığını görüyoruz. Önceki iki film uzayda ve Yontma Taş Devri’nde geçerken ‘Arif v 216’, artık özlemini duyduğumuz, kutuplaşma gibi bir belaya bulaşmamış, iyi insanların sadece sinemada olmadığı bir ülke özleminde dolaşıyor. Yani bir bakıma biz 2017’de, ‘Distopya’da yaşıyoruz, 1969’un Türkiye’si ‘Ütopya’ olmuş. Aslında ‘Arif v 216’nın tarif ettiği adres, çocukluğumuzu, gençliğimizi, masumiyeti aradığımız ve bulduğumuz ‘Arzu Film ekolü’ne ait filmlere yakın, sadece tarih olarak birkaç yıl öncesinde geziniyor.
Ya oyunculuklar? Ana karakterleri canlandıran Cem Yılmaz, Ozan Güven, Seda Bakan, Zafer Algöz, Özkan Uğur; hepsi iyiler ama sanırım bu filmin kadrodaki bir adım önce olan ismi Zeki Müren’de izlediğimiz Çağlar Çorumlu. Ben bir de Kerem Alışık’ın, ‘rahmetli’ babasını bütün mimikleri ve vücut hareketleriyle canlandırmasını ve ‘vedası’nı hem çok beğendim hem de çok hüzünlü buldum.
Siyasi mizah!
Cem Yılmaz’ın filmleri sanki iki arterde ilerliyor. Bir tarafta saf komedi, diğer tarafta hüzünlü ve özellikle ‘sinefil’lere seslenen işler var. ‘Arif v 216’, sanki bu iki ayrı kanadın en çok buluştuğu yapım olmuş. Hatta ‘Pek Yakında’yla ‘G.O.R.A.’ ve A.R.O.G.’un karışımı diyebiliriz.
“Sıfır sorun derken bütün komşularla papaz olduk” esprisiyle ‘siyasi mizah’a da göz kırpan film, Cem Yılmaz külliyatının saf komedi hattındaki muhtemelen en iyi çalışması. Kıvanç Baruönü’nün başarılı rejisinin yanı sıra sanat yönetiminin ve kostüm tasarımının da hakkını vermek lazım. Son olarak şunu söylemek eleştirmenlik borcum: İlk adımlarını beğendiğim ‘Recep İvedik’ serisinde Şahan Gökbakar artık popülizm ve gişe adına çıtayı alabildiğine düşürürken Cem Yılmaz’ın çıtayı daha da yükseklere taşıma çabası takdire değer bir davranış...
ARİF v 216 (5 üzerinden 4 yıldız)
Yönetmen: Kıvanç Baruönü
Oyuncular: Cem Yılmaz, Ozan Güven, Seda Bakan, Zafer Algöz, Çağlar Çorumlu, Özkan Uğur, Özge Özberk, Farah Zeynep Abdullah, Ahu Yağtu, Can Yılmaz, Muhittin Korkmaz, Mert Fırat, Şükrü Özyıldız, Zeynep Kankonde, Özgür Emre Yıldırım, Tuncay Beyazıt, Kerem Alışık
Türkiye yapımı
Bodrumda biri mi var?
‘Good Time’dan kısa bir süre sonra yine kardeşlerin katıldığı bir banka soygununun tanığıyız. Haftanın yenilerinden ‘Ölüm Odası’na (‘The Vault’), iki kız kardeş, erkek kardeşlerinin borcu yüzünden soygun yapmak zorunda kalıyor. Toplam beş kişiden oluşan bir ekiple gerçekleştirilmeye çalışılan eylem daha sonra başka noktalara taşınıyor. Soygun timi ilk olarak bankaya başvuru yapan memur adayı, müşteri ve itfaiyeci kimlikleriyle giriyor. Daha sonra belli bir noktada harekete geçiyorlar. Ne var ki kasada 70 bin dolar gibi beklentilerini karşılamayan bir meblağ olması planlarını sekteye uğratıyor. Bu sırada rehin aldıkları kişilerden biri bodrum kattaki kasada 6 milyon dolar olduğunu söylüyor. Bu bilgiyle birlikte dengeler yeniden kurulurken aşağıda beklenmedik gelişmeler yaşanıyor.
‘Ehh işte!’
‘Ölüm Odası’, tıpkı yıllar öncesinin klasiği ‘Günbatımından Şafağa’ gibi ilk yarısı ayrı, ikinci bölümü ayrı bir çalışma. Bildik soygun filmi tadında başlayan yapım, daha sonra ‘korku sineması’nın sularına dahil oluyor. Yönetmenliğini Dan Bush’un üstlendiği, başrollerinde James Franco ve Clint Eastwood’un kızı Francesca Eastwood gibi isimleri izlediğimiz yapım, merakımızı belli noktalarda celp etse de nihayetinde ‘Ehh işte’ çizgisinin ötesine geçemiyor.
ÖLÜM ODASI (5 üzerinden 2,5 yıldız)
Yönetmen: Dan Bush
Oyuncular: Francesca Eastwood, Taryn Manning, Scott Haze, Clifton Collins, James Franco
ABD yapımı
Yalnızlığın ‘memur’u...
Yalnızlık hissiyatı, toplumla arasına mesafe koyma isteği ve bütün bu haletiruhiye içinde sığınılan liman; yazmak, yazmak, yazmak. Manchester’lı genç Steven Patrick Morrissey, biraz da evde annesiyle sürekli sorunla yaşayan babasının dayatmalarına ket vurmak üzere çalışma hayatına atılıyor. İşi de resmi bir dairede dosyaları düzenlemek. Uyumsuzluğu burada da sürüyor elbet... Yazmak çizmek ise onun açısından Kafka’vari bir kaçış yöntemine dönüşüyor.
‘İngiltere Benim’ (‘England Is Mine’), The Smiths’in solisti Morrissey’in gençlik dönemlerinde gezinen bir film. Mark Gill imzalı yapım, ismini grubun ilk albümündeki ‘Still Ill’ şarkısının ilk dizesinden almış. Morrissey hayatının bu döneminde aslında yalnızlığına son verecek iki liman buluyor; biri ressam Linder Sterling, diğeri de iş arkadaşı Christine. Ama ikisinin de uzattığı imdat simidi, belli bir yere kadar idare ediyor (ilham kaynağı da Oscar Wilde bu arada). Asıl kurtuluş, Morrissey’in gruba katılmasıyla gerçekleşiyor ama film hikâyeyi bu noktaya kadar taşımaktansa Manchester’daki büyüme ve arayış kısımlarında dolaştırıyor.
‘İngiltere Benim’, ana karakterinin ruh durumunu (başrol oyuncusu Jack Lowden’ın katkısıyla da tabii ki), gayet başarılı bir şekilde aktarıyor. Lakin Morrissey sonraları kafası karışık ve giderek aşırı sağa meyilli bir karaktere dönüştü. Hatta sanatı farklı, kişiliği farklı değerlendirilmesi gerekenler sınıfının en belirgin figürlerinden biri oldu. İngiliz sinema yazarları da filmi değerlendirirken Morrissey’in karanlık tarafını yeterince vurgulamadığını işaret etmişler... Takdir sizin ama bana sorarsanız sakin anlatıma sahip ‘İngiltere Benim’, izlenmeye değer bir çaba.
İNGİLTERE BENİM (5 üzerinden 3 yıldız)
Yönetmen: Mark Gill
Oyuncular: Jack Lowden, Jessica Brown Findlay, Jodie Comer, Laurie Kynaston, Simone Kirby, Finney Cassidy
İngiltere yapımı
Hafıza-i kirpi...
Haftanın animasyon seçeneği ‘Bobi: Dikenlerin Gücü Adına’ (‘Bobby The Hedgehog’), afacan bir kirpinin kaza sonucu hafızasını kaybetmesini anlatıyor. Öykü Bobi adlı bu kirpinin, şair güvercinle birlikte unuttuğu şeyleri hatırlamak için çıktığı yolculukta arkadaşlığın ve sorumluluk sahibi olmanın anlamını bulmasına vurgu yapıyor. Filmi Huang Jian Ming yönetmiş.
Paylaş