Paylaş
Önce ‘çeviride kayboldu’ (‘Lost in Translation’), sonra bir tablo zarafeti (‘İnci Küpeli Kız’) içinde kendini hatırlattı. 1984 doğumlu Scarlett Johansson, ‘Rüya fabrikası’ namlı Hollywood’un, ‘Rüyaları süsleyen kadın’ kontenjanının belki de günümüzdeki en belirgin temsilcisi konumunda artık. Bir Vermeer tablosu güzelliğindeki ve masumiyetindeki görüntüsünün uzağında, bir arzu nesnesine dönüştü adeta. Basamakları çıkarken de en güçlü yardımı Woody Allen’ın filmografisi içindeki en farklı yapımlardan biri olan ‘Maç Sayısı’ndan aldı sanırım. ‘Suç ve Ceza’nın bu modern uyarlamasındaki karakteri, bir anlamda ‘şuh’ kimliği üzerinde yoğunlaşılmasını ve kitlelerce ‘Seksi kadın’ unvanıyla ele alınmasını sağladı.
KABUKTAKİ HAYALET
Yönetmen: Rupert Sanders
Oyuncular: Scarlett Johansson,
Pilou Asbaek,Takeshi Kitano, Juliette Binoche, Michael Pitt, Chin Han
ABD yapımı
Peşi sıra gelen ‘Ada’, bugün itibariyle ‘Kabuktaki Hayalet’e kadar uzanan ‘Bilimkurgu kariyeri’ndeki (!) ilk adım olacaktı. ‘The Black Dahlia’, ‘The Prestige’, ‘The Other Boleyn Girl’, Vicky Cristina Barcelona’ derken ‘Demir Adam 2’yle ‘Marvel dünyası’na adım attı. O artık ‘Yenilmezler’ ekibinin, üzerine siyah derileri çekmiş üyesi ‘Kara Dul’du. Sırasıyla ‘The Avengers’. ‘Kaptan Amerika: Kış Askeri’, ‘Avergers: Ultron Çağı’nda boy gösterirken takımdaki yeri giderek sağlamlaştı.
Scarlett Johansson bu hafta ‘Kabuktaki Hayalet’le huzurlarımızda. Canlandırdığı karakter, teknolojinin yardımıyla bir ölüm makinesine dönüştürülmüş eli silahlı bir güvenlik elemanı. Zaten üstün robotları yaratan şirketin yöneticisi Cutter, filmin bir yerinde “Onu bir makine olarak düşünmüyorum. O bir silah ve şirketimin geleceği” diyerek durumunun altını çiziyor.
SONRAKİ RANDEVU BEKÂRLIĞA VEDA PARTİSİNDE
‘Kabuktaki Hayalet’in genel havası ve geleceğe ait mimari göndermeleri ‘Beşinci Element’i de hatırlattığı için insanın aklına kimi yerlerde Milla Jovovich’in canlandırdığı ‘Leeloo’ karakteri geliyor. Ki Johansson’un da ‘Beşinci Element’in yaratıcısı Luc Besson’la çalışmışlığı var ve güzel yıldızımız, 2014 tarihli ‘Lucy’ adlı bu ‘randevu’da, aşırı dozda aldığı bir kimyasalla fiziksel ve zihinsel açıdan insanüstü yeteneklere kavuşan bir karakteri canlandırıyordu. Bir bakıma Lucy, ‘Kabuktaki Hayalet’in ana karakteri ‘Binbaşı’ Mira’nın öncüsüydü demek mümkün (Aslında bir ölüm silahı olarak hareket eden Mira, Keanu Reeves’lı ‘John Wick’ esintileri de sunuyor doğrusu).
Ya sonrası? Scarlett Johansson’a ‘pek yakında’ bir parti ortamında rastlayacağız. 30 Haziran’da vizyona girecek olan ‘Rough Night’, bekârlığa veda partisi düzenlemek isteyen bir grup kız arkadaşın doyasıya eğlenebilmek adına kiraladıkları villada başına gelenleri anlatıyor. Söz konusu film, en azından bir süreliğine de olsa (2018’de ‘Yenilmezler’in yeni bölümünde tekrar ‘Kara Dul’ olarak karşımıza çıkacak) silah bırakması ve aksiyondan uzaklaşması anlamına da gelecek...
BİR BEN VARDIR BENDE...
1995 yapımı anime klasiği ‘Kabuktaki Hayalet’, Hollywood eliyle aksiyon yüklü bir distopya olarak karşımızda. Film, arka planında insan-robot karışımı varlıkların kimlik sorunlarına yoğunlaşırken asıl olarak kurduğu görsel yapıyla dikkat çekiyor.
Bugün için artık bir anime klasiği olarak kabul edilen 1995 tarihli ‘Ghost in the Hell’ (‘Kokaku Kidotai’), Hollywood işi bir bilimkurguyla huzurlarımızda. ‘Kabuktaki Hayalet’ adıyla gösterime giren yapımın öncülü, Masamune Shirow imzalı manga serisinin uyarlamasıydı. Salonlarımıza uğrayan bu yeni adım ise Jamie Moss, William Wheeler ve Ehren Kruger üçlüsünün kalemlerinden çıkan bir senaryonun ifadesi.
Önce kısaca öykü diyelim: Geleceğin dünyasında ortamın güvenliği insanlığın ve teknolojinin en iyi yanlarının bileşimi olan robotlarla sağlanmaktadır. Üstün özelliklere sahip bu ‘melez’ yapıların en mükemmel örneği ‘Binbaşı’ Mira’dır. Robotların tasarımcısı Hanka Corporation’ın ileri gelen yöneticilerine yönelik suikastlar, güvenlik teşkilatını harekete geçirir. Mira, olayı çözmek için partneri Batou’yla birlikte siber âlem üzerinden iz sürmeye koyulur...
‘WESTWORLD’E SELAM OLSUN
‘Kabuktaki Hayalet’in sunduğu öykünün yeni bir yanı yok; derinliğini robotların kimlik, köken yani varoluşçuluk meselesi üzerinden tanımlıyor. Malum, 70’lerde Michael Crichton’ın yazıp çektiği ünlü bilimkurgu ‘Westworld’ (ki devamı ‘Futureworld’dü), içerik bakımından tekrar elden geçirilerek yakın zaman önce TV dizisi olarak karşımıza çıkmıştı. ‘Kabuktaki Hayalet’, kimi dertleri bakımından ‘Westworld’e ve tabii ki başta ‘Yapay Zekâ’ (‘A.I.’) olmak üzere aynı sularda yüzen onca yapıma yakın duruyor. Öte yandan filmin itici gücü kuşkusuz konusundan ziyade görselliği... Sokaklar, kuleler, devasa gökdelenler, üstgeçitler, her tarafı kaplamış olan koca LCD ekranlar, neonlar, hologramlarla süslü reklam panoları vs... İşte bu göz alıcı (ya da boyayıcı) grafik karmaşa içinde ister istemez ‘Blade Runner’ı, ‘Beşinci Element’i, aksiyon sahneleri itibariyle de ‘The Matrix’i hatırlıyoruz.
Bütün bu çağrışımlar ve esintiler eşliğinde ‘Kabuktaki Hayalet’ orijinal bir dünya (ya da atmosfer) sunmuyor ama filme kaynaklık eden ‘anime’nin 1995 tarihli olduğu düşünülürse orijinallik bahsini hoş görebiliriz. Öte yandan günümüz sinema seyircisinin hafızasının beslenme kaynaklarının çokluğu ve bu çokluğun yarattığı geniş skala, izlediğimiz onca filmi tanıdık imajlarla yüklüyor. Yani genel tablo, İngiliz yönetmen Rupert Sanders’ın (kendisini ‘Pamuk Prenses ve Avcı’dan hatırlıyoruz) elinden çıkan bu aksiyonel distopyanın çıtasını ortalara çekmiş gibi görünüyor.
Mira rolündeki Scarlett Johansson’ın sürüklediği filmde ana karakterin partneri Batou’da Pilou Asbaek’i izliyoruz (Danimarkalı aktör, Johansson’la daha önce de ‘Lucy’de birlikte oynamıştı). Polis şefi Aramaki’de çok sevdiğimiz Japon yönetmen ‘Beat’ Takeshi Kitano karşımıza gelirken Juliette Binoche da kötücül sistemin iyi kalpli bilim insanı Dr. Ouetlet’i canlandırıyor. Michael Pitt de, öykünün ‘öteki’si yani ‘gizemli hacker’ Kuze’de sesi ve görüntüsüyle ‘genç Darth Vader’ (‘Kylo Ren’ mi desek yoksa?) tadı veriyor.
Sonuç? ‘Kabuktaki Hayalet’i, görselliğiyle öne çıkan orta karar bir distopya olarak nitelendirebiliriz sanırım...
UMUT BAHÇESİ
Yönetmen: Niki Caro
Oyuncular: Jessica Chastain, Johan Heldenbergh, Daniel Bruhl, Timothy Radford, Efrat Dor, Shira HaasÇekya-İngiltere-ABD ortak yapımı
BİR BAŞKA ‘SCHINDLER’ HİKÂYESİ
Alman işadamı Oskar Schindler, 2. Dünya Savaşı dönemi Naziler’in pençesinden kurtardığı yaklaşık 1200 Yahudinin hayatta kalmasına önayak olmuş, Steven Spielberg de o ünlü filmiyle (‘Schindler’s List’) böylesi bir şahsiyetin bütün dünyaca tanınmasını sağlamıştı. Haftanın yenilerinden ‘Umut Bahçesi’ (‘The Zookeeper’s Wife’) de benzer bir hikâye anlatıyor.
Önce konuyu kısaca özetleyelim: Varşova Hayvanat Bahçesi’nin yöneticileri Antonina Zabinski ve kocası Jan, tesisin işletmesini aksatmadan yürütmektedir. Lakin Nazilerin Polonya’yı işgaliyle birlikte bütün dengeler değişir. Savaş öncesi tanıdıkları Alman zoolog Lutz Heck, hayvanat bahçesini bir anlamda yağmalar ve kimi değerli hayvanları Berlin’e yollar. Çift, atıl durumu düştükleri süreçte Alman askerler için domuz yetiştirmeye başlarlar. Ama bu yüzeydeki kılıftır; arka plandaki amaç ise önce yakın dostlarını sonra da Yahudi mahallesinden kaçırmayı başardıkları çocukları ve yetişkinleri tesis içindeki evlerinin bodrum katında saklamaktır...
KURTARILAN 300 HAYAT
‘Whale Rider’, ‘North Country’, ‘McFarland’ gibi filmleriyle tanıdığımız Yeni Zelandalı Niki Caro’nun imzasını taşıyan ‘Umut Bahçesi’, Diane Ackerman’ın 2007 tarihli romanından sinemaya uyarlanmış, Kimi yanlarıyla gerçek olaylara dayanan bu metnin görsel ifadesi, kuşkusuz kulak kabartmaya değer bir öykünün varlığını hatırlatıyor. Zabinski çifti, ‘Gestapo ruhu’yla donanmış zoolog Heck’le iyi geçiniyor gibi görünürken (ki Heck’in Antonina’ya zaafı da vardır) gizlice onca kişinin (sayıları 300 kadar) hayatını kurtarıyor. Hayvanat bahçesinin üyelerinden bir kısmı Berlin’e götürülüp bir kısmı da ‘değersiz’ bulunup yok edilirken tesis bir tür ‘kurtarma kampı’na dönüşüyor.
Öykü çekici ama ne yazık ki Caro’nun rejisi aynı düzeyde heyecan sunmuyor. Farklı uluslara ait oyuncu kadrosunun kitabi diyaloglarının yarattığı inandırıcılıktan uzak atmosfer, derinliksiz karakterler derken ‘Umut Bahçesi’, kimi yanlarıyla karikatürize olmaktan kurtulamayan bir filme dönüşmüş. Evet, Spielberg’vari destansı bir film beklemiyorduk ama daha samimi bir anlatım ve maharetli bir rejiyle daha iyi sonuç alınabilirmiş sanki.
‘YAPIMCI’ CHASTAİN
Projeye para yatıran isimlerden biri olan Jessica Chastain de altını çizmeye çalıştığım nedenlerden dolayı oyunculuk açısından vasatı aşamıyor. Keza geçmiş işlerinde ne kadar iyi bir aktör olduğunu bildiğimiz Alman Daniel Bruhl de benzer bir kaderi paylaşıyor.
Sonuçta kimi gerçek olaylara dayanan ‘Umut Bahçesi’, tarihi hatırlatmalardan öteye gidemeyen bir çalışma olmuş.
BİZ SİZE DÖNERİZ
Yönetmen: Doğa Can Anafarta
Oyuncular: Hande Soral, Bestemsu Özdemir, Tuğçe Kurşunoğlu, Çağlar Ertuğrul, Fırat Aybayram, Tarık Ündüz, Yetkin Dikinciler, Haldun Boysan Türkiye yapımı
GENÇLİK BAŞIMDA DUMAN...
Üniversite öğretimi sırasında yolları kesişen ve dostlukları, hayatlarının sonraki bölümlerine de taşınan altı arkadaşın çekişmeleri, aşkları, ‘yırtma’ ve ‘tutunma’ çabaları... Genç yönetmen Doğa Can Anafarta, ‘Biz Size Döneriz’de gençliğe bakıyor. Son derece dinamik bir anlatım eşliğinde ilerleyen film konu bazında zaman zaman klişeleri ters yüz etmeye çabalıyor, kimi yerlerde sinemasal göndermelerde (Hitchcock’un ‘Sapık’ı gibi) bulunuyor, bazen de ZAZ’vari absürt esprilere soyunuyor. Kadro da bu gençlik rüzgârını kendi içinde tutarlı çizgiye getirecek performansları sunuyor. Öykünün dış sesi konumundaki Yetkin Dikinciler ve ara rollerden birini canlandıran Haldun Boysan ise filmin tecrübeli isimleri.
Kendi kulvarı içinde nispeten farklı bu yapımı, popüler gençlik filmlerinden hoşlananlar için önerebiliriz.
DİĞER SEÇENEKLER
‘Patron Bebek’
Haftanın yenilerinden ‘Nocturama’yı Bertrand Bonello yönetmiş, oyuncular Finnegan Oldfield, Vincent Rottiers, Hamza Meziani ve Manal Issa. Yerli yapım ‘Sarıkamış Çocukları’nda Burç Kümbetlioğlu, Sılay Ünal, Altan Erkekli, Cengiz Hayta ve Yusuf Ata Yılmaz gibi isimler rol almış; yönetmenler Can Ulkay ve Mutlu Karadoğan. Tom Mc-Grath’ın yönettiği ‘Patron Bebek’ (‘The Boss Baby’), haftanın animasyon seçeneği. Nisan Akman imzalı ‘Aşk Uykusu’nda ise başrolleri Gökçe Bahadır, Alican Yücesoy, Hande Subaşı ve Hasan Küçükçetin paylaşmış.
Paylaş