Paylaş
Bilimle mitin buluştuğu yer’... Amerika, Vietnam bataklığından çıkma telaşındayken kendi hayallerini hükümet temsilcilerine kabul ettirmenin üstesinden gelen maceraperest işadamı Bill Randa’nın tanımıyla ‘Kafatası Adası’ tam da böyle bir yer... Lakin bu yerde sadece bilim mitle değil, insanlık da koca bir yaratıkla, King Kong’la buluşuyor...
Kong: KAFATASI ADASI
Yönetmen: Jordan Vogt-Roberts
Oyuncular: Tom Hiddleston, Samuel L. Jackson, Brie Larson, John Goodman, John C. Reilly, Toby Kebbell, Corey Hawkins, Shea Whigham
ABD yapımı
‘Kong: Kafatası Adası’ (‘Kong: Skulls Island’) ise ‘cüssesi büyük, yüreği ince’ mahlukatın sinema perdesiyle en yeni buluşması. Merian C. Cooper-Ernest B. Schoedsack ikilisinin 1933’teki filmiyle popüler kültürün zihnine yerleşen ‘King Kong’, geçmişte 1976 yapımı John Guillermin imzalı ve 2005 tarihli Peter Jackson imzalı iki yapımla daha hatırlatmıştı kendisini. Bu haftadan itibaren sinemalarımıza uğrayan yapım ise farklı bir uyarlama olarak akıllarda yer edecek sanırım. Daha çok TV dizilerinin yönetmeni olarak bilinen Jordan Vogt-Roberts’ın yönettiği bu son adım, hikâyenin zeminini Vietnam Savaşı’nın sonuna, 1973 yılına taşıyor. Önce kısa özet: Bill Randa, devlet desteğini arkasına alarak Vietnam’daki savaşın ardından kendisine yeni bir meşgale arayan Albay Preston Packard öncülüğündeki helikopter birliğiyle birlikte esrarengiz ‘Kafatası Adası’na yollanıyor. Ekipte, deneyimli rehber James Conrad’ın yanı sıra foto-muhabiri Mason Weaver ve bir grup bilim insanı da vardır. Topluluk, tam olağanüstü doğa harikası adanın büyüsüne kapılmışken ortaya çıkan devasa bir gorille işler karışır...
Öyküsünü John Gatins’in, senaryosunu da Dan Gilroy, Max Borenstein ve Derek Connolly üçlüsünün kaleme aldığı ‘Kong: Kafatası Adası’, genel olarak bir göndermeler filmi olmuş. Öykünün kimi unsurları ve görüntüler, Coppola’nın ünlü Vietnam Savaşı klasiği ‘Kıyamet’e (‘Apocalypse Now’) saygı duruşu adeta. Gökyüzündeki salınan helikopter birliğinin güneş batarken karşımıza gelen kadrajları, ‘Kıyamet’in afişi neredeyse. İlk aşamada King Kong’un saldırısıyla askerlerini kaybeden ve sonradan karşılarındaki dev mahlukattan yok ederek intikam almayı bir ‘takıntı’ya dönüştüren Albay Packard, psikolojik özellikleriyle, Coppola’nın filmindeki Albay Kurtz’u (ki Marlon Brando canlandırıyordu) andırıyor. Bitmedi! İngiliz rehber (eski asker) Conrad, adını ‘Kıyamet’e esin kaynağı olan ‘Karanlığın Yüreği’ (‘Heart of Darkness’) adlı romanın yazarı Joseph Conrad’dan alıyor. Ayrıca yerliler arasında bulunan, 2. Dünya Savaşı’nda adaya düşen ve yaklaşık 19 yıldır dünyadaki gelişmelerden bihaber pilot eskisinin adı da yine ‘Karanlığın Yüreği’nin ana karakterlerinden biriyle aynı: Marlow...
‘GÜZEL VE İRİ’...
Jordan Vogt-Roberts imzalı bu son uyarlama ‘Kıyamet’ sevdasının yanı sıra ‘ilginç sahipleri’ vasıtasıyla Darwin’in, ‘Evrim Teo-
risi’ çalışmasına esin kaynağı olan kimi gözlemlerini gerçekleştirdiği ‘Galapagos Adaları’nı andıran ‘Kafatası Adası’na değişik bir yaratığı da ekleyerek bir başka göndermeye daha soyunmuş. Bazı kadrajlar ve King Kong’un söz konusu yaratıkla mücadelesi, ‘Godzilla’yla olan macerasını (malum, Japon yapımı bir filmdi, 2020’de yeni versiyonunun gelmesi bekleniyor) hatırlatıyor.
Geçmiş ‘King Kong’ filmlerinde devasa gorilin bir diğer adı, ‘Dünyanın sekizinci harikası’ydı ve öykü aslında ‘Güzel ve Çirkin’in farklı bir versiyonu (ki naçizane Peter Jackson imzalı filme ilişkin yazdığım eleştiride ‘Güzel ve iri’ tabirini kullanmıştım) olarak ele alınırdı. ‘Kong: Kafatası Adası’nda ‘romantik’ bölüm fotomuhabiri Mason Weaver karakteri üzerinden kurulmaya çalışılmış. Ama bu yeni adımın asıl derdi görselliği gibi gözüküyor. Jordan Vogt-Roberts’in filmi, kendi adıma söylüyorum, bilgisayar efektleri açısından seyrettiğim en iyi yapımlardan biri. Grafik anlatım da çok başarılı. Keza oyunculuklar da öyle.
Sonuç? Öykü zaten bildik, film de bu mantıkla görselliğe yüklenmiş ve hedefine varmış. Kaçırmayın derim...
NERUDA
Yönetmen: Pablo Larrain
Oyuncular: Gael García Bernal, Luis Gnecco, Mercedes Moran, Alfredo Castro, Michael Silva, Marcelo Alonso, Alfredo Castro
Şili yapımı
KIRALIM ZİNCİRLERİMİZİ...
Ne mutlu ki şairler, salonlara sık uğrar oldu. Jim Jarmusch imzalı ‘Paterson’ın ardından sıra Pablo Larrain’in ‘Neruda’sında. ‘Tony Manero’, ‘Post Mortem’ ve ‘No’dan oluşan ‘Pinoc-het üçlemesi’nin ardından ‘El Club’ı çeken Şilili yönetmen, geçen yıl iki ‘biyografik’ serbest uyarlamaya imza atmıştı. Bu adımlardan ilkini, yani ‘Jackie’yi yakın bir zaman önce izlemiştik, şimdi huzurlarımızda ‘Neruda’ var.
Film, Şili’nin güçlü ozanı Pablo Neruda’nın hayatından bir kesiti, kurgusal bir öykü ve kurgusal bir karakter eşliğinde aktarıyor. Senaryosunu, yönetmenin ‘El Club’da da birlikte çalıştığı Guillermo Calderón’un kaleme aldığı ‘Neruda’, şairin Komünist Parti’den senatör olduğu zaman diliminde başlıyor ve sistemin, Amerika’nın baskısıyla onu kaçak ilan ettiği döneme odaklanıyor. Larrain’in filmi, çatısını şekillendirirken kurgusal bir karakteri sahaya sürmüş; 1948’de Başkan seçilen Gabriel Gonzalez Videla’nın, Neruda’yı yakalaması için peşine taktığı polis Óscar Peluchon-
neau’yu yani... Öykü bir noktadan polisiye tat alırken Larrain’in şiirsel ve yer yer gerçeküstü tarzı, özel bir karışımın ifadesi oluyor. Peşinde sürüklendiği Neruda’ya karşı nefret ve hayranlık çizgisinde gidip gelen, sürekli kendi varlığını, kökenlerini sorgulayan Peluchonneau’ya karşı ‘kaçaklık’ haletiruhiyesinden farklı öyküler çıkaran, halk ve Komünist Parti nezdindeki saygınlığını koruyan ama öte yandan konulmak istenen yerin ya da ona çizilen rolün uzağında, kendi yatağında akmayı yeğleyen aykırı bir aydın, aykırı bir şair.
‘Neruda’ çekiciliğini biraz da şairi, bize çelişkilerin biçimlendirdiği bir karakter olarak sunmasından alıyor galiba. Hedonist, egosu yüksek, âlemci, inatçı, muzip, çocuksu, romantik, lafını esirgemeyen bir profil bu. Kaçak olma durumunu bile süslenmesi gereken bir oyuna dönüştürüyor. Tamam, polis kurgusal bir karakter ama filmin sunduğu Pablo Neruda da mı kurgusal, bunu (elbette kendi adıma söylüyorum) bilemiyorum ama çizilen portrenin filmin ‘sürreel havası’ içinde gerçekçi, sıcak ve samimi bir kişiliğin iadesi olduğu aşikâr.
KOMÜNİZM GELDİĞİNDE...
Filmin kalbi ise sanırım eğlence ortamında bir emekçi kadının şairin masasına gelip “14 yaşından beri parti üyesiyim, 11 yaşından beri de burjuvaların tuvaletini temizliyorum. Komünizm geldiğinde sistem bana mı yakın olacak sana mı?” sorusunu sorduğu sahnede atıyordu. Keza kaçak olarak saklandığı dönemde bir randevuevine gidip travesti şarkıcıyla birlikte şarkı söylediği bölüm de enfesti. Geleceğin diktatörü Pinochet ise bir sahnede, hapishane müdürü olarak görünüyor. Neruda rolünde, Şilili komedyen Luis Gnecco’nun döktürdüğü filmde Óscar Peluchonneau’yu da, daha önce tıpkı Gnecco gibi ‘No’ filminde Larrain’le çalışan Gael García Bernal canlandırıyor.
1994 yapımı ‘Postacı’dan (‘Il postino’) sonra tekrar bizi aynı şairle ama bambaşka bir portresiyle buluşturan ‘Neruda’, her şeyiyle iyi çekilmiş bir film olmanın yanında komünizm, işçi sınıfı, emekçiler, aydınlar, elitizm, faşizm, hedonizm gibi birçok konuda gösterdikleri ve çağrıştırdıklarıyla da ilgiye değer bir çaba.
DELİ AŞK
Yönetmenler: Murat Kaman-Murat Dündar
Oyuncular: Emrah Kaman, Pelin Akil, Şafak Pekdemir, Toygan Avanoğlu, Nilperi Şahinkaya, Burak Çelik, Gülhan Tekin, Abdullah Şahin, Hakan Altun, Cem Yılmaz, Zafer Algöz Türkiye yapımı
DONDURMAM KOMİK!
Kötü espriler, sürekli belden aşağı göndermeler, mümkün olduğunca fazla küfür, ortada olmayan bir senaryonun peşinden gitmeye çalışırken oradan oraya savrulan manasız bir hikâye vs. vs. Son dönem karşımıza çıkan ve gözünü gişeye diktiğini her haliyle belli eden komedi filmlerinin formatını, aşağı yukarı bu çizgiler içinde tanımlamak mümkün.
Emrah Kaman’ın sürüklediği, Murat Kaman-Murat Dündar ikilisinin yönetmen olarak imzalarını taşıdığı ‘Deli Aşk’, bu klasik formüllerin dışına taşmayı ve güldürmeyi başarıyor. Film, hayatın üstesinden gelmekte zorlanan bir Maraş dondurmacısının (Ekrem), uzun süredir sevdiği ve evlenme teklifi yapmaya hazırlandığı kıza (Neşe) olan ve ucu çıkmaz sokağa uzanan ilişkisi üzerinden biçimlenen bir öykünün izlerini sürüyor. Emrah Kaman ve Toygan Avanoğlu’nun özel yetenekleri ve bazen kelime oyunlarına dayanan, bazen de durum komedilerinden oluşan bölümleri ve Adana dokundurmalarıyla (!) kendi içinde tutarlı ve kayda değer bir yapım olmuş ‘Deli Aşk’.
Film yaklaşık ilk 15 dakikada oyun kurmakta zorlanan takımlar gibi bir görüntü arz etse de sonrasında sahayı tanıyor, pas dağılımının üstesinden geliyor, sağlı sollu ataklarıyla rakip kaleyi zorluyor; sözün özü topla oynama oranları ve sonuca yönelik hamleleriyle sahadan (salondan) tatminkâr bir şekilde ayrılmamızı sağlıyor. Cem Yılmaz ve Zafer Algöz’ün dokunuşları da gayet iyi.
Öte yandan Yılmaz sadece oyunculuk anlamında değil, yapımcılık anlamında da filme katkıda bulunmuş. Hatırlanacağı gibi ‘Murat Cemcir-Ahmet Kural ikilisi’nin ilk filmleri ‘Çalgı Çengi’de de benzer bir Cem Yılmaz katkısı vardı; umarız Kaman Kardeşler’in de bu katkı ve dokunuşlarla yolu uzun ve açık olur.
DİĞER SEÇENEKLER
Süper Yetenek’ (‘Rock Dog’), haftanın animasyonlarından. Ash Brannon’un yönettiği yapımın seslendirme kadrosunda Ayhan Kahya, Ali Çorapçı ve Ziya Kürküt var. Bir diğer animasyon ‘Neşeli Dalgalar: Dalgamanya’ (‘Surfs Up: WaveMania’) Henry Yu’nun imzasını taşıyor. ‘Perde: Ayn-ı Cin’ ise haftanın yerli gerilimi. Ediz Günay’ın yönettiği yapımda Orkun Özen, Uğur Dönmez ve Burcu Ayhan rol alıyor.
Paylaş