Paylaş
İçinde yer aldıkları toplumun dinamiklerine, ekonomik işleyişlerine, tanımlanan rol paylaşımlarına itiraz ettiler, baş kaldırdılar; onlar için tarihin en temel meselesi sınıf mücadelesiydi, bunu kendilerine dert edindiler ve hayatları boyunca yazıp çizdikleri, konuştukları her metinde, her platformda, her eylemde mücadelesini verdiler.
GENÇ KARL MARX
Yönetmen: Raoul Peck
Oyuncular: August Diehl, Stefan Konarske, Vicky Krieps, Hannah Steele, Olivier Gourmet, Alexander Scheer
Almanya-Fransa-Belçika ortak yapımı
Karl Heinrich Marx ve Friedrich Engels’ten bahsediyoruz; bir ütopyayı koca bir insanlık tarihinin en büyük hedeflerinden biri haline getiren ve hayalden gerçeğe dönüştürme yolunda adımlar atan, tanımlı çizgilere kavuşturan iki önemli filozoftan, iki sıkı dosttan...
‘Genç Karl Marx’ (‘Le jeune Karl Marx’) ismi itibariyle biri üzerine odaklanıyor gibi görünse de asıl olarak bu iki ‘yoldaş’ın tanışma, hayat ve siyasal çizgilerinin kesişme ve birlikle yol alma serüvenlerini perdeye taşıyor. Bu yıl ‘En İyi Belgesel’ dalında Oscar’a aday olan ‘Ben Senin Zencin Değilim’in (‘I Am Not Your Negro’) de yönetmeni olan Haiti kökenli Raoul Peck’in imzasını taşıyan film, Marx’ın Rheinische Zeitung adlı gazetede yazdığı makalenin bir nevi görsel açıdan canlandırıldığı sahneyle açılıyor. Ardından gazetenin güvenlik kuvvetlerince basılmasıyla birlikte yayının sahibi Arnold Ruge, çözümü yola Paris’te devam etmekte buluyor. Elbette yanına en etkili kalemi Karl Marx’ı da alarak...
Karl Marx,1818-1883 yılları arasında yaşamıştı.
‘İŞÇİ SINIFI’NA YERİNDE GÖZLEM!
Bu aşamada genç filozofsa, karısı Jenny (ki burjuva ailesinin baskılarına karşı çıkarak sevdiği ‘Yahudi kökenli ateist’ adamla evlenmiştir) ve minik kızıyla ekonomik zorluklar yaşayarak bir yandan yazıp çizmeye devam ederken, Paris’in entelektüel ortamında tanıştığı kimi düşünürlerle de (örneğin ‘anarşist’ Pierre-Joseph Proudhon, ‘ilk Alman komünist’ sıfatlı Wilhelm Weitling, sürgün anarşist Mihail Bakunin gibi) zaman zaman fikri tartışmalara giriyor. Öte yandan Manchester’da babasının tekstil atölyesinde hesap kitap işlerine bakarken ‘işçi sınıfı’nı yerinde gözlemleyen ‘burjuva çocuğu’ Friedrich Engels de Paris’tedir ve burada, daha önce Köln’de gazete ofisinde karşılaştığı Marx’la yolları kesişirken ileride daha da derin bağlara sahip olacak bir dostluğun temelleri atılıyor...
Senaryosunu Pascal Bonitzer’in yazdığı ‘Genç Karl Marx’ta öykü, ana karakterlerinin peşinde Paris’ten Londra’ya, oradan da Brüksel’e taşınırken önemli bir tarihsel kesitin de izdüşümlerini takip ediyoruz. Bu süreçte Engels ‘İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’nu, Marx, Proudhon’un ‘Sefaletin Felsefesi’ne karşı ‘Felsefenin Sefaleti’ni kaleme alıyor, sonrasında ikisi birden ‘Komünist Manifesto’ için kolları sıvıyor. Film ayrıca Marx’ın aile hayatı, Engels’in işçi sınıfından Mary Burns’le (ki babasının eski çalışanıdır kendisi) ilişkisi gibi duraklara da uğruyor.
DÜNYANIN BÜTÜN SİNEMASEVERLERİ, GÖRÜN
‘Genç Karl Marx’, ‘Marksizm’in temelleri üzerine temel bir film. İnsanlık tarihinin en önemli filozoflarından birinin gençliği üzerinden komünizm fikrinin nasıl ortaya atıldığını, yeşerdiğini, hangi tarihsel konjonktür içinde filizlendiğini, hareketin başlangıç dinamiklerini, fikirsel etkileşimlerini bir filmin çeperleri dahilinde anlatmaya, aktarmaya çalışıyor ve bence derdini, tasasını seyircisine geçiriyor. Genç Alman aktörlerin (Marx’ta August Diehl, Engels’te Stefan Konarske) canlandırdıkları karakterleri başarıyla ete kemiğe büründürdükleri yapımda, Bob Dylan’ın ‘Like a Rolling Stone’u eşliğinde tarihsel figürlerin, kimi yaşanmışlıkların ve dönüşümlerin gerçek görüntüleriyle enfes bir kapanışa da imza atılmış. Marksizm, insanlığın geçirdiği onca dönüşüme, tarihsel dönemece, kat ettiği mesafeye rağmen hâlâ güncelliğini koruyor ve sosyal adaletsizliğin çözülmediği, sınıfsal ayrımların ortadan kaldırılmadığı sürece her daim en önemli seçenek gibi duruyor, duracak da... ‘Genç Karl Marx’ da bu seçeneğin kökenleri üzerine kaçırılmaması gereken bir film; dünyanın bütün işçileri, devrimcileri ve de sinemaseverleri, buyurun salona...
OSMANLI SUBAYI
Yönetmen: Joseph Ruben
Oyuncular: Michiel Huisman, Hera Hilmar, Josh Hartnett, Ben Kingsley, Haluk Bilginer, Selçuk Yöntem, Affif Ben Badra, Eliska Slansky
Türkiye-ABD ortak yapımı
HARP GÜNLERİNDE AŞK...
Geçen yüzyıl başı... Philadelphia’da, katıldığı bir davette genç doktor Jude’un çok çok uzak bir yerde, Doğu Anadolu’da gösterdiği tıbbi ve insani çabadan etkilenen hemşire Lillie, sonu belirsiz bir maceraya doğru yelken açar. Vefat eden abisinden kalan kamyoneti doktorun vakfına bağışlamak üzere gemiyle Osmanlı topraklarına varır. İstanbul’a adım atar atmaz tanıştığı genç subay İsmail Veli, daha sonra bir tür koruyucusu olur ve ona Van’a kadar eşlik eder. Birinci Dünya Savaşı kapıdadır ve Osmanlı, Almanya’nın yanında harbe girer. Merkezi otorite ise yörede bir yandan Ermeni isyancılar, diğer yandan da Kars’tan giriş yapan Rus ordusuyla mücadele etmektedir.
İNANDIRICILIKTAN UZAK HİKÂYE...
‘Osmanlı Subayı’ (‘The Ottoman Lieutenant’) önde üçlü bir aşk öyküsü, arka planda ise dönemin politik atmosferinden pasajlar şeklinde ilerleyen bir yapım. Lakin hikâye o kadar zayıf ve inandırıcılıktan yoksun ki, film her iki cephede de hedefe varmaktan uzak, ortada bir noktada kalmış. Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan, en akılda kalıcı işi kabul edilen Julia Roberts’lı ‘Yatağımdaki Düşman’ı (‘Sleeping With the Enemy’) 1991’de çeken Joseph Ruben’in imzasını taşıyan yapım, Katalan görüntü yönetmeni Daniel Aranyó’nun etkileyici kadrajları sayesinde görsel açıdan bir nebze çekicilik taşıyor.
Lillie’de İzlandalı Hera Hilmar’ın ifadesiz oyunculuğu, Jude’da daha önce de İkinci Dünya Savaşı’na (‘Pearl Harbor’) ve kimi harekâtlara (‘Kara Şahin Düştü’) katılmış (!) Josh Hartnett’in vasat performansına rağmen İsmail Veli’de Hollandalı aktör Michiel Huisman (ki kendisini ‘Game of Thrones’ ve Blake Lively’li ‘The Age of Adaline’dan hatırlıyoruz) performans bakımından az biraz durumu kurtarıyor. Ben Kingsley klişe takılıyor, Selçuk Yöntem bir sahnede görünüyor, Haluk Bilginer ise akıcı İngilizcesi ve o etkileyici ses tonuyla birkaç sahnede karşımıza geliyor.
‘Osmanlı Subayı’nın politik açıdan tavrı ise Osman Veli’nin kişiliği üzerinden kıyıya vuruyor. Film “Evet, ‘Ermeni meselesi’nde iki tarafta da kötüler vardı ama özellikle Osmanlı tarafında İsmail Veli gibi iyilerin çabası görmezden gelinemez” diyor. Galiba ‘Osmanlı Subayı’nı en iyi, sinema yazarı arkadaşım Murat Özer tanımladı: “Benim de Ermeni arkadaşlarım var” düzeyinde bir film...
AŞKIN ÇEKİMİ
Yönetmen: Lone Scherfig
Oyuncular: Gemma Arterton, Sam Claflin, Bill Nighy, Jack Houston, Paul Ritter, Rachel Stirling, Richard E. Grant, Henry Goodman, Jeremy Irons
İngiltere-İsveç ortak yapımı
BU DA HARP GÜNLERİNDE SİNEMA...
Haftanın ‘Harp günlerinde sinema’ filmi ise İngiltere dolaylarından. ‘Aşkın Çekimi’ (‘Their Finest’), Londra’nın her gece bombalandığı, sabaha çıkıldığında evini, arkadaşlarını, en yakınlarını kaybetme olasılığının son derece yüksek olduğu İkinci Dünya Savaşı döneminde sinema camiası ne yapıyor, nasıl ayakta kalıyordu sorusunu perdeye taşıyor.
Parlak filmlerle mesleğe ‘Merhaba’ dedikten sonra ortalama işlere imza atan Danimarkalı Lone Scherfig’in yönettiği yapım, Lissa Evans’ın romanından sinemaya uyarlanmış. Hikâyenin merkezinde yer alan Catrin Cole devletin, direniş ruhunu Londra ahalisine ve de tüm ülke sathına yaymak adına çektirdiği ‘Propaganda filmleri’ne kadın dokunuşu ve bakışı eklemek üzere senaryo ekibine dahil oluyor. Ressam ve gazi eşine ekonomik olarak da katkıda bulunmak isteyen Catrin’e, zamanla iş arkadaşı Tom Buckley ilgi duymaya başlıyor ama...
EN İYİSİ BILL NIGHY
Sempatik, sinema dünyasının arka koridorlarında dolaşan, ortam ne olursa olsun egoları ve kibirlilikleriyle ‘meslek hastalıkları’nı sürdürmeye kararlı oyuncu sınıfına ait gözlemlerde bulunan ‘Aşkın Çekimi’, pek de derinleşemeyen, orta karar bir seyirlik. Klişelere hem göz kırpıyor hem de kırpmıyor gibi yapıyor. Catrin ve Tom’da Gemma Arterton ve Sam Claflin’in sürükledikleri filmde en etkili performans, gözden düşmüş deneyimli aktör Ambrose Hilliard rolündeki emektar Bill Nighy’den geliyor.
Sonuç olarak Aşkın Çekimi’, kimi anlarında kıvamını bulan, ama genel olarak ‘Eh işte’ kabilinden bir film.
DİĞER SEÇENEKLER
‘Her Şey Mümkün’
Alper Babayağmur’un yönettiği ‘Her Şey Mümkün’de başrolleri Yetkin Dikinciler, Azra Akın, Levent Ülgen ve Goncagül Sunar paylaşıyor, yönetmen Alper Babayağmur. ‘Saftirik Greg’in Günlüğü: Bende Bu Şans Varken’i (‘Diary of a Wimpy Kid: The Long Haul’) David Bowers yönetmiş, oyuncular Jason Ian Drucker, Charlie Wright ve Owen Asztalos. Doğan Özmekik imzalı ‘New York Masalı’nda ise Esin Varan, Ahmet Bodur, Peyman Umay ve B. Mert İnanç gibi isimler rol alıyor. Çin yapımı animasyon ‘Kahramanlar Takımı’nın (‘Monkey King: Hero is Back’) yönetmeni ise Tian Xiao Peng. Haftanın yerli yapımlarından ‘Bahtiyar Bahtıkara’da Yeşim Salkım, Kadir Çöpdemir, Metin Zakoğlu ve Nedim Saban başrollerde, yönetmen Ergin Yılmazer. ‘Hızlı ve Tüplü’yü ise Yusuf Güven yönetmiş, oyuncular Selahattin Taşdöğen, Haldun Boysan ve Bilal Akif Yörük. Colin ve Cameron Cairnes’in ortak imzalarını taşıyan ‘Kanlı Oyun’da (‘Scare Campaign’) Meegan Warner, Ian Meadows ve Olivia DeJonge gibi isimler rol alıyor.
Paylaş