Paylaş
Sonra bu tahvillerin dış politikada manevra aracı olarak kullanıldığına tanık olduk. Geçen yıl Suudi yönetimi, ABD’de 11 Eylül’de yaşamlarını yitirenlerin ailelerinin Suudi yetkililere diplomatik dokunulmazlıklarını ortadan kaldırarak dava açılabilmesini sağlayan yasa teklifi nedeniyle ABD yönetimine rest çekmişlerdi. Ya bu tasarıdan vazgeçersiniz ya da tuttuğumuz ABD varlıklarını elden çıkarırız biçiminde. Nitekim ocak 2016’dan itibaren eylüle kadar, ABD tahvillerinde tuttukları rezervlerini yüzde 30’a yakın azaltarak; 123 milyar dolardan 89 milyar dolara düşürdüler. Yasa geçti ama Başkan Obama veto etti. Veto gelince rahatlayan Suudiler, Eylül 2016’dan 2017 Haziran sonuna kadar; rezervleri içinde tuttukları ABD tahvillerini yüzde 60’lık bir oranda, 53 milyar dolar arttırarak 142 milyar dolara ulaştırdılar.
Suudilerin tuttuğu ABD tahvili az değil; ABD Hazinesinin ihraç ettiği borç senetlerinin kabaca yüzde 1’i demek.
Özeti şu; Suudi yönetimi döviz rezervlerini bir dış politika aracı olarak kullanmış oldu.
Gelelim Türkiye’ye; orada da ilginç bir rezerv hareketi gözleniyor. İster istemez mayıs ayında Ankara’nın da rezerv politikasını bir dış politika aracı olarak kullanıp kullanmadığı sorusunu akla getiriyor.
Türk Merkez Bankası döviz rezervlerinin önemli bir bölümünü Amerikan tahvillerine yatırır. Bu biraz da zorunluluk. Zorunluluk, çünkü 90 milyar dolarlık rezervi uluslararası bankalarda mevduat olarak yatırmak zordur; zorluğu, bugünün düşük faiz ortamında üste faiz bile ödemeniz gerekebilir. Merkez bankaları birbirlerine hesap açarlar, orada da tutabilirsiniz ama limitlidir. İster istemez hangi para cinsi rezerv biriktirmişseniz o ülkenin tahvillerine yatırırsınız.
Amerikan Hazinesi aylık olarak hangi ülke ne kadar ABD tahvili tutuyor açıklar. Bizim Merkez Bankası da kabaca 60 milyar dolara yakın ABD Hazine tahvili tutar. Bu tahvilleri de, Fed saklar; alım satım yapıldığında takasını yapar. Türkiye’nin son 5 yılda ABD tahvilinde tuttuğu miktar, toplam döviz rezervinin ortalama yüzde 60’ıdır.
Temmuz ayında ABD Hazinesi mayıs verilerini açıkladığında dikkat çeken şuydu; Türk Merkez Bankası tuttuğu ABD tahvillerini aniden 56.4 milyar dolardan 49.5 milyar dolara azaltmıştı. Geçmişte de rastlanılan bir düşüş denilebilir. Ancak o dönemlerde Merkez Bankası döviz satış ihaleleri açıyor ve döviz rezervi eritiyordu. Şimdi bunlar yok. Bankaların hesaplarına döviz yatırmaları ya da çekmeleri, Hazine’nin dış borç kullanımı ya da geri ödemeleri döviz rezervini etkiliyor. Mayıs ayında da böyle belirgin bir çıkış olmadığı gibi rezervlerde artış var. Bir ayda 6.9 milyar dolarlık, yani yüzde 12’lik oranda ABD Hazine tahvili azaltmak için kayda değer bir rezerv azalışı olmalıydı; gelin görün ki mayıs ayında kabaca 2 milyar dolarlık bir toplam rezerv artışı vardı. Geçen hafta içinde açıklanan verilere göre ise haziran ayında Merkez Bankası bu defa ABD tahvillerini 9.3 milyar dolar arttırmış. Mayısta sonra haziranda da döviz rezervindeki artış olmuş: 3.2 milyar dolar. Bu artış ve kabaca önceki aydan azaltılan miktar da eklenerek tahvil miktarı arttırılmış görünüyor.
Merkez Bankası’nın kendi mülkiyetindeki altın rezervlerini artırmaya başlaması da mayıs ayına denk geliyor. Mayıstaki bu portföy azaltma hareketi ile siyasi gündemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Trump’la 16 Mayıs’taki görüşmesi de aynı dilime denk düşüyordu.
Soru şu Merkez Bankası neden böyle bir portföy hareketine girişti? İster istemez akla şu geliyor; acaba Ankara da, rezervleri bir dış politika aracı olarak mı kullandı? Ya da “ABD’yle papaz olursak, buna uygun bir rezerv politikası manevrası yapalım” mı denildi? Sonra fikir mi değişti?
ABD tahvillerinin yeniden yerine fazlasıyla konulması bu soruyu zayıflatsa da, rezervler için altın alımına devam edilmesi bu kapıyı hala açık tutuyor; Türkiye Suriye’de, uluslararası camia ile farklı duracağı bir döneme hazırlık manevraları mı yapıyor?
Paylaş