Paylaş
Sadece ekonomik nedenler değil, Türkiye siyasi krizler içinden geçerken de mali piyasalarına yansımalar oluyor. Kimi zaman, mali piyasalarda çalkantılar olduğunda buradan kendine vazife çıkaranlar, örneğin “bu dövizi kim aldı?” diye ortalığa dökülür oldu. Öyle ki bu baskı altında, mali otoriteler de bankaların başına dikilip, “kim aldı, niye aldı” soruşturmaları yapıp, günü gününe rapor ister oldular. Hiçbirinden de bir şey çıkmadı. Oysa basit bir neden var; ekonomik ya da siyasal gelişmeler karşısında daha önce döviz bozdurmuş olanın, döviz borçlanmış olanın bunu yerine koyma çabası anlaşılabilir bir durum. Açık ve serbest bir ekonomi iddianız varsa yatırımcı ya da paydaşlara “neden yaptınız?” diye sorulması bu iddiaya gölge düşürür. Yatırım iklimini kurutacak, yatırımcıyı kaçıracak bu tür ‘niyet okumalı’ sorgulamalara en başta ülkeyi yönetenlerin itiraz etmesi gerekir.
Ama hatırlatmak gerekiyor ki; Türkiye ekonomisinin 1989’da girdiği bir ‘otoban’ var. O da sermaye hareketlerinin serbest hale getirilmesi. Giriş de, çıkış da serbest. Neden ve niyet sorulmuyor. Ama zaman zaman komplocu zihniyet, nedenleri sorgulamak yerine sonuçlar üzerinden ‘suç yaratma’ ya da ‘suçlu bulma’ çabasıyla ortaya çıkıyor.
Şimdi de hisse senedinde yaşanıyor. Borsa endeksi 100 bine dayanınca kimi büyük holding ortakları, ellerinde bulundurdukları mevcut hisse senetlerinden küçük bir miktarını satacaklarını kamuoyuna açıklıyor. Sabancı Holding ve Koç Holding ortaklarının borsanın tarihi zirve yaptığı bir yerde hisse satmalarından daha normal bir durum yok. Ama niyet sorgulaması başladı: Kimine göre “neden satıyorlarmış?”. Meğerse bu holding ortakları referandum sonrasında ve borsanın zirve yaptığı bir dönemde “olumsuz bir algı operasyonuna” alet oluyorlarmış.
Adı sanı bilinmeyen ‘herifin’ borsada alım operasyonları sürerken, köklü holding ortaklarının kamuoyuna şeffaf biçimde ilan ederek hisse satma amaçları sorgulanıyor. Satarak ne yapmaya çalıştıklarını açıklamamaları “Fetöcülerin ekmeğine yağ sürüyormuş”.
Herhalde giderek azalan sermaye girişlerine takoz koymak için, iş kesiminin kayıt dışına kayması için, varlıklarını yurtdışına taşıması için bundan daha etkili bir yol olmazdı; döviz alana ya da hisse satana “neden bunu yapıyorsun, algı operasyonu mu yapıyorsun?” diye üstüne basarak hizaya çekmek.
İşgüzarların kaş yapayım derken göz çıkarması böyle bir şey; siyasi iktidar için hoş olmayacağını düşündüğü gelişmelerde, komplo kuramı yazıp, önüne geleni yaftalayarak, o hoş olmayan sonuca kapı açmak.
Basit bir mekaniği hatırlatmak gerekiyor; borsa endeksi yılbaşından bu yana 78 binden 98 bine ulaşana kadar alıcılar kadar satıcılar da vardı. Kimi ucuz bulduğu yerde alır, kimi pahalı bulduğu yerde satar. Borsa mekaniği böyle. Hatta şirket ortakları, yeni alanlara yatırım yapmak için, iş büyütmek için, borç azaltmak için hisse senedi satabilir. Ne alana, ne de satana “neden?” diye sormak, bu mekaniğin ruhunda yok.
Ayrıca, siyasi gelişmelerden rahatsız olarak da pozisyon değiştirebilir yatırımcılar ya da ortaklar; bunun sorgulanması bile açık bir ekonomide olmaz.
OHAL ilanından bu yana uygulama pratiği gösteriyor ki; hoşuna gitmeyeni, karşı çıkanı yaftalamalarla, “örgüt üyesi olmamakla birlikte yardım etme” gibi suçlamalarla, bağlantı diye ticari ve finans alanına iliştirmek fena halde tehlikeli bir alan açıyor.
Alışveriş yapılan işletmelerin müşterileri arasında suç örgütü üyelerinin de bulunduğu ya da alım satım nedeniyle ödeme yapılan şirketin bilemeyeceğiniz müşterileri arasında potansiyel suçluların olması iddiası ile savcıların tutuklu gazeteciler için mahkemelere taşıdığı suçlamalar arasında yer alıyor. Hukukun temel ilkeleri bir tarafa, bu tür tablolar bizatihi ekonomiye, ticarete, çek alışverişine, finansal işlemlere gölge düşürüyor; ticari kesimde iş yapmaya ve büyümeye takoz işlevi görüyor.
Paylaş