Tuba Şatana

Ucuz etin yahnisi olmaz….

16 Kasım 2017
İthal ucuz et hayvancılığın, çiftçimizin geleceğini karartıyor.

Taşıma su ile değirmen dönmez ki…. İthal et ile nasıl hayvancılığımız kalkınır?Tüketiciye  kısa soluklu bir tampon etkisinin dışında uzun vadede hayvancılığımızın adım adım sonuna yaklaşır buluruz kendimizi.

 

Yıllarca beslediği hayvanı beş paradan satıp, terkeder yerini yurdunu çitfçi. Hayvancılık yapacağına bilmediği işler yapar, sıradan bir işçi olur, şanslıysa o da, ya da günlük işlerde ailesini geçindirmeye çalışır. Bilmediği bir şehirde, kültürde yok olur gider.

 

Et ithal ederek yerli hayvan ırkını da koruyamayız, çiftçimizi de. Kırsal kalkınmayı da başından kesip atmış oluruz. Çiftçiye bildiği iş için kredi, teşvik, mazot indirimi vereceğimize, onun etine piyasa oluşturacağımıza yurtdışından et alırsak, hayvancılığımızı öldürürüz.

 

İlk defa yazdığım bir konu değil bu, kırsal kalkınma, ailelerin göç etmesi, bu sefer de hayvancılık üzerinden aynı kelimeleri sarfediyorum. Elimizdeki değerlerin bu kadar farkında olmamak, yurtdışından gelen ürünlerin kendi ürünlerimizden ucuz olduğu için tercih edilmesi hem biyoçeşitliliğimizi hem de mesleklerimizi öldürüyor, kültürümüze sekte vuruyor. 

 

Yazının Devamını Oku

Kebaptan, humustan öte; Tarsus…

9 Kasım 2017
Sarı Ulak ile tanıştım geçtiğimiz hafta sonu. Tuz ile kırdıkları için benim için yenmeye hazır acılıktaydı. Damağım onu çabuk sahiplendi. Adına zaten bayıldım.

Genelde evde olan Edremit, Ayvalık, Antakya zeytinlerine göre tadı bambaşka, zeytinyağı ise bir başka idi.

 

Günün ilerleyen saatlerinde vardık Boltaç Zeytinyağı’na.

 

Vardığımızda hava karamıştı, köylüler sırada, getirdikleri zeytinleri sıktırıyor, o zümrüt yeşili yağı bidonlara, plastik şişelere, varillere dolduruyorlardı. Zeytinlerini toplamış, ev tüketimleri için, yıllık yağlarını sıktırıyorlardı. Bazısı karışık, bazısı Sarı Ulak.

 

Ayvalık’ta hasat şenliğinin yapıldığı aynı hafta sonu başka bir zeytinin yolculuğunu izliyorduk, Tarsus’da.

 

Yazının Devamını Oku

Yiyeceğimizi seçmek zor iş!

2 Kasım 2017
Unlar nereden? Hangi şehirden?

Buğdayların türlerini biliyor musunuz?

Ya bu ekmekteki un ne?

Nerede öğütülüyor?

Cevizler yerli mi?

Kullandığınız yağ zeytinyağı mı?

Öbür ekmeğe geçiyorum…

Mısır atalık tohum mu? o var mı, bu yok mu…

 

Yazının Devamını Oku

Yokolmadan değişim…

26 Ekim 2017
En son geçen sene Oxford Food Symposium’da görmüştüm onu.

Gene yanına gitmiş, az da olsa sohbet edebilmiştim. İnsan bazen ne diyeceğini şaşırıyor onun mütevaziliği karşısında. Hatta bir de fotoğraf çektirmiştim hiç adetim olmamasına rağmen. Karşımda Claudia Roden olunca tüm sakinliğim yerle bir oluyor. Ne de olsa iki kahramanımdan biri!

Onu Yedi’de, şehrimde dinler buldum kendimi geçtiğimiz Cumartesi, İstanbul’da, The Seed’de, SSM’de. Bu senenin konusu “extinction” yani yok/olma idi.

Sabah nefis manzaraya karşı Kronotrop’un kahveleri ile kendimize gelip, MSA öğrencilerinin hazırladığı Anadolu’da kaybolmaya yüz tutan kahvaltı lezzetlerini tattık. Ciğerden, nohuta, yumurtadan, tarhana çorbasına seçenekler sundular bize, özellikle minik pideler üzerinde sunulan nohut ezmesi tam benlikti.

Gün boyunca 13 konuşmacı dinledik, yokolma konusunu değişik yönlerden işledikleri 13 konuşmaya kulak verdik. Hikayeleri ile bizi kendi hayatlarına davet ettiler, onların hislerine ortak olduk, gerçekler yüzümüze vuruldu, şaşırdık, güldük, ağladık, öğrendik.

Hepimiz başka başka konulardan etkilendik, ama yemek bizi birleştirdi.

İlk konuşmacı Claudia Roden. Kulak kabartın neler söylediğine! Tüm dünyanın mülteci durumunda olduğunu, yemeğin yanımızda götürdüğümüz tek şey olduğunu, yemeğimizle kendimiz olduğumuzu ve kültürümüzü yaşatabildiğimizi, paylaşabildiğimizi söyledi. 

Tat duyusunun en kişisel deneyim olduğunu, kimliğimizin bir parçası ve en kaybetmek istemeyeceğimiz parçamız olduğunu da… Yemek tariflerini okurken köklerimizi ve kültürümüzü de  irdeleyebileceğimizi, yemeğimiz aracılığıyla da köklerimize ve kültürümüze de sahip çıkabileceğimizi de…

Yıllar önce şeflerin yaptığı füzyon yemeklerin son senelerde yerini ailelerinden öğrendikleri yemeklere bıraktığını ve bunun da hepimizin aslında kültürümüzü aradığının bir göstergesi olduğunu… Şeflerin yemek ve anılarımızı da canlı tutmak gibi bir sorumluluk altında olduklarını da belirtti.

Yazının Devamını Oku

Herkesin ucundan tuttuğu gıdamız…

19 Ekim 2017
Birikmişleri azaltıp, yerlerine birşey koymadan, elimizde olanı sonuna kadar layıkıyla kullanarak yaşamak… Bir ferah ruh hali içindeyim.

Gezdiğim ülkelerden merakla aldığım ve belki bir kez kullandığım değişik malzemeleri -ki çoğunun tarihi bile geçmiş- ayıklayıp attım. Sonra ardiyeme el attım. Sonra mutfak eşyalarıma. 6 aydan beri kullanmadığım eşyaları elden çıkarmaya başladım. Zaten aylardır kütüphanemi yeniden düzenliyorum.

 

Aslında gıda ile olan ilişkimi hayatıma yansıtmaya çalışıyorum demeliyim. Hep yazıyorum zaten, az, mevsimsel, ulaşabildiğimce gerçek gıda ile beslenmeye çalışıyoruz aile olarak.

 

Bir - iki yemek oluyor dolabımda ve muhakkak bir salata malzemesi, yeniliyor, sonra tekrardan tazecik pişiyorum ve bu döngü devam ediyor. Oldu ki bir ürün fazla, o ürün bitene kadar tekrar almıyorum.

 

Örnek armut olsun, çiftçimden gelen kutulardaki armutlar birikmişti, yanında gelen diğer meyvelerin bitmiş olmasına rağmen. Armutu salatalarıma kattım, fırınladığım fındık ve nar ekşisi ile pek leziz oldu. Ama bitmedi armutlar ben de armutlu ve azıcık pekmezli kekler yaptım, zencefili unutmadan. Gerisini de başka meyve almayarak tükettik.

 

Yazının Devamını Oku

‘Yarının Menüsü’ için, bugün!

12 Ekim 2017
…Kahveyle göz gözeyiz. Bir o uymuyor tanıma. Yerel değil zira, başka uzak galaksilerden…

Nefis bir sonbahar sabahı Ayşenur Arslanoğlu ile sohbetteyiz, Çin’den 7. Uluslararası Slow Food Kongresi’nden haberler ve güzellikler ile döndü, kucağındakileri döktürüyorum ona.

 

Slow Food, iklim değişikliği ve gıdanın ilişkisi üzerine kendine yakışacak bir kampanya başlatacak önümüzdeki günlerde. Dünyadaki tüm Slow Food birliklerinin de bir parçası olacağı bu hareket, gene umut dolu.

 

Gıda çeşitliliği, küçük üretici, biyoçeşitlilik, mevsimsel beslenme, yerel beslenme. Bize bu başlıkların hayatımızdaki yerini sorgulatacak ‘Menu for Change’ yani ‘Yarının Menüsü’ kampanyasından bahsediyorum.

 

Beni çok heyecanlandırıyor bu hareket, bu kampanya, hatta öyle ki küçük büyük hepimizin bir parçası olacağına inanıyorum.

 

Yazının Devamını Oku

Ekim güneşi…

5 Ekim 2017
Uzaktaki adanın önünde bir yelkenli salınıyor…

Sağımda bir nehir, karşımda bir minik havuz, bar, restoran, kum ve deniz…

 

Verandada dalgaların sesini dinliyorum bu yazımı yazarken.

 

Sabah iki itibariyle öten horozlar ve 4 gibi başlayan kuş ve ördek sesleri uykuya dalmış durumda, şu an, öğle vakti. Uyumayan bir iki tavuk odamın önündeki çimenlerde koşuşturuyor. Gerisi gölgelerde rüyadalar. Tatlı bir rüzgar…

 

Narlar kocaman olmuş, dalları kıracak neredeyse. Limon, mandalina ve portakal ağaçları dolu dolu. Önlerinden geçerken Deniz’e portakal ve limonları koklatıyorum, narları gösteriyorum. O ise, her altından geçtiğimizde dalında kalan son üzümlere işaret ediyor…

 

Yazının Devamını Oku

Bir değer olarak, Zencefil

28 Eylül 2017
Tatlı bir öğle koşuşturması hakim etrafta…

Hemen hemen her masaya pırasalı nohut gidiyor, özlemişiz pırasayı, kışı diye düşünüyorum.

 

Yan uzun masada ise kiş ve lazanya cümbüşü var, pek keyifli yemek yiyorlar. Ben de pırasalı nohut ve ebegümecinden payımı alıyorum. Pırasa jülyen kesilmiş, hani tiftik edilmiş incecik pırasa gibi, hem yumuşak hem dişe gelecek dirilikte, hafif ekşi, pek keyifli bir yemek.

 

İçeride huzur var, Zencefil’in kendine ait enerjisi var, seni rahatlatıp içine çeken, sanki dün oradaymışsın gibi hissettiren bir atfı var hayata.

 

Olmuş gelmeyeli.

 

Yazının Devamını Oku