Paylaş
Devletin ideolojisi ve temel kurumlarının personel yapısı değişiyor mu diye bakarsanız, evet değişiyor.
Fakat devletin ana kurumsal yapısı, Anayasa’da yazılı temel ilkeler, sınırlar, bayrak ve meşruiyet temeli değişiyor mu diye bakarsanız, hayır değişmiyor.
Onun için “söz” üzerinden sonuçsuz tartışmaların çok da anlamı yok.
Konunun niye bu kadar elektrikli olduğunu görmek daha önemli.
‘DEVLET’ KONUSUNDA BİLE
Oturmuş demokrasilerde ‘yeni devlet’ kavramı kimsenin aklına gelmez, birileri çıkıp böyle dese ciddiye alınmaz, bu çapta büyük tartışmalara konu olmaz.
Türkiye’de maalesef çok keskin bir kutuplaşma olduğu için, bir taraf açısından umut ve başarı ifade eden sözler, öbür taraf açısından endişe sebebi oluyor.
Nitekim “yeni devlet” sözüne muhalefet tepki gösterdikten sonra iktidardan “yok öyle bir şey” tarzında açıklamalar geldi.
Asıl görülmesi gereken husus, “devlet” kavramı üzerinde bile keskin kutuplara ayrılmış olmamızdır.
Saygın tarihçilerimizden Şükrü Hanioğlu, bu olguyu “İki Türkiye” kavramıyla tanımlıyor. Geçmişte İngiltere’de aşırı sınıf farkları için kullanılan “İki İngiltere” kavramını, değerler anlamında aşırı kutuplaşmış olan Türkiye için kullanmak, bence de izah edici ve analitik bir yaklaşımdır.
‘İKİ TÜRKİYE’
Türkiye’nin Tek Parti devrinde “halk için halka rağmen” diye tanımlanan “devlet” politikalarıyla toplumu “dönüştürme”ye çalışıldığı biliniyor. Bugünkü tartışmaların temelinde bile o zamanki ideolojik kutuplaşma vardır.
Sadece liberal, sol ve muhafazakâr değil, Yakup Kadri ve Falih Rıfkı gibi Atatürkçü yazarlar da toplum çoğunluğuyla devlet ideolojisi arasındaki kutuplaşmayı anlatmışlardır.
Parti devleti ve devlet partisi kavramları o dönemde siyasi edebiyatımıza girdi.
Bu sürdürülemezdi... Sürdürülemez olduğunu, İnönü’nün 1940’lardaki konuşmalarında görmek mümkündür.
Eğitimin ve şehirleşmenin gelişmesi, iki kesim arasındaki hiyerarşik mesafeyi daraltarak toplumsal entegrasyonu sağlayabilirdi... Çoğulcu demokrasi de her kesimin kendini “aynı devletin vatandaşı” hissetmesi için gerekli olan hukuk, adalet ve özgürlük zeminini geliştirebilirdi.
Darbeler hariç, genel evrimimiz bu yöndeydi.
‘TEK MİLLET’
AK Parti’nin ilk iki döneminde AB yönünde demokratik gelişmeler bu yönde oldu. Özellikle 2011’den itibaren devleti AK Parti ideolojisiyle donatma eğilimi ağır bastı.
Müfredat tartışmaları bütünü yansıtan bir simgedir.
Bu defa öbür kesimler “parti devleti, devlet partisi” endişesine kapıldı. Parti ve devlet başkanlıklarının birleşmesi bu endişeyi artırdı; çünkü denetim ve denge yeterince sağlanmadan yapıldı bu.
1930’larda “parti devleti” iyi netice vermedi; geniş kitleleri yabancılaşmaya itti.
Bugün, değerli tarihçi Şükrü Hanioğlu’nun deyişiyle, söz konusu olan “rollerin değişimidir.” Hatta “benzer neticeler vermekle kalmayarak ‘İki Türkiye’yi tahkim edeceği şüphesizdir.” (Sabah, 6 Ağustos)
Halbuki kutuplaşmayı tahkim eden politikalar Türkiye’ye yarar getirmez.
“Tek millet” siyasi bir slogan olarak kalmamalıdır. Her siyasi görüş ve hayat tarzından bütün vatandaşlarımız kendisini devlet kapısında eşit hissettiği zaman “Tek millet” idealini sosyolojik ve hukuki olarak gerçekleştirmiş oluruz. Bunun da tek yolu; ideolojisiz demokratik hukuk devletidir.
Paylaş