Paylaş
Dün de 330’u akademisyen, 4464 kişi daha kamu görevlerinden çıkarıldı.
Anayasa hukuku profesörü İbrahim Kaboğlu da üniversiteden atıldı.
Prof. Kaboğlu ile anayasa hukuku alanında farklı görüşlerimiz var, tartıştığımız da oldu. Fakat bir hukuk profesörünün, genelde akademisyenlerin hiçbir suç isnadı ve işlemi yapılmadan, yapılamadan, sırf OHAL’in sağladığı “denetimsiz” yetkilerle üniversitelerden atılmalarını hoş görmek mümkün değildir.
Prof. Kaboğlu daima Batılı demokrasiyi savundu. Reformlar döneminde AK Parti hükümeti tarafından İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığı’na atanmıştı.
Şimdi hiçbir cezai suçlama olmadan OHAL kararnamesiyle üniversiteden atıldı.
Aynı iktidarın iki farklı tasarrufu.
AİHM’NİN ÖZGÜRLÜK TANIMI
Diğer bir simge olay anayasa hukukçusu Prof. Osman Can’ın tavrıdır. Meslektaşlarının üniversiteden atılmasına tweet mesajıyla tepki gösterdi.
Can, Anayasa Mahkemesi raportörüyken AK Parti’nin kapatılamayacağı yönünde hukuki rapor yazdı. 7 Haziran seçimlerinde aynı partiden milletvekili seçildi, 1 Kasım’da liste dışı bırakıldı.
Avrupa’nın en yüksek hukuk kurumlarından Venedik Komisyonu’nda başkan yardımcısıdır; değerli bir hukukçudur.
Can mesajında, “özgürlük alanını daraltmanın sorunları derinleştireceğine” dikkat çekiyor.
Evet, özgürlükleri daraltarak yarınlara sorunlar aktarmaktan sakınmalıyız.
AİHM içtihatlarında 1976’daki Handyside davasından beri sürekli şu hüküm yer almaktadır:
“Sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve kişilerin bu yüzden bir yaptırıma tabi tutulmayacaklarından emin olmaları gerekir.”
Halbuki bizde başka eylemi olmadığı halde sırf haber ve yazıları yüzünden birçok gazeteci, görevden atılan birçok akademisyen ve
bürokrat var.
‘İRTİCACI MEMURLAR’
2000 yılının Haziran ayıydı. Çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in önüne bir “Kanun Hükmünde Kararname” koyuldu: İki müfettiş raporuyla “irticacı” sayılan hâkim ve savcılarla, akademisyen ve bütün kamu görevlileri atılacaktı!
28 Şubatçı askerler bunun için bastırıyordu.
Fakat Sayın Sezer “anayasaya aykırı” diyerek imzalamayı reddetti.
Ben de o zaman “Kanunsuz KHK” başlıklı yazılarımda Sezer’in bu tavrını destekledim, askerlerin “tasfiye” kararnamesini eleştirdim. (Milliyet, 1 Ağustos 2000)
Sezer’in yetkisiz olduğu halde hükümetlere müdahalelerini eleştirdiğimi de burada belirteyim.
Bugün “tasfiye” OHAL ile yapılıyor.
Evet, bugün yasadışı örgüt ve gruplaşmaların devletten ayıklanması gereklidir fakat kanıtlı ve yargı yolu açık olmalıdır.
GÜÇLÜ TÜRKİYE
OHAL şartlarında kanıta bakılmadığı gibi yargı yolu da kapalı. AYM de eski içtihadını değiştirdi, bu hukuki denetimsizliği onayladı.
İşte Kaboğlu ve benzerleri; FETÖ veya başka bir yasadışı örgüt elemanı olabilir mi?!
Öyle olsa zaten cezai soruşturma açılırdı.
Hukuk düzeninde “devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşünceleri” bildiri olarak veya gazetelerde yayımlamak suç da olamaz, üniversiteden atılma gerekçesi de olamaz.
Ama muhafazakâr basın da yazıyor, böyle pek çok mağdur var.
Gazeteciler aylarca hapiste; hâlâ iddianameleri yazılmadı, mahkeme huzuruna çıkarılmadılar.
Türkiye mutlaka güçlü olmalıdır. Bunun yolu daha fazla tutuklama, daha fazla görevden atma değil, daha fazla hukuktur. Suçluların iadesini de kolaylaştırır.
Paylaş