Paylaş
Büyük bir tezahüratla birbirimize sarıldık.
Dar zaman diliminde “o ne yapıyor, bu ne yapıyor” diye sorular sorarken, bir-iki gençlik arkadaşımızın vefat ettiğini söylediğim de, “yapma yaa” diye abartılı bir mimik sergiledi.
Aynı anda göz ucuyla köpeğini izliyordu.
Esasında duyduklarına dair hiçbir şeye sahici bir dertlenme, sonrasına dair de zihnine kaydetme kaygısı taşımıyordu.
Muhtemelen köpeğinin kabız olması onun için daha önemliydi.
Bakın bu tutum; sorunlarını çözümlemiş bir ülkede yaşıyor olmaktan kaynaklanan, “batılılara” özgü “bireyci” tavırdır.
Bizde de benzer bir eğilim var. Ama sebebi istikrar değil, tam aksine, memleket genelinde yaşanan belirsizliğin ruh sağlımızda açtığı gedikler.
Ülkenin doğusunda adeta bir savaş yaşanıyor, PKK, IŞİD ile FETÖ’nün bombalarıyla İstanbul ve Ankara’da insanlar parçalanıyor, OHAL sürecinde on binler tutuklanıyor...
YENİ MODA: ABARTMAK
Tüm bunlar, bir İzmir’deysek ya da Ege’nin bir şehrinde veya sahil kasabasında...
Doğrudan bize değen bir durum yoksa,
Terör, bombalar, yaşadığımız yerlere henüz ulaşmamışsa,
Hele bir de kamplaşan Türkiye’nin “kaybeden ve ötekileşen” kanadının mensubuysak,
Olaylar, sorunlar “buzlu camın” arkasından izleniyor, kendi kısıtlı dünyamıza dönük meseleleri abartarak yaşamak sanki korkularımızı perdelememize yardımcı oluyor.
Son dönemlerde özellikle sosyal medyada öyle hiç de hayati sayılmayacak konularda kriz seviyesinde duyarlılık göstermek moda oldu.
Mesela, “iktidara destek veren” “dönek laik” Sinan Çetin’in oğlu tahliye olmuş.
Yani, Türkiye’nin hukuk düzeninde “an itibariyle” yaşanan sıkıntılar ortadayken, en fazla “küfret geç”i hak eden bir konuda kendimizi imha edecek bir isyan gösteriyoruz.
Ya da “Kültürpark’a dokunma” sloganıyla, ilgili tarafların çoğunun olumlu bulduğu belediye projesini “çevre katliamı” seviyesinde algılayıp ısrarlı bir itiraz sürdürüyoruz. İşin tuhafı, projeyi savunanların bazıları da ölçüsüzlükte onlardan aşağıya kalmıyor.
Örnekleri yüzlerce çoğaltmak mümkün.
Bakınız, “köy yanar, biz taranırız” gibi bir psikoloji içindeyiz.
Yapay, özenti, köksüz, huzursuz, gayrı samimi, sevgisiz... Garip bir toplum olduk.
Hani, hakikaten ne oldu, nasıl oldu, anlamak zor. Kör kuyularda merdivensiz, açık denizlerde yelkensiz, pusulasız, umutsuz, temel meseleler de inisiyatif fakiri ve teslimiyetçi, hatta “baştan kara”, buna mukabil detay mevzularda giderek “tralelli” bir ruh hali, bizleri maalesef özgüven yoksunu insanların marjinal tavırlarına savuruyor.
-----
Dolara yine ateş bastı
DÖVİZ yönünü yukarıya çevirdi.
Moody’s, S&P ile birlikte ülkeyi “yatırım yapılamaz” seviyede notlayınca, yabancı fonlar dikkatli bir şekilde Türkiye’den çıkmaya başladı.
Hatırlayın, 15 Temmuz’un ertesinde yine böylesi bir hareketlenme “yerli” yatırımcının 10,5 milyar dolar döviz bozdurmasıyla yatıştırılmıştı.
Bu defa, “necip halkımızda” yukarıdaki rakamın üçte bir seviyesinde bir tepki gözleniyor.
Durum böyle olunca da bu “kur” yükseltmeye devam edecek gibi gözüküyor.
Hele, FED’in faiz artırımlarına başlayacağı kesine yakın bir ihtimalle konuşulduğu süreçte, Deutsche Bank’ın yüksek bir tazminat riski ile karşı karşıya olması, Brexit’in geri dönüşsüz bir yola girmesi gibi gelişmeler hep ABD dolarını yükseltecek unsurlar.
Tabii, OHAL uygulamalarının getirdiği bazı hukuki tedirginlikle de bu eğilimi besliyor.
Bu arada özel sektörümüzün de “açık pozisyon” kapatma telaşı yaşamaya başladığını, Merkez Bankası’nın hala faiz indirme eğiliminde olduğunu, petrol fiyatlarındaki yükselmenin cari açığı tehdit edeceğini de ilave riskler olarak belirtmek durumundayız.
Netice de dövize bağlı gelişmelere ilişkin olarak yeni Orta Vadeli Program hedefleri, maalesef, en azından önümüzdeki bir yıllık süreç için çok inandırıcı durmuyor.
-----
Bütçe açıkları artacak
İKTİSATÇILAR makro ekonomimizi savunurken hep kamu finansman dengemizin güçlü olduğunu söylerler.
Yani, devlet bütçemizi popilist politikalara alet etmediğimizden dem vururuz.
Ancak galiba bu tutumlardan da tavizler verilmeye başladık.
Özellikle üçüncü çeyrekten itibaren ekonominin yavaşladığı bir gerçek.
Özel sektör isteksiz olunca, kamu yatırım harcamaları ile piyasalara hareket getirmeyi amaçlıyor.
Hal böyle olunca, bütçe açığının milli gelir oranının, 2017 yılı için bir önceki revize bütçe rakamlarına göre 1,6’dan 1,9’lara yükseltilmesi planlanıyor.
Hani, maksat “halis” olsa da bu tercih bir “bozulma” başlattığı için iyiye alamet değildir.
Paylaş