Paylaş
Ukrayna ile Rusya arasında arabuluculuk çabalarında rol oynayabilmesi, savaşın yaşandığı coğrafyanın bitişiğinde olması, siyasi ve askeri kapasitesi, enerji denkleminde üstlenebileceği rol, Montrö Sözleşmesi uyarınca Boğazlar üzerindeki kontrolü gibi bir dizi faktör, Türkiye’ye bu krizde önemli bir konum yüklüyor.
Son günlerde Türkiye’ye dönük işleyen yoğun ziyaret trafiği, krize taraf ya da yakından ilgili kilit aktörlerle Ankara arasında birçok kademede yürüyen telefon diplomasisi, bu durumun daha başlangıç aşamasında sahada gözlenen ilk yansımalarıdır.
*
Türkiye, cephede savaşan her iki ülke ile ilişkisinden vazgeçmemekle birlikte, işgale açıkça tavır alarak, NATO bildirileri üzerinden Rusya’yı kınayarak ana doğrultusunu Batı dünyası yönünde çizmiştir. Ayrıca Ukrayna’ya, Rus ordusuna karşı sahada bir hayli etkili olabilen insansız hava aracı gibi askeri malzeme de sağlamaktadır.
Ancak bunu yaparken Batı dünyasının uyguladığı yaptırım rejiminin dışında kalarak, hava sahasını Rusya’ya kapatmayarak, kuzey komşusunu tümüyle karşısına alacak adımlar atmaktan kaçınan dikkatli bir politika izlemektedir. Gözlendiği kadarıyla, Batı dünyası, daha fazla üzerine gelerek Türkiye’yi bu politikasında değişikliğe zorlamak ister gibi durmuyor. En azından bu aşamada...
Tabii unutmayalım ki, işin daha çok başındayız. Rusya’nın işgalinin başlamasından bu yana henüz 20 gün geçmiştir. Savaşın uzun bir zamana yayılması ihtimaline hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Kriz uzadığı oranda Türkiye’nin izlemekte olduğu göreceli denge politikasının sürekli bir stres testinden geçmesi kaçınılmazdır. Savaşın uzun sürmesinin, yayılıp derinleşmesinin ne gibi sürprizleri, tahmin edemediğimiz senaryoları Türkiye’nin önüne koyacağını bugünden bilemiyoruz.
Ama az çok öngörebildiğimiz bir ana yönelişten söz edebilmek mümkün. Vladimir Putin’in liderliği sürdüğü müddetçe Rusya ile Batı dünyası arasında güvene dayalı bir yumuşama döneminin başlayabilmesi uzak bir ihtimaldir. Yirmi birinci yüzyılın ortalarına doğru yayılabilecek bir zaman kesitinde çatışmaya dayanan, gerilimli bir ilişki yapısının Transatlantik dünyası ile Rusya arasında yerleşmesi muhtemeldir.
*
Rusya’nın sivil-asker ayrımı gözetmeyen, hastaneleri, okulları, konut alanlarını bombalamaktan çekinmeyen, uluslararası insancıl hukuku ayaklar altına alan savaş yöntemleri, kendisini uluslararası alanda daha da tecrit etmeye adaydır. Bu ülkenin her geçen gün daha acımasız bir nitelik kazanan savaş stratejisinin devamı, Rusya ile işbirliğinin sınırlarını da çizecektir.
Ukrayna savaşı ve muhtemelen sonrasında girilecek gerilim dönemi uzadığı oranda, Batı dünyası ile Rusya arasındaki ilişki, Putin’in tek başına kararları aldığı otoriter rejim zihniyeti ile demokrasi, hukuk değerlerini önceleyen özgürlüklerden yana dünya görüşü arasındaki çatışma hattı üzerinden şekillenecektir.
Küresel ölçekte belirleyici olacak bu anlatı, şimdiden içine girdiğimiz 24 Şubat 2022 sonrası sürecin ana teması olarak yerleşmeye başlamıştır.
Dolayısıyla, Batı dünyasının dayandığı demokrasi, hukuk gibi değerlerinin vurgulanması, ön plana çıkarılması, yeni dönemin baskın ruhunu yansıtması bakımından kritik önemdedir.
*
Tam bu noktada Türkiye’nin Batı karşısındaki konumu açısından dikkate alınması gereken sorunlu bir tablo bizi bekliyor. Ukrayna krizi, Türkiye’yi Batı dünyası ile ilişkilerinin Atlantik’in her iki yakasıyla da her bakımdan sıkıntılı bir şekilde seyrettiği bir dönemde yakalamıştır.
Örneğin ABD ile ilişkiler, geride bıraktığımız yıl yeni Biden yönetimi ile diyalog kurma ve bir çalışma modelinin çerçevesini oluşturabilmek için yürütülen çabalardaki iniş çıkışlar ve krizlerle geçmiştir. İlişkileri kaplayan S-400, PKK/YPG gibi kronik sorunların hiçbirinde en ufak bir ilerleme sağlanamamıştır.
Avrupa Birliği cephesinde ise tam üyelik perspektifinin fiilen dondurulmasından sonra Türkiye’nin AB karşısındaki işlevi, Suriyeli sığınmacıların kıtaya göçünü önleyecek bir tampon bölge kimliğine indirgeniyor neredeyse.
Bu arada, gerek ABD gerek AB cephesinde Türkiye’de insan hakları, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı alanındaki uygulamalara dönük yaygın eleştirilerin de bu ilişkilerin içine girdiği belirsizlikte kayda değer bir faktör olduğu yadsınamaz. Hükümetler de kendi kamuoylarının bu konuda artan ölçüde baskısı altındadır.
Avrupa’da insan hakları ve hukuk değerlerinin korunması amacıyla kurulmuş olan Avrupa Konseyi’nde Osman Kavala hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı uygulanmadığı için Türkiye hakkında “ihlal prosedürü”nün başlatılmış olması bile Avrupa ile ilişkilerin ne kadar sıkıntılı bir görüntü aldığının tek başına açık bir göstergesidir.
*
Avrupa’da tarihin akışında Ukrayna savaşı nedeniyle dramatik bir kırılma yaşanırken, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin bugünkü sancılı haliyle bu yeni duruma nasıl eklemlenebileceği önemli bir sorudur.
Girmekte olduğumuz dönem, stratejik kart önemini korusa da geçmişteki örneklerin aksine bu kartın demokrasi değerlerine baskın çıkacağı bir iklime işaret etmiyor.
Türkiye’nin yapması gereken, Batı dünyasının gitmekte olduğu yönü doğru okuyarak bir an önce insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi sıkıntılı alanlarda yumuşama sağlayacak adımlar atmaktan geçiyor. Batı’yı bu başlıklarda şaşırtacak hamleler yapılması, yeni dönemi yaratıcı ve önleyici bir anlayışla karşılamak bakımından yararlı olacaktır.
Bu anlayışla hareket edildiği takdirde, Ukrayna’daki krizin yarattığı ortam, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin rayına oturtulabileceği bir süreci de başlatabilir.
Paylaş