Paylaş
Buna karşılık AİHM, 12 Haziran 2017 tarihinde aldığı usule ilişkin “Gökhan Köksal-Türkiye” kararıyla, hükümet tarafından kurulan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’nu bir iç hukuk yolu olarak kabul edip, bu başvuruların tümünü geri çevirmiş oldu.
Adalet Bakanlığı’na göre, AİHM’ye Türkiye’den yapılan başvurular 15 Temmuz 2016 sonrasında 7 bin 600 dolayında seyrederken, 31 Mayıs 2017 tarihinde başvurular 24 bin 600’e yükselmişti. AİHM’nin bu kararının ardından 31 Ekim 2017 tarihi itibarıyla başvurular 8 bin 300’e düştü.
*
Mahkeme, bu tutumuyla 15 Temmuz sonrasında kamudaki ihraçlarda topu Türkiye’deki komisyona atmıştır. Keza, komisyon kararlarına iç hukuk yolu olarak idare mahkemelerinde itiraz yolu açıktır. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru bir sonraki adım olarak itiraz sürecine eklenebilir.
Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta var. Mahkeme, bu kararını alırken, düzenlenen başvuru yolunun uygulamada etkili olup olmadığını gerektiğinde inceleyebileceğini de belirtmiştir.
Söz konusu karar yalnızca KHK ihraçlarıyla sınırlıdır. AİHM’nin kamudan ihraçlar haricinde Türkiye’de 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan hak ihlalleri konusunda nasıl bir tutum alacağı en önemli sorulardan biri olarak beliriyor. Özellikle adil yargılanma hakkı, uzun yargılamalar, tutuklulukta yaşanan sorunlar gibi başlıklarda pek çok şikâyetin önümüzdeki dönemde mahkemenin gündemine girmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Türkiye’de 15 Temmuz sonrasında yaklaşık bir buçuk yıldır tutuklu olduğu halde iddianamesi hazırlanmamış olan şüpheliler mevcuttur. Tutuklamalardaki hak ihlalleriyle ilgili yaygın şikâyetler var.
*
Ancak bu noktada Türkiye’nin olağanüstü koşullarından kaynaklanan özel durumu denkleme giriyor. Bu denklemdeki kritik konu AİHM’nin Türkiye’nin “olağanüstü koşullar” gerekçesine nasıl yaklaşacağı sorusudur.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra Avrupa Konseyi’ne başvurarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15’inci maddesi çerçevesinde sözleşmeyle ilgili yükümlülüklerini askıya aldığını duyurmuştu.
Sözleşmenin bu maddesi, olağanüstü hallerde ülkenin “Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilmesine” cevaz veriyor. Ancak tanınan muafiyet, Sözleşme’nin yaşam hakkı, işkence ve kötü muameleye ilişkin maddeleri ile ‘Suç işlendiği zaman uygulanabilir olan cezadan ağır ceza verilemez’ (idam cezasını geri getirme gibi) gibi hükümlerini kapsamıyor. Altı çizilmesi gereken bir husus, Sözleşme’nin olağanüstü koşullar karşısında ülkeye esneklik tanırken bunu uygulamada “Durumun gerektirdiği ölçüde olması koşulu”na bağlamasıdır.
Bir başka deyişle, AİHM, bu muafiyeti tanırken muhtemelen uygulamada Türkiye’nin sözleşmenin özünü ortadan kaldırıp kaldırmadığına, uygulamayı bir denge içinde yürütüp yürütmediğine de bakacaktır. AİHM’nin bağlı olduğu Avrupa Konseyi, 15. maddenin uygulanmasında şu ana kadar Türkiye ile yakın istişare içinde hareket etmiştir.
*
Ancak mahkemenin bazı tutuklu gazetecilerin başvurularını Anayasa Mahkemesi’nde iç hukuk yolunun tüketilmesini beklemeden gündemine alması ve Türk hükümetinden savunma istemesi, en azından ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda Sözleşme’nin 15’inci maddesinin bir açık çek güvencesi içermediğini gösteriyor.
Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve Cumhuriyet mensuplarının da aralarında bulunduğu toplam 20 gazeteci-yazarın başvurularından söz ediyoruz. Şikâyet sahipleri, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduktan sonra bir süre bekleyip ardından AİHM’ye de şikâyet dilekçesi vermiştir. Mahkeme, ifade özgürlüğünü ilgilendiren bu davalara iç hukuk yolunun tüketilmesini beklemeden öncelik verip gündemine almıştır.
AİHM’nin muhtemelen 2018 içinde bu dosyalarda vereceği karar 15 Temmuz sonrasında bir ilk olması bakımından büyük önem taşıyor.
Paylaş