Paylaş
Yayımlanan bildiriye bakıldığında dikkat çekici şu unsurların altı çizilebilir.
Bunlardan birincisi, El Kaide çizgisindeki Heyet Tahrir Üş Şam (HTŞ) örgütünün sahada kontrolü büyük ölçüde eline geçirdiği İdlib’le ilgilidir. Bildiride, HTŞ’nin bölgedeki kontrolünü arttırmaya dönük girişimlerinden duyulan “ciddi kaygı” ifade ediliyor.
Üç ülkenin bu girişimlere “etkili bir şekilde karşılık verilmesi”nin yanı sıra buradaki ihlallerinin azaltılması için “somut adımlar atılması” hususunda görüş birliğine vardıkları da duyuruluyor. Bildiriye göre, bu adımların atılması İdlib’e ilişkin 17 Eylül 2018 tarihli Türk-Rus mutabakatının tüm unsurlarıyla hayata geçirilmesi suretiyle sağlanacaktır.
Bildiride bu “somut adımlar”ın neler olacağı hususunda bir açıklık yok. Söz konusu mutabakatta İdlib’de tesis edilmesi kararlaştırılan silahsızlanma bölgesinin iç kısmından Türkiye’nin sorumlu olduğunu hatırlayalım. Bu durumda bildiride söz edilen adımların sorumluluğunun öncelikle Türkiye’ye düştüğü sonucuna varabiliriz. Ancak ihlallerin bir bölümü de Esad rejiminin İdlib’i hedef alan yoğun topçu atışlarından kaynaklandığından, Rusya’nın da atması gereken adımlar var; rejimi bu hareketlerinden caydırmak gibi...
Burada ilginç olan bir nokta, Rusya lideri Vladimir Putin’in Sözcüsü Dmitry Peskov’un önceki akşam İdlib’i teröristlerden temizlemek için atılacak adımların “askeri eylem içermeyeceğini” söylemiş olmasıdır. Askeri değilse bu adımların hangi alanlarda olabileceği hususunda da açıklık yoktur.
*
Yine İdlib’le ilgili dikkat çekmemiz gereken önemli bir ayrıntı, Putin’in önceki akşamki basın toplantısında “Türk ve İranlı dostlarımız İdlib’de gerilimi aşağı çekmek ve durumu istikrara kavuşturmak için birlikte çalışmak hususunda istekliler” demesidir.
Türk-Rus askerlerinin İdlib’deki ortak devriyelerinin başlayacağı Erdoğan tarafından Soçi’de duyurulmuştu. Putin’in bu ifadesinden ise İdbib’de sahada Türkiye ile İran arasında da bir işbirliğinin sergileneceği ortaya çıkıyor. İdlib’de Türkiye’nin 12, Rusya’nın 10 ve İran’ın da
7 askeri gözlem noktası bulunuyor.
*
Soçi bildirisinin kayda değer bir başka yönü, ABD’nin Suriye’den askerlerini çekmesi halinde ülkenin kuzeydoğusunda güvenlik, asayiş ve istikrarın sağlanması ihtiyacı vurgulanırken bu bağlamda “mevcut anlaşmalar”a da atıf yapılmasıdır.
Bu atıfla Türkiye ile Suriye arasında 1998 yılında imzalanan ‘Adana Mutabakatı’ ile bu mutabakatın genişletilmiş bir versiyonu olarak 2011 yılında imzalanan ve halen yürürlükte olan terörle mücadeleye ilişkin ikili anlaşmanın kastedildiği açıktır.
Nitekim hem Putin’in hem de İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin, önceki akşamki açıklamalarında Adana Mutabakatı’nı hatırlatmış olmaları bildirideki bu vurguyu destekleyen bir ton taşıyor. Putin, Türkiye ile Suriye arasındaki anlaşmanın “teröre karşı ortak mücadeleyi” öngördüğünü özellikle vurguladı.
Sonuçta bildiride de Türkiye ile Suriye arasındaki anlaşmalara atıf yapılması kaçınılmaz olarak Ankara’yı önümüzdeki dönemde Esad rejimi ile bir şekilde ilişki kurmaya zorlayacak bir potansiyel taşıyor.
*
Bildiride önemli görünen bir diğer nokta, Suriye sorununa nihai çözüm bulmak üzere toplanacak anayasa komitesiyle ilgilidir. Metinde üç ülkenin komitenin en kısa zamanda toplanması hususundaki kararlılıkları vurgulanırken, “usul kurallarına ilişkin olarak geliştirilecek tavsiyeler”den söz edilmektedir.
Anayasa komitesinin çalışma şeklini düzenleyecek ‘usul esasları’ siyasi çözüm sürecinin en hassas konularından biridir. Örneğin, komitede kararların nasıl bir çoğunluk eşiğiyle alınacağı gibi kritik usul meseleleri, aslında komiteden nasıl bir anayasa taslağı çıkacağı sorusunun yanıtını birinci derecede ilgilendiriyor.
Toplam 150 kişilik komitede 50 üye rejimi, 50 üye de muhalefeti temsil edecektir. Her iki tarafın listeleri kesinleşmiştir. Bütün sıkıntı sivil toplum temsilcilerinin yer alacağı 50 kişilik ‘üçüncü liste’deki bazı isimler üzerindedir. Sıkıntının nedenini anlamak güç değil. Komiteye katılacak rejim ve muhalefet temsilcilerinin blok halinde hareket edecekleri tahmin edildiğinden, oylamaların kaderini, dolayısıyla komitenin yönünü büyük ölçüde arada kalan 50 kişilik üçüncü listedeki isimler belirleyecektir.
Astana ortaklarının mutabık kaldığı üçüncü gruba ilişkin 50 kişilik listedeki 5-6 isme bazı Batılı ülkeler ‘Rejime yakın oldukları’ gerekçesiyle itiraz etmiş ve liste meselesi bu noktada kilitlenmiştir. Görüleceği gibi, bütün aktörler daha şimdiden anayasa komitesi üzerinde etki sahibi olma arayışı içindedir.
Paylaş