Paylaş
“Buzdolabına kaldırmak” ifadesi tabii bir metafordu. Bu benzetme, aslında ilişkilerin yokuş aşağı gidişi karşısında, bu yönelişi bir süre soğutma, dondurma ihtiyacının bir ifadesiydi. Böyle bir frene basma imkânı olabilseydi, sonrasında ortaya çıkan hasarın da önüne geçilebilirdi. Beyaz Saray iki bakana yaptırım kararını ertesi gün, 1 Ağustos’ta açıkladı.
Sonrası malum. Bu ilişkinin girdiği, şimdilik ucu açık görünen kriz sarmalına hep birlikte tanıklık ediyoruz.
*
Geriye dönüp baktığımızda Türkiye ile ABD arasındaki ilişkinin geçmişte bugünkü gibi ağır krizlere girdiği, iki ülkenin gerçek anlamda çatıştığı, karşı karşıya geldiği pek çok hadise bulmak mümkün.
Örneğin Türkiye, 1960’lı yıllarda John- son mektubunun şokunu yaşamış, bunun caydırıcılığıyla Kıbrıs’a müdahale edememiştir. Ama Türkiye sonradan 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdiyse, bunu ABD’ye rağmen yapmıştır.
İlişkiler sonrasında Kongre Türkiye’ye ambargo uyguladığı ve bu yüzden yedek parça bulunamadığı için Türk Hava Kuvvetleri’nin savaş uçaklarını havalandıramadığı günleri de yaşamıştır.
Çok gerilere gitmeye de gerek yok, 1 Mart 2003 tezkere krizi hatırlayalım. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tezkereyi reddetmesi Pentagon’un Irak’ı işgal planlarını değiştirmesine yol açmış, bunun sonucu Türkiye ABD’li karar vericiler tarafından kara listeye alınmıştı. Bunun üstüne bir de 4 Temmuz 2003 tarihinde Irak Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına ABD’li askerler tarafından çuval geçirilmesi skandalının yaşanması ile ilişkiler iyice dibe vurmuştu.
O günlerde bütün gözlemciler, uzmanlar, otoriteler Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı, bir daha ayar tutmayacağı hususunda hemfikirdi.
*
Belki de bu ortaklığın daha o zaman buzdolabına kaldırılması gerekiyordu. Ama geçmişte hangi krizler yaşanırsa yaşansın, karşılıklı yüksek çıkarlar her seferinde bu anlaşmazlıkların bastırılmasına, yapılan hataların, verilen problemli kararların unutulmasına, hafıza kayıtlarından süratle silinmesine yol açtı.
On yıllarca böyle devam etti. Her seferinde geçmişe sünger çekilerek “Kore’de omuz omuza savaştık”, “Zamana dayanan sarsılmaz dostluk”, “Stratejik ortaklık” söylemleri yeniden tedavüle sokularak, hiçbir şey olmamış gibi yola devam edildi.
Beyaz Saray’ın Oval Ofisi’nden ya da Çankaya Köşkü’nün bahçesinden fotoğraf karelerine giren dostluk gösterileri, arşivlerdeki tatsız hatıraların üzerini her zaman kapatıveriyordu.
*
Her seferinde sorunlarla, hatalarla, verilip tutulmayan sözlerle, müttefiklikle bağdaşmayan uygulamalarla dürüst, samimi bir yüzleşme yapılmadı. Çünkü her seferinde iki taraf da “Stratejik çıkarlarımız her şeyin üstündedir” anlayışıyla hareket etti.
Türk tarafı, her seferinde “Nasıl olsa Amerika bizi gözden çıkaramaz, bize muhtaç” anlayışıyla kendisine çok geniş bir hareket alanı biçti ABD karşısında. Amerikan tarafı da “Nasıl olsa Türkler gücümüzden çekinir, bizi karşılarına almak istemezler” kabulünün verdiği rahatlık duygusuyla hareket etti.
İki tarafın karar vericileri ve bürokrasileri karşılıklı olarak içselleştirilmiş bu kabuller üzerinden hareket edince, Ankara-Washington ilişkileri on yıllarca belli döngüler içinde tekrarlayan krizlerle, sürekli iniş çıkışlarla yoluna devam etti.
*
Tarihi perspektiften bakıldığında, ilişkilerin bugün içinden geçmekte olduğu kriz belli ölçülerde her iki tarafta da bu varsayımların, yerleşik düşünce kalıplarının kırılmakta oluşundan da kaynaklanıyor.
Sonuçta bir şekilde bu kriz de geride kalacak ve Türkiye ile ABD arasındaki ilişkide yeni bir denge durumu ortaya çıkacaktır. Ancak bu yeni denge hali, geçmişte dostluk söylemleri ile uygulama arasındaki çelişkilerin olmadığı, bunun yarattığı bir samimiyetsizliğin yaşanmadığı, daha dürüst, daha gerçekçi ve düzgün bir ilişkiyi yansıtmalıdır.
Paylaş