Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki akşam yaptığı bir açıklamayla “Suriye sınırımızda oluşturmaya başladığımız güvenlik koridorunun eksiklerini tamamlamayla ilgili hazırlıklarımız biter bitmez orada da yeni harekâtlara başlayacağız” diyerek harekâtın gündemden düşmediğini kayda geçirmiş oldu.
Yeni harekâta ilişkin bütün bu tartışmalar sürerken, yakın zamanda Türk kamuoyuna pek yansımayan ancak Suriye’deki gelişmeleri düzenli bir şekilde izleyen uzmanların ve haber sitelerinin radarlarına takılarak “kaşların kalkmasına” yol açan bir hadise meydana geldi Türkiye’nin kontrolü altındaki İdlib-Afrin bölgeleri ekseninde.
TSK’nın da kuvvetli bir askeri mevcudiyetinin bulunduğu Hatay’a bitişik İdlib’de alan hâkimiyetine sahip olan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) isimli örgüt, 18 Haziran tarihinde Afrin’e, yani “Zeytin Dalı Harekât Bölgesi”ne girerek, burada Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bileşenleriyle başka silahlı muhalif gruplar arasındaki çatışmalara ÖSO karşısında yer alacak şekilde taraf oldu.
HTŞ’NİN AFRİN HAMLESİ
İlk bakışta, çekişmenin ÖSO unsurlarıyla Ahrar uş Şam isimli, ÖSO dışında kalan ancak kendi içinde de ciddi bir şekilde bölünmüş olan örgüt arasında meydana geldiği anlaşılıyor. Bu örgütün bir kanadı bir süredir HTŞ ile birlikte hareket ediyor.
Açık kaynaklara yansıyanlara bakılırsa, Ahrar uş Şam içindeki müttefiklerini desteklemek üzere devreye giren HTŞ, 19 Haziran tarihinde Afrin şehrinin 20 kilometre kadar güneyindeki Cinderes kasabasında ve ayrıca yine geniş Afrin bölgesinin güneyindeki birçok köyde kontrolü kısa bir süre büyük ölçüde eline almıştır.
“Middle East Eye” isimli Ortadoğu üzerinde uzmanlaşan Londra merkezli haber sitesinin 23 Haziran tarihinde bu konuda verdiği bir haberde dikkat çekici detaylar yer alıyor.
Bu haberde ÖSO’nun önde gelen aktörlerinden Feylak üş-Şam’ın HTŞ ile yaşanan çatışmaya ilişkin bir açıklamasına da yer veriliyor. Feylak üş-Şam, bu açıklamada HTŞ’nin hamlesi karşısında ÖSO içindeki diğer grupları kendilerine yeteri kadar destek vermemekle suçluyor.
Açıklamaya göre, HTŞ Afrin bölgesine toplam 700 araçla intikal eden bir güçle saldırmış, Feylak üş-Şam da bu saldırıya İdlib ile Afrin arasındaki sınır hattı üzerinde bulunan Deyr Ballut ve el Ghazawiya geçiş kontrol noktalarını kapatarak karşılık vermiştir.
Feylak üş-Şam’ın bir lideri, MEE’ye “Geçiş noktalarında yüzlerce sivil sıkışıp kaldı. Çatışmaların tırmanması ağır kayıplara yol açacaktı. Biz de konvoyların Deyr Ballut kapısından giriş yapmasına izin verdik” diye konuşuyor.
Deyr-Ballut kontrol noktası, İdlib’de yerinden olmuş yüzbinlerce Suriyelinin yaşadığı Atme kampının iki kilometre kadar kuzeyindedir.
HTŞ’nin Afrin’e 700 araçla gelmiş olması her bakımdan büyük bir harekâta işaret ediyor.
MUHALİF GRUPLAR SIKÇA ARALARINDA ÇATIŞABİLİYOR
Yine açık kaynaklara bakılırsa, Türkiye’nin ağırlığını koymasıyla birlikte ateşkesin sağlandığı ve HTŞ’nin kısa zamanda Afrin’den çekildiği anlaşılıyor. HTŞ’nin çekilmesine karşılık HTŞ müttefiki Ahrar uş Şam unsurları ile ÖSO grupları arasında gerilimler Fırat Kalkanı bölgesinde zaman zaman alevlenebiliyor.
Örneğin, Suriye’de sahadaki gelişmeleri duyuran Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin 25 Haziran tarihli bir raporuna göre, Fırat Kalkanı bölgesindeki El Bab kasabası yakınlarındaki el Hadas kampı civarında Ahrar Uş Şam’ın eski liderlerinden Hasan Sofan’ın savaşçıları, ÖSO bileşeni Şam Cephesi unsurlarına saldırmıştır.
Aslında Suriye’nin kuzeyinde TSK’nın kontrolündeki harekât bölgelerinde, çok uzun zamandır hem zaman zaman ÖSO bileşenleri arasında hem de bu bileşenler ile ÖSO yapılanması dışında kalan silahlı muhalif gruplar arasında sıkça çatışmalar çıkması, artık rutin haberler faslına giren bir başlıktır. Suriye içsavaşının seyri içinde ortaya çıkan bu silahlı gruplar sıkça kendi aralarında rekabet etmekte, nüfuz, alan hâkimiyeti ve çıkar mücadelesine girişmektedirler.
Ve sahada sayısız aktör var. Belli bir bölümünde köktendinci çizginin de güçlü olduğu bu gruplar yapı olarak sıkça ittifaklardan oluşuyor. Bu ittifaklar da belli aralıklarla bölünmelere, saf değiştirmelere, bu gibi hareketlerin tetiklediği çatışmalara sahne olmaktadır.
Ancak son gelişmelerin düşündürücü bir yönü, aslında İdlib bölgesinin aktörü olan HTŞ’nin ilk kez İdlib sınırları dışına çıkması olmuştur. HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısında sahada değişikliğe yol açabilecek askeri yeteneğe sahip olduğunu göstererek önemli bir iddia ortaya koymuştur.
HTŞ ile ilgili sıkıntılı bir konu şurada karşımıza çıkıyor. El Kaide türevi el Nusra içinden çıkan, ancak daha sonra küresel cihat hedefinden vazgeçtiğini açıklayarak faaliyetini Suriye ile sınırlayan bu örgüt, yine de BM Güvenlik Konseyi tarafından terör organizasyonu olarak kabul ediliyor. Türkiye de 2018 yılı ağustos ayından bu yana HTŞ’yi resmi düzeyde BM kararına uyarak terör örgütü olarak kabul ediyor.
SİLAHLI MUHALEFET VE SURİYE’NİN GELECEĞİ
Bir şekilde kontrol altına alınabilen son hadise mikro ölçekte Suriye’de hem bugün hem de daha uzun yıllar Türkiye’nin önünde bekleyen güçlükleri göstermesi bakımından fikir vericidir.
Karşımızda çok sayıda silahlı aktörün sahada olduğu, çatışmaya açık, her an alevlenebilecek kırılgan bir zemin var. Bu ortamın yönetimi Türkiye açısından ciddi bir sınama olarak beliriyor.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta, TSK ve ÖSO’nun kontrolü altındaki harekât bölgelerinde meydana gelebilen bu gibi hadiselerin, Türkiye’nin bu bölgelere istikrar getirdiği yolundaki anlatısını gölgeleme riskini de yaratmasıdır.
Meselenin bugün sahada yaşanan günlük sorunları aşan, uzun dönemli bir yönü daha var. Sahada muhalif gruplar arasında mevzi olarak karşılaşılan çekişmeler, çatışmalar bir şekilde yatıştırılabilir. Ancak büyük fotoğrafa baktığımızda, Suriye içsavaşını en azından ülkenin batısında geniş bir coğrafyada önemli ölçüde rejimin kazanmasının ardından silahlı muhalefetin hepsi kuzeye sıkışmıştır. Bu, İdlib’de HTŞ’dir; “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” bölgelerinde ÖSO ve bu ittifak dışındaki diğer silahlı gruplardır. Keza Fırat’ın doğusunda TSK’nın kontrol ettiği “Barış Pınarı” bölgesinde de sahada yine ÖSO karşımıza çıkıyor.
YANIT BEKLEYEN ZOR SORULAR
Kritik mesele, Suriye sorununa bir şekilde çözüm menziline girildiğinde, bu silahlı gruplara Suriye’nin gelecek tasavvurunda nasıl bir yer biçileceği, bu kesimlerin bulunacak çözüme nasıl eklemleneceği sorusudur.
Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması hedefleniyorsa, kuzeyde şekillenen yapıların merkezi hükümetle ilişkisinin nasıl tanımlanacağı sorusuna bir yanıt bulunması gerekecektir. Bu gruplar için “Silahlara Veda” saati mi gelecektir? Bir bölümü milli orduya mı dahil edilecektir? Bu gibi sorular artırılabilir.
Bu zor soruların bugünün meselesi olmadığı söylenebilir. Öyle de olsa, kabul edelim ki bunlar günün birinde Türkiye ve Suriye denkleminde yer alan diğer aktörlerin eninde sonunda yanıt bulmaları gerekecek olan başlıklardır. Şimdiden üzerinde düşünmeye başlamakta yarar var.
Paylaş