Paylaş
“Fırat’ın doğusuna askeri operasyona başlayacağımızı resmen ilan ettik. Sayın Trump ile de bunları görüştük. Kendileri de olumlu cevapları verdiler.”
Erdoğan’ın sözleri, Başkan Trump’ın Türkiye’nin tutumuna olumlu baktığını gösteriyordu.
Öncesinde Erdoğan, 12 Aralık tarihinde Fırat’ın doğusuna dönük harekâtın “birkaç gün içinde başlayacağını” söylemiş, bu da 48 saat sonra 14 Aralık Cuma günü Beyaz Saray ile Beştepe arasında gerçekleşen telefon konuşmasını tetiklemişti.
Cumhurbaşkanı’nın 17 Aralık Pazartesi günü Trump’ın tutumunu “Olumlu cevapları verdiler” diyerek çok net bir şekilde aktarmasına karşılık, bu iyimser açıklama Trump’ın şahsından kaynaklanan genel inandırıcılık sorunu nedeniyle belli bir ihtiyat payıyla karşılanmıştı.
Buna ek olarak, geçmişte Erdoğan ile Trump’ın arasında geçen bazı telefon konuşmalarında -Brunson krizinde olduğu gibi- ciddi yanlış anlamaların yaşandığı da akıllardan çıkmamıştı.
Önemli bir faktör daha vardı. ABD yönetiminden gelen bütün açıklamalar, tam aksi yöndeki bir çizgide durduklarını gösteriyordu. Örneğin, pazartesi günü ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey’nin Erdoğan’ın konuşmasından sonra Washington’da yaptığı bir açıklama da iyice belirsizliğe yol açtı.
Jeffrey, bu konuşmasında ABD’nin Suriye konusundaki pozisyonunu tekrarladı, “Kuzeydoğu Suriye’ye herhangi bir saldırının kötü bir fikir olduğunu düşünüyoruz. Başkan Trump’tan aşağı doğru herkes Ankara’ya bunu iletti” diyordu.
Kaldı ki, bir önceki hafta Başkan Trump’ın DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyon nezdindeki özel koordinatörü Brett McGurk, “DEAŞ’ın yenildiğini söyleyip, ‘Biz artık çıkabiliriz’ demek pervasızlık olur” demişti.
Washington’da sistemin bütün kilit oyuncularından gelen açıklamalar Suriye politikasında bir değişikliğin olmadığına işaret ediyordu.
Geçen çarşamba günü bu köşede yayımlanan “Türkiye ile ABD geri dönülmez bir noktaya doğru gidiyor” başlıklı yazım, “telefon görüşmesine rağmen gerilimin kontrol altına alınamaması durumunda” ilişkilerin bir “kırılmaya doğru sürüklendiği” görüşünü işliyordu.
Ayrıca, Erdoğan Fırat’n doğusuna dönük harekât konusunda kendisini bağladığı için, “ABD tarafı anlamlı bir jest yapmadığı ya da geri adım atmadığı takdirde” operasyonun ertelenmesi ihtimalinin “uzak göründüğünü” belirtiyordum.
Başkan Trump’ın çarşamba günü ABD askerlerinin Suriye’den çekilmeye başlayacağını duyurduğu tweet mesajıyla bu geri adımın atıldığını söyleyebiliriz.
Gerçekten de freni patlamış bir araç gibi yokuş aşağı son sürat gitmekte olan Türk-ABD ilişkileri, Trump’ın -ABD’deki sistemin bütün kuvvetli itirazlarına rağmen- verdiği bu kararla birlikte, şimdilik kontrol altına alınmıştır.
Ancak Türk tarafının kesin emin olmak için yine de öncelikle uygulamayı görmek isteyeceği anlaşılıyor.
Bu noktaya gelinmesinde Erdoğan’ın Trump nezdindeki telkinlerinin önemli bir rol oynadığı aşikâr. Erdoğan, ABD’nin Suriye’de kalışı için “DEAŞ tehdidinin bitmediği” gerekçesini getirmesini bir süredir ısrarla eleştiriyor, bu tezin “balon” ya da “masal” olduğunu söylüyordu.
“DEAŞ’ın bitmediği”, ABD’deki güvenlik bürokrasinin Trump’ı ikna etmek için kullandığı başlıca tezdi. Trump’ın 14 Temmuz’daki telefon görüşmelerinde Erdoğan’a yönelttiği “Buradan DEAŞ’ı siz temizler misiniz” sorusuna, Erdoğan’ın “Biz temizledik, bundan sonra da temizleriz, yeter ki lojistik anlamda bizlere gerekli desteği verin” yanıtını vermesiyle Suriye denklemi dramatik bir şekilde değişmiştir.
Varılan mutabakatın kritik bir sonucu, ABD’nin Suriye’den çekilmesi durumunda DEAŞ’a karşı mücadelede doğabilecek boşluğu Özgür Suriye Ordusu ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dolduracak olmasıdır. Erdoğan’ın “Suriye topraklarını huzura kavuşturma işini bizzat üstlenmek mecburiyetinde kaldık” şeklindeki sözleri bu durumun çok açık bir ifadesidir.
ABD ordusunun Suriye’den çekilmesi karşılığında Türk tarafı da Fırat’ın doğusuna dönük harekâtı “bir süre için” beklemeye alacaktır. Ancak Erdoğan’ın dünkü açıklamaları eninde sonunda bu seçeneğin de uygulamaya konacağına işaret ediyor.
Paylaş