Suriye politikasında muhasebe yapma gereği

Geçen cumartesi gününü İstanbul’da CHP’nin düzenlediği Uluslararası Suriye Konferansı’nda geçirdim. Konferans Suriye’deki gelişmeleri yakından izlemeye çalışan bir gazeteci olarak benim için zengin bir bilgi laboratuvarı oldu.

Haberin Devamı

Suriye’deki krizin tarihçesi, bugün uluslararası politikada geldiği karmaşık durum, Türkiye ve bölgeye dönük yarattığı riskler ve bu arada mültecilerle ilgili sorunlar üzerinde ilginç sunumlara, tartışmalara tanıklık ettim.

En çok etkilendiğim sunumlardan birini Türkiye’deki Suriyeli çocuk işçilerin emek pazarındaki durumu üzerinde Evrensel gazetesinden meslektaşımız Ercüment Akdeniz’in yaptığını özellikle belirtmeliyim.

Suriye üzerine stratejik hesaplar, diplomatik hamleler, sahadaki askeri çatışmaların dinamikleri üzerine bir dizi konuşmayı izledikten sonra sahnedeki yansıda krizin insani yönünü gösteren çarpıcı bir tabloyla karşılaştık. Bu sarsıcı fotoğrafta, İstanbul’da ayakkabı atölyelerinde karın tokluğuna çalışmak zorunda kalan Suriyeli küçük çocukların bütün gün makasla deri kestikleri için parmaklarında meydana gelen deformasyonu görüyorduk. Suriye krizi en çok çocukları vuruyor.

*

Haberin Devamı

Davet sahibi olduğu için konferansta CHP’nin tuğrasının kuvvetli bir şekilde hissedilmesi kaçınılmazdı. Bu arada eski Dışişleri Bakanı ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in ‘akil adam’ kimliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika gelenekleri üzerinden Suriye krizi ve izlenen politikalar üzerine yaptığı değerlendirme gerçekten dinlemeye değerdi.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında “Suriye’nin barışı ile Türkiye’nin huzurunun iç içe geçmiş olduğu” yolundaki sözleri herkesin üzerinde birleşeceği bir doğruyu ortaya koydu. Barış temasının ön planda olduğu bu konuşmasında Kılıçdaroğlu,Ankara ile Şam arasındaki yolun barışa giden en kestirme yol olduğunu” belirterek, Suriye’deki meşru hükümetle diyaloğun kurulması beklentisini kayda geçirdi.

Bu arada, gerek İdlib gerek Fırat’ın doğusundaki sorunların çözümü için Türkiye’nin bir an önce Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirmesi gerektiği tezinin konferansta çok geniş bir destek bulduğunu vurgulamalıyız.

Kuşkusuz, Suriye krizinde girilen kritik kavşakta BM’nin ülkenin meşru temsilcisi olarak tanıdığı Esad hükümeti ile ilişki kurulmasının Türkiye açısından artık kaçınılmaz hale geldiğini söylemek mümkün. Ancak bu normalleşme talebi dile getirilirken, Esad rejiminin insan hakları alanındaki vahim sicilini de unutmamak gerekiyor. Hem ilişkilerde normalleşme gereğinin hem de –yeni bir döneme girilecekse- Esad’ın bu alandaki sicilini düzeltmesi vurgusunun birlikte yapılması, bir sosyal demokrat partinin duruşu açısından ilkesel bir zorunluluktur.

*

Haberin Devamı

Bu tür konferanslar bir hafıza tazeleme çalışması olması bakımından da yararlı görülebilir. Karşınızda ciddi bir sorun varsa, sınırınızda bir yangın sürüyorsa, buraya nasıl geldiğinizi bir gözden geçirmek elzemdir. En azından yapılan hatalar üzerinden gerekli dersleri çıkartıp bunları tekrarlamamak, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Suriye politikasının daha gerçekçi bir çizgiye oturtulmasına yardımcı olabilir.

Bu yönüyle bakıldığında, konferans sırasında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2012 yılında muhtemel Suriyeli mülteci sayısı için ‘100 bin’ dolayında bir eşikten söz etmiş olduğunun hatırlatılması, geçmişi yeni bir gözle değerlendirmek bakımından çarpıcıydı. Hatırlanan konu Davutoğlu’nun Hürriyet yazarı İsmet Berkan’a yaptığı bir açıklamaydı. Hürriyet’in 20 Ağustos 2012 tarihli birinci sayfasında “Kritik eşik 100 bin kişi” manşetiyle verilen bu mülakatta Davutoğlu, “Mülteci sayısı 100 bini geçerse bunları barındıracak yerimiz yok” diyerek “Suriye sınırları içinde bir güvenlikli bölgede BM’nin kamplar kurabileceğini” söylüyor.

Haberin Devamı

Suriye içsavaşı 2011 yılı Mart ayında patlak vermişti. Bugün 2019 yılı sonbaharı itibarıyla Türkiye’de bulunan mülteci sayısının 3 milyon 660 binin üstünde olması, savaşın başlangıç dönemine rastlayan 2012 yılında öngörü anlamında ciddi bir hesap hatasının yapıldığını gösteriyor.

Aradan tam yedi yıl geçtikten sonra da Türkiye’nin en önemli önceliği yine bir ‘güvenli bölge’ kurulması meselesidir ve sayıları 3.7 milyona yaklaşan mültecilerin bir-iki milyonun bu bölgeye kaydırılması hedeflenmektedir. Bu hedefin ne ölçüde tutturulabileceğini önümüzdeki dönemde hep birlikte izleyeceğiz.

*

Ayrıca, 2012’deki mülteci eşiği tartışması da savaşın sonraki seyrinde geride kalmış ve Türkiye mülteciler karşısında doğrudan ‘açık kapı’ politikasına yönelmiştir. Ancak bugün geldiğimiz noktada Suriye sınırının önemli bir bölümüne duvar çekilmiş olması ve önceliğin mültecilerin geri dönüşüne verilmesi, eskiyle kıyaslandığında, Türkiye açısından çok köklü, dramatik bir politika değişikliğidir.

Haberin Devamı

Üstelik geçen süre zarfında Türkiye’nin göğüslemesi gereken Suriye kaynaklı sorunlar çok daha ağırlaşmıştır. Ülkenin batısında Esad rejiminin silahlı muhalif grupları yenilgiye uğratmasının ardından bu bölgede savaşın finalinin oynandığı İdlib’de, yani Hatay’ın yanı başında bugün saha hâkimiyeti BM’nin terörist olarak gördüğü bir grubun (HTŞ) elindedir. Ve 2012’de olduğu gibi yine bir göç dalgası ihtimalini tartışıyoruz.

Fırat’ın doğusunda ise sınır boyunca uzanan geniş bir coğrafyada PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD-YPG’nin kontrolünde bir özerk yönetim iş başındadır.

Galiba oturup Suriye politikasında esaslı bir muhasebe yapmanın zamanı çoktan gelmiştir.

Yazarın Tüm Yazıları