Paylaş
Öncelikle, nasıl bir dış politika izleyeceği konusunda büyük bir belirsizlik bulunan yeni ABD Başkanı’nın Beyaz Saray’da üçüncü ayını doldurmadan askeri seçenek içeren bir karara yönelmiş olması bütün dünya için yepyeni bir durum yarattı. Seçim kampanyasını “Önce Amerika” sloganı ile yürüten Trump, seçilirse uluslararası sorunlara müdahil olmayacağı yolundaki bütün taahhütlerine rağmen bu sözlerinin aksi yönünde davranmak zorunda kaldı. Bu kadar kısa zamanda böyle bir karar almak durumuna gireceğini muhtemelen kendisi de beklemiyordu.
Sonuçta Trump, daha yolun başında kuvvet kullanmaktan çekinmeyen bir ABD Başkanı olarak kendisini tescil ettirmiş oldu. Bu yönüyle selefi Barack Obama’nın askeri seçenekten mümkün olduğunca uzak duran, daha çok işbirliği ve diplomasi üzerinden güvenlik sağlamaya dönük politikasından majör bir şekilde ayrılmış bulunuyor Başkan Trump.
Obama, hatırlanacağı gibi, Suriye’nin kimyasal gaz kullanması ihtimalini “kırmızı çizgisi” olarak ilan etmişti. Demokrat Başkan, 2013’te Esad rejimini bu çizgiyi ihlal etmekle suçladığı halde askeri müdahaleden kaçınmıştı. Obama’nın sınır ötesi sorunlar karşısındaki genel tutumu, Amerika’yı dünya politikasında kendisinden önceki başkanlara kıyasla kısmen edilgen bir çizgiye çekmiş, hatta uluslararası sistemde büyük bir boşluk yarattığı yolunda eleştirilere de yol açmıştı.
Suriye harekâtının en önemli sonucu, ABD’nin gerekirse güç kullanmaktan, uluslararası alanda sorumluluk üstlenmekten kaçınmayacağını göstererek küresel sistemde başat oyun kurucu rolüne yeniden dönmüş olmasıdır.
* * *
ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin gözle görülebilir bir gelecekte ciddi bir gerginliğin içine girmesi kaçınılmazdır. Başkan Trump, dünkü hamlesiyle Rusya’ya Ortadoğu’da tek başına istediği gibi at oynatamayacağı mesajını vermiştir.
Ancak özellikle Suriye konusunda durumun her zamankinden daha karmaşık bir hale geldiğini görmemiz gerekiyor. Son dönemde “Suriye’de Esad mı, DEAŞ mı?” ikilemiyle karşı karşıya kalan Batı dünyası tercihini Esad’dan yana koymuştu. Bu tercih birçok Batılı ülkenin yanı sıra ABD’yi de DEAŞ karşısında Suriye ile aynı kümenin içine sokmuştu. Şimdi bu zımni ittifak en azından bir süre için sarsılmıştır.
Suriye’de sahada pek çok aktör var. Esad rejimi, ABD, Rusya, Esad karşıtı çok parçalı muhalefet, Türkiye, İran, DEAŞ ve PYD de dahil olmak üzere çok sayıda aktör Suriye coğrafyasına yayılmış durumda. Ve bütün bu aktörlerin değişen ölçülerde askeri yetenekleri de var. Kriz kontrol altına alınamazsa, bütün bu aktörlerin ya çatışma ya da ittifak içinde oldukları sahada kaotik bir durum yaşanabilir. Böyle bir kaos senaryosu Suriye’yi iyice içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüştürebilir.
Kısa dönemde Suriye’deki muhalefetin dışarıdan aldığı desteğin güçlenip, Esad’ın destek zemininin zayıflaması muhtemeldir. Bu çerçevede Suriye’deki çözüm sürecinde Esad’sız arayışlar yeniden zemin kazanabilir. Ancak hem Esad hem de DEAŞ’la mücadelenin eşzamanlı bir şekilde nasıl yürütülebileceği de sıkıntılı bir soru olarak önümüze geliyor. Rusya ve ABD’nin Suriye’de karşı karşıya geldiği bir durumda Rakka’da DEAŞ’a karşı bir harekât nasıl yapılabilir?
* * *
Trump’ın hamlesinin Türkiye’ye dönük etkilerine gelince... Öncelikle ilk bakışta Ankara’nın memnuniyetine yol açan, beklentisiyle örtüşen bir durum söz konusu. ABD’nin Esad’dan uzaklaşması ihtimali AK Parti iktidarını ancak memnun edecektir.
Ancak bir de madalyonun diğer yüzü var. Son dönemde ABD ve Avrupa ile ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşayan Ankara, Rusya ile daha yakın bir ilişki arayışı içine girmiş gözüküyordu. Hatta Rusya’yı Batı ile ilişkilerinde bir karşı ağırlık olarak kullanma eğilimi Ankara’ya sıkça atfedilmekteydi. Ortaya çıkan yeni durum ışığında bu yönde arayışların isabet derecesi tartışmalı hale gelebilir.
Her halükârda Esad’ın kimyasal gaz kullanmasıyla başlayan bu krizde Suriye’deki tablo daha da karmaşık hale geldiği takdirde, bunun serpintilerini üzerinde en çok hissedecek ülkelerden biri Türkiye olacaktır.
Sonuçta önümüzdeki günlerde olayların akışı Türkiye’nin ABD, Rusya ve Suriye politikalarında yeni ayarlamaları gerekli kılabilir.
NOT: 29 Mart tarihinde bu köşede yayımlanan yazımda Avam Kamarası Dışişleri Komitesi’nin hazırladığı
Türkiye raporu için Ankara’ya heyet göndermediği şeklinde yanlış bir bilgiye yer verdiğimi sonradan fark ettim. Düzeltir, okurlardan özür dilerim.
SON 24 SAATTE BUNLAR OLDU
Paylaş