Paylaş
Önceki gün sandıktan kimin en çok kazançlı çıktığı konusunda muhtelif görüşler öne sürülebilir. Gerçekten de siyasi aktörlerin neredeyse hepsinin kamuoyuna kendi açılarından bir başarı anlatısı sunabilmelerine izin veren bir tablo var karşımızda.
Örneğin, ‘cumhur ittifakı’ ülke genelinde sandıktaki oy toplamında yüzde 50 eşiğinin üstünde kalmasını önemli bir başarı olarak görüyor. AK Parti, Türkiye’nin birinci partisi olduğunu ülke genelinde en çok belediyeyi kazanarak bir kez daha göstermiştir.
CHP ise başkentin ve aynı zamanda ülkenin en büyük kentinin büyükşehir belediyelerini kazanmasını haklı bir başarı olarak takdim edecektir. Keza MHP, bazı kritik belediyeleri kaybetse de yeni bir dizi belediyeyi kazanmış olmaktan dolayı bir başarı öyküsüne sahiptir.
Buna karşılık aktörlerin bu kazanımlarının değerini azımsamamakla birlikte, seçimdeki en değerli kazancı Türk demokrasisi hanesine yazmak gerekiyor. Türkiye’de başkanlık sistemine geçişle birlikte kuvvetler ayrılığının zemin kaybetmekte olduğu, gücün tek bir elde toplandığı bir dönemde gerçekleşen ilk yerel seçimlere tanıklık ettik önceki gün. Üstelik kampanya süreci her ne kadar evrensel ölçüleri gözeten rekabet koşullarında gerçekleşmese de, sandıkta herkesin tercihini özgürce ortaya koyabilmiş olması ve buradan iktidara önemli bir uyarı mesajının çıkabilmesi başlı başına kayda değerdir.
*
Kuşkusuz Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin iktidar partisinden muhalefetin kontrolüne geçmesi, Akdeniz sahil şeridindeki büyük kentlerde benzer bir değişimin gerçekleşmiş olması bu seçimin en çok iz bırakan sonuçları arasında yer alıyor. Seçmen, sandık başında demokratik hakkını kullanarak değişim talebini cesurca öne sürmüştür.
Demokrasinin gücü, zenginliği burada karşımıza çıkıyor. Demokratik tahammül ve sabır gösterildiği takdirde iktidar kümesinin dışındaki toplum kesimleri de ülkenin gidişatı üzerinde seslerini duyurabilme, itirazlarını ortaya koyabilme yollarını -bütün güçlüklere rağmen- pekâlâ işletilebiliyorlar.
Unutmayalım ki, dünyada popülizmin artık yükselen dalga olduğu, buna paralel bir şekilde demokrasinin tükendiği, sahneden çekildiği yolundaki karamsar görüşlerin uluslararası alanda yaygın kabul gördüğü bir dönemden geçiyoruz. Oysa önceki gün Türkiye’de sandık başında yaşanan tecrübe, söz konusu teorilere meydan okuyan, bu yönüyle demokratik literatüre katkı sunacak bir niteliktedir. Çünkü, her şeye rağmen demokrasiye olan inancı kaybetmemek gerektiğini anlatan, çözüm ışığının eninde sonunda yine demokrasi içinde belireceğini gösteren, önemli bir demokrasi birikimini yansıtan çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Bu yönleriyle bakıldığında, yaklaşık üç çeyrek asırdır iniş çıkışlarla yol alan Türk demokrasisinin serüvenindeki anlamlı eşiklerden biri geride bırakılmıştır 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde.
*
Sandıktan çıkan sonucun ilginç bir yönü, seçmenin mesajını ülkenin siyasi istikrarını sarsıntıya sokmayacak bir ayarda tutmuş olmasıdır. Bu ölçülü mesajda iktidarın yoluna devam ederken kendi taraftarları dışındaki seslere de kulak vermesi talebi yatıyor.
Bunun yolu öncelikle ülkede bir an önce bir normalleşmeye girilmesinden geçiyor. Gerçekten de seçimin oy verme aşaması ne kadar olgunluk içinde gerçekleşmiş olsa da, kampanya dönemi yakın tarihteki en gergin seçim süreçlerinden birine sahne olmuştur. Toplumun geniş bir kesimi yaşanan tartışmalardan, ortalığı kaplayan sert üsluptan dolayı yorgundur.
Üstelik ağırlaşmakta olan ekonomik sorunların iktidarın gündemine öncelikli olarak yerleşeceği, buna paralel bir şekilde hukuk ve hak ihlalleri alanındaki sorunların da Türkiye’nin üzerinde asılı duracağı bir menzile giriyoruz.
Bu gerginliğin geride bırakılarak bir yumuşama döneminin başlaması yönünde adımların atılması bütün bu meselelerin aşılması bakımından da elzemdir.
Paylaş