Paylaş
Kriz bağlamında uluslararası alanda kayda değer bir dizi önemli yönelişin şimdiden uç verdiğini söyleyebiliriz. Öncelikle belirtmemiz gereken, Rusya Lideri Vladimir Putin’in Ukrayna üzerinde askeri yöntemlerle yürüttüğü ilhak stratejisiyle Batı dünyasında çoktandır benzeri görülmemiş ölçüde bir dayanışma ruhunun ortaya çıkmasına yol açmasıdır.
Putin’in stratejisinin kısa dönemdeki ilk sonucu, ABD’den Avrupa’ya uzanan Transatlantik hat üzerinde Batı’yı kendisine karşı kuvvetli bir şekilde kenetlemiş olmasıdır.
NATO içinde başlangıçta Almanya ve Fransa cephelerinde bazı farklı tonlar belirmiş olmasına karşılık, daha sonra Putin’in özellikle son çıkışının ardından ittifak aynı dalga boyunda kararlı bir tutum sergilemiştir.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Rusya’nın doğalgazını Baltıklar üzerinden Almanya’ya getirecek olan, büyük ölçüde tamamlanmış “Nord Stream 2” hattı projesini askıya alma kararını açıklamış olması, herhalde Kremlin’in hamlesine Avrupa cephesinden verilen en kuvvetli ve etkili yanıt olmuştur. Almanya, Putin’e karşılık vermek üzere kendi çıkarlarından feragat edebileceğini göstermiştir.
Avrupa Birliği de Rus hükümetinin AB piyasalarına erişimine kısıtlama, DUMA üyelerinin yaptırıma tabi tutulması, bazı Rus bankaların hedef alınması gibi adımları içeren ve gelişmelere göre kademeli bir şekilde artırılacağı açıklanan bir yaptırım paketi üzerinde görüş birliğine varmıştır. Rusya’ya uygulanacak yaptırımlar konusunda ABD ile AB arasında belli bir eşgüdümün işlediğini söylemek mümkündür.
*
Putin’in geçen pazartesi akşamı yaptığı ve Ukrayna’nın devlet olarak var olma hakkını sorguladığı açıklaması, kendisinin niyetlerinin, dolayısıyla krizin ciddiyet derecesinin algılanması bakımından Batı dünyasındaki karar vericilerin yanı sıra kamuoylarının geniş bir kesimi üzerinde sarsıcı bir etki icra etmiş olmalıdır.
Batı dünyası ile Rusya arasındaki çatışma, son tahlilde demokrasiler ile yayılmacı hırslarına gem vuramayan totaliter bir rejim arasındaki bir fay hattı üzerinden şekilleniyor. Bir yanda Ukrayna halkının sandıkta kendi özgür iradesiyle ortaya koyduğu tercihler ve karşısında onun iradesini yok sayan ve tanklarıyla ezebileceği mesajını veren ve bu doğrultuda harekete geçen bir rejim var karşımızda.
Krizin önümüzdeki dönemde derinleşmesi, bir mihenk taşı gibi bu temel ayrışma hattını daha da belirginleştirecek ve Batı dünyasını demokrasi değerlerini artan ölçüde savunma noktasına taşıyacaktır.
İçinden geçtiğimiz dönem, bu yönüyle Batı dünyasında özgürlükleri esas alan demokratik rejimlerin ve bu yönetimlerin üzerine oturdukları temel değerlerin sahiplenilmesi, kutsanması anlamında daha kuvvetli bir farkındalığın yerleşmesine yol açacaktır.
*
Gerilimin görünen bir başka sonucu daha var. ABD’de geçen yıl işbaşı yapan Biden yönetimi her ne kadar dış politikada önceliğini Çin Halk Cumhuriyeti olarak tanımlamış olsa da, dikkatini Avrupa’dan kolay kolay uzaklaştıramayacağını ve bu kıtada baş etmesi gereken ciddi bir Rusya meselesi olduğunu görmüştür.
Yola çıkış planı farklı olsa da Başkan Joe Biden, Rusya sorununa ister istemez öncelik vermek ve bu çerçevede Avrupa’daki müttefikleriyle ilişkilerini tanımlayan Transatlantik bağları yeniden ele almak ve güçlendirmek durumundadır.
*
Tam bu noktada Batı dünyası, özellikle de ABD açısından kendi sicilini gözden geçirmesini gerektiren bir özeleştiri gereği var. ABD, bugün Rusya’nın Ukrayna’nın içinden gelen ayrılıkçılık deklarasyonlarını tanımasını, bu ülkenin bağımsızlığına, egemenliğine, toprak bütünlüğüne saldırı olarak görüp kınamakta ve ekonomik yaptırımları devreye sokmaktadır. Bu, doğru ve yerinde bir tutumdur.
Bununla birlikte, aynı ABD’nin bundan yirmi yıl kadar önce Avrupa’da değil ama Orta Doğu’da sonradan yalan olduğu ortaya çıkan gerekçelerle Irak’ı işgal edip yüzbinlerce insanın ölümüne yol açtığı ve bütün Ortadoğu’yu artçıları bugün de sürmekte olan büyük bir kaosun içine ittiği de hafızalardan çıkmış değildir.
O tarihte Irak’ı işgale giden, Neocon olarak adlandırılan ideolojik bir kadronun etkisi altındaki Cumhuriyetçi bir yönetimdi. Bu kadroların bugün ABD’de esameleri okunmuyor. Beyaz Saray’da Demokrat bir yönetim işbaşında. Ama böyle olması, bu büyük günahların ABD tarafından işlendiği gerçeğini değiştirmiyor.
Günümüzde askeri güce dayanarak şantaj ve korkutmanın geçerli bir yönteme dönüşmesi eğilimine karşı çıkılırken, kendi tutarlılığı açısından ABD’nin de geçmişteki günahlarıyla yüzleşmesi gereği göz ardı edilemez.
*
Bir yanlış anlama olmasın. ABD’nin geçmişteki kusurları nedeniyle bugün Rusya’nın mütecaviz davranışları karşısında hareketsiz, kayıtsız kalması gerektiğini öneriyor değilim. Aksine, Batı dünyasının Rusya karşısında ilkeli bir tutum sergilemesi, gelecekte nasıl bir dünya düzeninde yaşamak istediğimiz sorusunun yanıtı açısından kritik önemdedir.
Ayrıca ABD’nin geçmişteki yanlışları gerekçe gösterilerek bugün Rusya karşısında sessiz kalınması, bundan sonra herkesin istediği gibi hareket edebileceği bir kuralsızlık döneminin kapısını açar. Geçmişteki yanlışların bugünün mazereti haline getirilmesi, daha çok yanlışı üretir. Bu arada Avrupa ülkelerinin büyük bir bölümünün 2003’te Irak’ı işgalinde ABD’nin yanında durmadığını da unutmayalım.
Burada önemli olan, geçmişin muhasebesine kilitlenmeden, devletler arasında herkesin uyacağı belli kurallara dayalı bir küresel düzenin savunulmasıdır. Askeri güce sahip olan büyük ülkelerin şantaj ve kaba güce başvurma yöntemleriyle hareket edemedikleri, başka ülkelerin egemenliklerine saygılı davrandıkları, toplumların özgür iradeleriyle korkmadan yaşayabilecekleri bir küresel düzen ihtiyacından söz ediyoruz.
Paylaş