Paylaş
Gerçi büyük bir sevgi duyduğunuz Türkiye ile bağınızı hiç koparmıyorsunuz. Yaz tatillerinde mutlaka Türkiye’ye gidiyorsunuz. Ancak hayatınızın bütün gelecek perspektifi yine de vatandaşı olduğunuz Avrupa ülkesinde yaşamaya devam etmek hedefi üzerine kurulu. Zaten çocukların da bütün planları o yönde...
*
Gelgelelim son günlerde canınızı sıkan şeyler oluyor o Avrupa ülkesinde. Seçimler yaklaşıyor ve kampanya kızıştıkça bazı partilerin mensuplarına “Türk” suçlaması yöneltiliyor. Seçim kampanyası sırasında sabah akşam bir Türklük tartışmasıdır alıp başını gidiyor.
Bütün bu çabanın gerisinde “Türk” denilerek hedef kişileri olumsuzlamak ve bu şekilde siyasi rekabette geriletmek amacının yattığını görüyorsunuz. Üstelik bazı çevrelerde bayağı alkış da alıyor bu söylem.
Şimdi kendinizi bir kez daha bu şahsın yerine koyun ve neler hissedeceğini anlamaya çalışın.
Anlayacağınız şudur: Türk olmak, Türklükle ilişkilendirilmek yaşadığınız Avrupa ülkesinde toplumun en azından bir kesimi gözünde muteber bir şey değildir. Bu durum size çok dokunuyor.
Ve evinizde televizyonu açtığınızda ekranda karşınıza çıkan politikacı rakibine “Türk” diye yüklendiğinde, bu saldırı yalnızca suçlanan politikacıya değmiyor, oturduğunuz salonda doğrudan sizi de vuruyor. Siz de rahatsız oluyorsunuz. Yaşadığınız ülkede, her ne kadar vatandaşlığını almış da olsanız, Türk kimliğinizin mutlak anlamda eşit bir statü kazanmanızı engellediğini, sizi toplumun bir kesimi nezdinde kendisine tepeden bakılan, dışlanan ikinci bir grubun içine ittiğini hissediyorsunuz.
Bütün o saldırılar sizi işte bu ruh haliyle baş başa bırakıyor. Artık kabul edin, siz bir ‘öteki’siniz.
*
Şimdi aynı egzersizi Türkiye’de yaşayan bir azınlık mensubunun durumuna uyarlamaya çalışın.
Güncel bir tartışmadan yola koyulabilirsiniz. Örneğin, Pontus tartışmasında ‘Rum kökenli’ olmak kastedildiğine göre, Türkiye’de yaşayan Rum vatandaşlarımızın bu polemikler karşısında ne hissedeceğini anlamaya çalışabilirsiniz. Bunu lütfen elinizi vicdanınıza koyarak yapın.
Başvurulan bu söylemde makbul olmayan bir grup nitelemesi yapıldığından, o aidiyet içindeki vatandaşların ruh dünyalarında hangi titreşimlerin tetikleneceğini bir an için algılamaya çalışın.
Çok uzun asırlardır bu topraklarda yaşayan o insanların bu gibi söylemlerden incinip incinmeyeceklerini dürüst bir şekilde kendinize sorun.
Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşları olduklarına göre nüfus cüzdanını taşıdıkları ülkelerinde onlara bu duyguyu yaşatmaya hakkımız var mı? Tabii sayıca ne kadar küçüldüklerini bu denkleme dahil etmiyorum bile.
*
Bazı Avrupa ülkelerinde Türklere karşı başvurulan ötekileştirici uygulama ve söylemler Türkiye’de haklı olarak infial yaratıyor. Ancak ülkemizde azınlıklar karşısında aynı başlıkta ne kadar kusursuz bir tutum sergileniyor, bu soruyu hiç soruyor muyuz kendimize?
Günlerdir sürmekte olan Pontus tartışması son günlerde zihnimde bütün bu konuları sorgulamama yol açtı.
Ve bu tartışma bana insanların kökenlerini ilgilendiren konularda yalnızca siyasette değil, medyada, eğitimde, sporda, daha doğrusu hayatın her alanında kullandığımız dilde ne kadar özenli, ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini yeniden düşündürdü.
Köken söz konusu olduğunda ağzımızdan çıkan her sözün, kalemimizden kâğıda geçen her ifadenin bu ülkede yaşayan birilerini rencide edebileceği hususunda bir değil iki kez düşünmemiz gerekiyor.
Bunu yazarken dipsiz bir kuyuya taş attığımı hisseder gibi oluyorum ama yine de kendimi alıkoyamıyorum.
Paylaş