Paylaş
AK Parti ile MHP’nin 298 sayılı Seçim Yasası üzerinde ortak teklif şeklinde sundukları değişiklikler özellikle sandık kurullarının oluşumuyla ilgili bir dizi yenilik getirdi. Önce bunlara kısaca göz atalım.
*
Eski sistemde sandık kurulu başkanlarının ilginç bir seçim yöntemi vardı. İlçe seçim kurulu başkanı ile bu kuruldaki dört siyasi partinin temsilcileri, her bir sandığın başkanlığı için “iyi ün sahibi olmakla tanınmış okuryazar kimselerden” birer aday gösteriyordu. Bu beş aday arasından kura çekilmesi suretiyle biri sandık başkanı oluyordu.
Sandık kurulunun kalan beş üyesi ise o ilçede geçen seçimde en çok oy almış beş siyasi partinin görevlendireceği temsilcilerden oluşuyor, ayrıca bir köy veya mahalle ihtiyar heyeti üyesi ya da bir kamu görevlisi kurula son üye olarak dahil ediliyordu.
Geçen yılki yasa değişikliği eski sistemi köklü bir şekilde değiştirdi. Önce “iyi ün sahibi üye” ve ihtiyar heyeti kontenjanları kaldırıldı ve sandığa doğrudan iki kamu görevlisinin dahil edilmesi kuralı getirildi. Kalan beş üye yine o ilçede en çok oy almış beş siyasi partinin bildireceği isimler olacaktı.
Burada işin püf noktası sandık kurulu başkanının belirlenmesi ile ilgili. Düzenlemeye göre (madde 22), bir ilçenin mülki idare amiri (kaymakam) ilçede görev yapan tüm kamu görevlilerinin listesini ilçe seçim kurulu başkanına bildiriyor. İlçe seçim kurulu başkanı, bu liste içinden -ad çekme suretiyle- o ilçedeki sandık sayısı kadar ‘sandık başkanı’ seçiyor. Başkan, ayrıca yine aynı listeden her sandık için aynı yöntemle birer de düz üye seçiyor.
İkisi arasındaki farkların en önemlisi, sandık kurulunun başkanlığı eskiden kura yoluyla siyasi parti adaylarına da açıkken, bu kez başkanlığın doğrudan kamu kontenjanına geçmesidir.
*
Şimdi dikkat çekici bir ayrıntıya gelelim. Kamu görevlisi olan sandık kurulu başkanı seçim günü görev yerine gelmezse ne olacak? Yasa, o zaman sandıktaki kamu görevlisi düz üyenin başkan olacağını söylüyor. Peki o da gelmezse? Yasa “Bu üyenin de bulunmaması durumunda en yaşlı üye kurula başkanlık eder” diyor.
Yasa, sandık kurulu başkanlığı için kamu görevlisi üyelerin olmadığı hallerde, siyasi parti temsilcilerinden birinin yaş durumuna göre pekâlâ kurula başkanlık edebileceğini hükme bağlıyor. Bir başka deyişle, kamu görevlisi olmak kurul başkanlığı için mutlak bir zorunluluk olarak tanımlanmıyor.Yasanın bu noktada belli bir esneklik taşıdığı söylenebilir.
*
Buraya kadar aktardıklarımız, sandık kurullarının (başkan ve bir kamu görevlisi üyenin seçimleri noktasında) oluşturulmasında kilit aktörlerin A) İlçedeki tüm kamu görevlilerinin listesini hazırlayıp ilçe seçim kuruluna gönderen kaymakam ve B) Bu liste üzerinden her sandık için kura yoluyla sandık kurulu başkanı ve bir üyenin seçimini yapan ilçe seçim kurulu başkanı olduğunu gösteriyor.
Sistemin işleyişinde, o ilçedeki en kıdemli hâkim olan ‘ilçe seçim kurulu başkanı’, kaymakamdan gelen listeyi esas almak durumundadır. Listeyi gönderen kaymakam hiyerarşide ilin valisine bağlı bir İçişleri Bakanlığı personelidir.
YSK’nın seçimi yenileme kararının en büyük dayanağı İstanbul’da toplam 31 bin 124 sandıktan 225’inde başkanın kamu görevlisi olmadığı yolundaki tespittir. İstanbul’daki sandıklarda düz üye kamu görevlisi görünen üyelerden 3 bin 500 kişinin de aslında bu niteliğe sahip olmadığı YSK’nın bir diğer tespitidir.
*
O zaman karşımızda beliren kritik soru şudur: YSK’nın temel görevi seçimin düzgün bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak ise ilçe seçim kurullarının tasarrufları üzerinden ortaya çıkan bu durum öncelikle YSK açısından sorumluluk doğurmaz mı? Örneğin, sandık kurulu başkanlarının biyografilerine önceden hiç göz atılmamış mıdır? YSK, yeni yasanın ilgili hükümlerinin titiz bir şekilde uygulanması konusunda il ve ilçe seçim kurullarına gerekli uyarıları yapıp, bu süreçleri denetlemiş midir?
Kaymakamların ilçelerindeki kamu görevlilerinin listelerini hazırlamaları noktasında benzer sorular kuşkusuz İçişleri Bakanlığı açısından da geçerlidir.
Sandık kurullarının oluşumuyla ilgili sorunların seçimden önce tespit edilip giderilmesi kuşkusuz Türkiye’yi bugünkü gibi sıkıntılı bir tartışmanın içine girmekten korurdu.
Paylaş