Paylaş
Baba George Bush dönemini (1988-1992) başından sonuna izledim. Demokrat Başkan Bill Clinton’ın 1993 yılında Beyaz Saray’da göreve başlamasına tanıklık ettikten bir süre sonra Türkiye’ye döndüm.
Altı yıla yaklaşan görev sürem bana Washington’daki karar alma mekanizmasının işleyişini yakından gözleme imkânını sundu. Bu mekanizmanın içinde doğrudan Türkiye dosyasından sorumlu olan aktörlerin önemli bir bölümünü tanıdım.
Bu süre içinde gördüm ki, Washington’da Türkiye’de zannedildiğinden çok daha karışık bir karar alma süreci işliyordu. Türkiye söz konusu olduğunda, yönetim içindeki farklı bürokratik birimlerinin değişik, nüanslı bakışlarını, bu arada Kongre’de çatışan eğilimleri yakından gözledim, somut vakalara bizzat tanıklık ettim.
Kongre, işin doğası gereği, Türkiye ile ilgili dinamiklerin en karmaşık işlediği yerdi Washington’da. Burada izlediğim her toplantıda, Türkiye’nin şaşmaz destekçileriyle, Türkiye’nin çıkarlarında hasara yol açabilmek için en küçük fırsatı bile değerlendirmek isteyen Rum lobisinin faaliyetlerini izlemek benim için öğretici oldu. Her taşın altından çıkarlardı. Genelde Ermeni lobisi ile birlikte hareket ederlerdi. Özetlersek, Türkiye söz konusu olduğunda övgü ve eleştirinin at başı gittiği bir ortamdı Kongre. Neyse ki, o zamanlar Türkiye’nin yanında duran Musevi lobisi her seferinde ağırlığını koyar ve bu olumsuzlukları bir ölçüde dengelerdi.
Sonuçta, ABD Kongresi’nde izlediğim her toplantıdan eve biraz karışık duygularla dönerdim.
***
ABD Dışişleri Bakanlığı’na gelince, bulunduğu semt nedeniyle Foggy Bottom diye de adlandırılan bu binada kuşkusuz Türkiye’ye destekleyici bir bakış hakimdi. ABD’li diplomatlar Türkiye’nin önemini müdriktiler ama ikili ilişkilerin gündemindeki bir dizi dikenli sorun da Dışişleri’nin bakışında her zaman kendini gösterirdi. Örneğin, Dışişleri’ne her gittiğinizde “Sizinkiler de Kıbrıs’ta bir adım atsınlar artık” lafını duymadan binadan çıkamazdınız.
Genelde olumlu bir yörüngede giden ancak sorunların da boy gösterdiği, ayrıca Yunanistan’la bir dengeleme çabasının hissedildiği bir bakış hâkimdi ABD Dışişleri’nin Türkiye politikasında. Yine de Kongre ile kıyasladığımda, evet, ABD Dışişleri’nden daha az karışık duygularla ayrılırdım.
Beyaz Saray’ın Türkiye’ye bakışı kuşkusuz olumluydu ama onların meşguliyetleri çok farklıydı ve öncelikleri içinde –1991’deki Körfez Savaşı dönemi hariç tutulursa- Türkiye pek yer almazdı.
***
ABD’nin başkentinde bir yer vardı ki, oraya her gittiğimde Türkiye hakkında duyduğum övgüler, hayranlık ifadeleri her şeyin üstüne çıkardı. Burası Potomac Nehri’nin karşısında ABD Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarının karargâhlarının bulunduğu Pentagon’du. Beşgen yapısı nedeniyle bu şekilde adlandırılıyordu her gittiğimde içinde kaybolduğum bu dev yapı.
Bir Türk gazetecisi olarak Pentagon’a yaptığım her ziyaretten, buradaki her görüşmemden, itiraf edeyim ki, biraz yükselmiş duygularla ayrılırdım. Eve dönerken, “Neyse ki Washington’da Türkiye’ye koşulsuz, sağlam destek veren birileri de var” duygusu baskın olurdu.
Buradaki sivil bürokratlar, subaylar, generaller Türkiye’nin Washington’daki en hararetli destekçileriydi. Bir Türk gazetecisi olarak siz soru sormadan, çoğunluk onlar, Türkiye’nin stratejik önemini, iki ülke orduları arasındaki örnek işbirliğini, Türk birliğinin Kore’deki kahramanlıklarını anlatırlardı. Generallerin çoğu sıkı Atatürk hayranı komutanlardı.
Ayrıca, Türkiye politikasının başka faktörlerle dengelenmesine sıcak bakmazlardı. Washington’da Türkiye ile ilgili her tartışmada bilinirdi ki, Pentagon’daki generaller muhakkak en sıkı şekilde Türkiye’nin arkasındadır. Pentagon, Türkiye’nin Washington’daki en büyük lobisiydi aslında.
***
O yıllarda biri çıkıp Amerikalı generallerin Süleymaniye’deki Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi için emir verecekleri kehanetinde bulunsa, bunu söyleyenin herhalde aklından zoru olduğuna hükmedilirdi Washington’da.
Yine o günlerde Amerikalı generallerin bir gün PKK uzantısı gruplarla Suriye’de el ele tutuşup ittifak kuracakları, bu gruplarla cephede pozisyon alıp “Ateş edilirse agresif bir şekilde karşılık veririz” diye Türkiye’ye meydan okuyup fotoğraf çektirecekleri gibi bir ihtimal kimsenin aklının köşesinden geçmezdi, geçemezdi...
Böyle bir durum olsa olsa Hollywood’daki hayal gücü yüksek bir senaristin asırlar sonra geçen olayları aktardığı fantastik bir filmin senaryosunda karşımıza çıkabilirdi.
Bir dönem ancak düş-kurgu olarak tahayyül edilecek bir durum 2018 yılında gerçeğin kendisidir.
Paylaş