Paylaş
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) anlaşmaya sert tepki gösterirken, Avrupa Birliği de eleştiri dalgasına katıldı. Yunanistan’ın tepkisi Libya’nın Atina’daki büyükelçisinden dün ülkeyi terk etmesinin istenmesine kadar vardı.
Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki günlerde bu anlaşmadan daha çok söz edeceğiz. Libya anlaşmasının tetiklediği süreçler muhtemelen gerilimli bir hareketliliğin yaşanmasına, Akdeniz’de suların ısınmasına yol açacak.
Peki Türkiye neden bu adımı attı? Bu anlaşma Türkiye ve Akdeniz açısından ne anlama geliyor?
ÖNCE HAKKANİYET İLKESİ
Sorulara yanıt ararken önce kısa bir tarihçe ile yola çıkalım. Akdeniz’deki ekonomik yetki alanlarının sınırlanması meselesi, 2000’li yılların başlarında Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunmasıyla birlikte stratejik bir önem kazandı. Kıbrıs Rum Yönetimi, 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile kıta sahanlığı anlaşmaları imzaladı. KRY, ayrıca, kendi yetkisinde gördüğü bu alanlarda Batılı şirketlere arama ruhsatları tahsis etmeye başladı. Buna karşılık Türkiye ve KKTC de TPAO’ya Kıbrıs adasının çevresinde ruhsat verdi.
Mısır-KRY anlaşmasına Türkiye’nin verdiği karşılık, 2004 yılında Birleşmiş Milletler’e yaptığı bir bildirimle Akdeniz’deki kıta sahanlığının dış sınırlarını nasıl tarif ettiğini kayda geçirmesi oldu. Bu bildirimde, Türkiye için kıta sahanlığı sınırının 32 derece 16 dakika 18 saniyedeki meridyen hattının (haritada C noktası) batısına uzanan alanda “hakkaniyete uygun bir şekilde” belirlenmesi gerektiği vurgulandı. BM’ye daha sonra yapılan bildirimlerde hattın 28’inci meridyenin (D noktası) de batısına gittiği belirtildi.
BM’ye bildirimlerde ‘hakkaniyet’ ilkesine yapılan atıf, Türkiye’nin Mısır ile arasındaki kıta sahanlığı sınırını –koordinatlar verilmese de- ana karalar arasında çekilen ‘ortay hat’ olarak öngördüğüne işaret ediyor. Bu ortay hat haritadaki C-D-E güzergahıdır.
ANTALYA KÖRFEZİNE SIKIŞMAK
Sonraki süreçte bir başka dikkat çekici gelişme Türkiye ile KKTC’nin 2011 yılında kıta sahanlığı sınırlama anlaşması imzalamalarıydı. Bunu izleyen dönemde Türkiye ve KKTC’nin petrol ve doğal gaz aramalarında sondaj çalışması için ruhsat verdiği alanlarla KRY’nin ruhsatlı sahalarının yer yer üst üste çakışmasının neden olduğu gerilimlere tanıklık edildi.
Bu arada Yunanistan/KRY ile Türkiye arasında Akdeniz üzerinde yaşanan çatışmanın temelinde yatan hukuki anlaşmazlığa da değinmeliyiz. Yunanistan, adaların da kıta sahanlığı bulunduğu tezinden hareket ediyor ve Girit’ten kuzeydoğu istikametinde Kaşot, Kerpe, Rodos ve Kaş’ın hemen bitişiğindeki Meis adasına kadar uzanan bir hat çekiyor. Yunan tezinde bu adaların kıta sahanlığının doğuya ve güneye doğru genişlemesi, Türkiye’nin ekonomik yetki alanının Akdeniz’in güneyine doğru inişini ciddi bir şekilde sınırlandırıyor. Türkiye, yalnızca Antalya körfezi civarında güneye doğru belli bir derinlik kazanabiliyor, ancak ortay hatta kadar inemiyor.
AB’nin İspanya’daki Sevilla Üniversitesi’ne hazırlattığı ve bazı resmi belgelerinde de kullandığı ‘Avrupa Deniz Yetki Alanları Haritası’ büyük ölçüde Yunanistan’ın bu tezine dayanıyor. AB’nin bu haritaya referans vermesi Türkiye ile AB arasında gerginliğe yol açıyor. Türkiye, adaların 'otomatikman' kıta sahanlığı bulunduğu tezini kabul etmiyor ve bu tezini destekleyen birçok uluslararası mahkeme kararını hatırlatıyor.
ÜÇ KRİTİK HAMLE
Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma Yunanistan’ın Akdeniz’deki kıta sahanlığı tezlerine kuvvetli bir yanıt olarak görülebilir. Aslında Libya hamlesini hazırlayan ilk adım anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce Türkiye’nin BM Daimi Delegesi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu tarafından 13 Kasım’da BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e iletilen bir mektupla atıldı.
Türkiye, bu bildirimiyle 28’inci meridyenin yani (D) noktasının batısındaki kıta sahanlığı sınırlarını ilk kez tam olarak netleştirdi. Bu bildirimde, Türkiye’nin kıta sahanlığının 28’inci meridyenin batısında kalan alanlardaki Yunan adalarının (6 mil olan) karasuları sınırına kadar uzandığı belirtildi. Burada kastedilen Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarının oluşturduğu hat. Ankara’nın tezinde bu hattaki adaların kıta sahanlığı sınırlanınca Türkiye’nin kıta sahanlığı da Akdeniz’in ortasına kadar iniyor.
Bu bildirimi destekleyen ikinci hamle Libya ile 27 Kasım tarihinde imzalanan anlaşmaydı. Anlaşmada haritada E-F hattı olarak görünen yaklaşık 30 kilometrelik hat Türkiye ile Libya arasındaki kıta sahanlığı sınırını çiziyor. Bu hattın bitiminin Girit adasının hemen güneyinde olduğu dikkate alınırsa, Türkiye kendi pozisyonunda kıta sahanlığını Girit adasının güneyine kadar indirmiş oldu. Türkiye’nin Libya ile bu anlaşmayı imzalamasının önemi, Akdeniz’deki tezlerine ilk kez bir başka ülkeyle akdettiği bir anlaşma üzerinden destek sağlayabilmiş olmasıdır.
Bu adımları tamamlayan kritik bir diğer gelişme geçen pazartesi günü (2 Aralık) tarihinde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İlişkiler ve Havacılık Denizcilik Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes’in yaptığı bir tweet paylaşımı oldu. Bu paylaşımda bugünkü köşemizde yayımlanan harita yer alıyordu. Türkiye, daha önce BM’ye yaptığı bildirimlerde kavramlar üzerinden tarif ettiği kıta sahanlığı sınırını bu kez harita üzerinde somut bir çizgiyle gösteriyordu. Dışişleri Bakanlığı’nın resmi tweet hesabı da bu paylaşımı retweet etti.
Bu haritada Girit, Kaşot, Kerpe ve Rodos adalarına kıta sahanlığı olarak yalnızca karasuları kadar, yani 6 millik bir alan bırakılıyor. Meis için kıta sahanlığı gösterilmiyor. Bu harita, Yunanistan’ın yetki bölgesinin doğuya doğru genişlemesini sınırlarken, Türkiye’ye Akdeniz’in ortasına kadar inen bir deniz yetki alanı bırakıyor.
AKDENİZ’DEKİ ÇIKARLAR
Ankara’nın bakışındaki ana noktalardan biri, Yunanistan ile KRY’nin pozisyonlarını yansıtan, AB’nin benimsediği Sevilla haritasında şekillenen tasarımın Libya anlaşması ile tersyüz edildiğidir. Ankara, böylelikle Türkiye’nin Akdeniz’de ekonomik yetki alanlarının belirlenmesiyle ilgili mücadelede hamle üstünlüğü kazandığı, Akdeniz’in enerji jeopolitiğinde kendi çıkarları yönünde etki icra edebileceği önemli bir pozisyon ele geçirdiği görüşündedir. Libya mutabakatı da bu çerçevede hukuki ve meşru zeminde kazanılmış bir hak olarak görülüyor.
Bu arada Ankara, aynı zamanda müzakerelere açık olduğunu da duyuruyor. Gelinen noktada yapılması gereken bir tespit, Türkiye ile Yunanistan arasında var olan Ege’deki sorunlara bu kez de Akdeniz’deki deniz yetki alanlarından kaynaklanan büyük bir anlaşmazlığın eklenmiş olmasıdır. Bu yönüyle ikili anlaşmazlıkların gündemi daha da ağırlaşmıştır. AB’nin Yunanistan/KRY ikilisi yanında taraf konuma geçmesi işi daha da zora sokuyor.
Meseleyi iyice karmaşık hale getiren bir faktör de, sahada çıkarı bulunan çok sayıda oyuncunun olmasıdır. Akdeniz’e sahili olan Türkiye, Yunanistan, KKTC, KRY, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin Devleti, Mısır ve Libya olmak üzere toplam 10 ülkeden söz ediyoruz.
Türkiye’nin içinde bulunduğumuz yüzyılda Akdeniz’deki hak ve çıkarlarının sınırlarının belirlenmesiyle ilgili son derece kritik hamlelere tanıklık ediyoruz. Önümüzdeki dönemde Doğu Akdeniz’in Türkiye’nin gündeminde giderek daha geniş bir yer tutmasına hazır olalım. Ancak bunu yaparken diyalog ve diplomasinin rolünün de hayati bir önem kazanacağını akıldan çıkartmayalım.
Paylaş