Paylaş
En başta vurgulamamız gereken bir nokta, deniz sınırlarına ilişkin anlaşmanın Türk kamuoyunda önemli ölçüde bir konsensus yaratmasına karşılık, bu ölçekte bir konsensusun askeri işbirliği anlaşmasında ortaya çıkmamış olmasıdır.
Hatırlanacaktır, birinci anlaşmanın TBMM’den geçişinde ciddi bir güçlükle karşılaşılmamış, anlaşma geçen 5 Aralık tarihinde TBMM Genel Kurulu’dan HDP dışında grubu olan dört partinin de ‘kabul’ oylarıyla geçmişti. (293 lehte, 13 ret) Bu anlaşmaya getirilen eleştirilerin büyük bir bölümü, daha çok bu hamlenin gecikmiş olduğu görüşü üzerinde yoğunlaşmıştı.
Sıra askeri işbirliği anlaşmasına geldiğinde, bu destek havası kaybolmuştur. Geçen cumartesi günü TBMM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada söz konusu anlaşma AK Parti ve MHP oylarıyla kabul edilirken, CHP ve İYİ Parti grupları bu kez muhalefet kanadına geçmiştir. (269 lehte, 125 ret)
TBMM Dışişleri Komisyonu’ndaki görüşmelerde CHP’den Ünal Çeviköz, İYİ Parti’den Aydın Sezgin gibi emekli büyükelçi-milletvekilleri de anlaşmaya kapsamlı eleştiriler getirmiştir. Her iki parti de komisyonda anlaşmaya muhalefet şerhi düşmüştür.
*
Getirilen başlıca itirazlardan biri, metindeki ifadelerin bir bölümündeki muğlaklığın -ileride geniş bir şekilde yorumlandığında- anlaşmayı uygulamada başka yerlere çekebileceği kaygısıdır. Bu çerçevede özellikle Libya’ya ‘muharip asker’ gönderme tartışması kamuoyunda en çok hassasiyet yaratan başlıktır. Bu konuda Ankara’da yapılan bazı çelişkili açıklamalar zihinleri iyice karıştırmıştır.
Duyulan kaygıların temelinde sert bir iç savaşın sürmekte olduğu Libya’da çatışmanın nereye evrileceğinin kestirilememesinin neden olduğu belirsizlik ve Türkiye’nin ‘taraf’ konumuyla bu çatışmaların içinde sıkışıp kalması tehlikesi önemli bir rol oynuyor.
*
Türkiye, iç savaşta Birleşmiş Milletler’in meşru otorite olarak tanındığı, başkent Trablus’ta Fayiz es-Serrac’ın liderliğindeki ‘Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ni destekliyor. Bu hükümet, Tobruk’ta üslenmiş olan Halife Hafter’in başında bulunduğu ‘Libya Ulusal Ordusu’nun meydan okumasıyla karşı karşıyadır. Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi’nin eski komutanlarından olup, sonra CIA’in güdümüne girip saf değiştiren Hafter, 2011’de Libya’ya dönmeden önce uzun yıllar ABD’de Washington D.C.’ye yakın bir semtte CIA’in himayesi altında yaşamıştır.
Libya iç savaşı çok sayıda yabancı ülkenin müdahil olmasıyla birlikte içinden çıkılması son derece güç bir uluslararası kaos ortamına dönüşmüştür. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi Ortadoğu’da Türkiye karşıtı blokta yer alan ülkeler kuvvetli bir şekilde Hafter’e destek veriyorlar.
İlginç bir nokta, AB’nin kendi içinde bölünmüş durumudur. Örneğin Fransa Hafter’i desteklerken, İtalya Serrac’a daha yakın duruyor. Kremlin’e yakın Wagner isimli bir özel güvenlik şirketinin keskin nişancıları ile sahada Hafter’e verdiği kritik destek Rusya’nın ‘Ulusal Ordu’yu desteklediğini gösteriyor. Ancak Rusya lideri Vladimir Putin’in “İki tarafla da temas içinde olduklarını” söyleyip tarafsızlık beyanında bulunmasından, Kremlin’in yumurtaların hepsini aynı sepete koymak istemediği anlaşılıyor. ABD, Hafter’le özel bir ilişkiye sahip olmakla birlikte kendisinin Wagner faktörü üzerinden Rusya ile yakınlaşmasından rahatsızdır.
Görüleceği gibi, bayağı karışık bir tablo söz konusu Libya’da...
*
Ankara’nın başlıca endişelerinden biri, müttefiki Serrac’ın iç savaşı kaybetmesi halinde Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz sınırları anlaşmasının boşlukta kalması ihtimalidir. Buna karşılık, Hafter kazansa bile Libya’nın ulusal çıkarları gereği bu anlaşmayla elde ettiği kazanımları riske edemeyeceği görüşü Ankara’da karşı tez olarak ileri sürülüyor. Gelgelelim, hayatının azımsanmayacak bir bölümünde CIA’in bordrosunda yer almış bir şahsiyetin ülkesinin çıkarlarını ne ölçüde gözeteceği zaten tartışmaya açık bir sorudur.
Yine de gelinen noktada Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz sınırları anlaşmasının sürdürülmesi ile Serrac’ın iktidarda kalması arasında doğrudan bir ilişkilendirme kurulmuştur.
Türkiye-Libya deniz anlaşmasından en çok rahatsızlık duyan, en çok tepki gösteren ülkelerin Hafter’in yanında saf tutmaları bu açıdan şaşırtıcı değildir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın önceki gün Bingazi’ye giderek Hafter ile görüşmesi ve “Aynı görüşte olduklarını” açıklaması bu bağlamda hatırlatılabilir.
Bir bakıma deniz sınırlama anlaşmasının Akdeniz’de tetiklediği hesaplaşma Libya iç savaşında şekillenmiş olan ittifakların da bir uzantısına dönüşmüş bulunuyor.
*
Bu arada dikkat çekici bir yöneliş, Türkiye’nin Libya dosyasında Rusya ile yakın bir istişareye girmekte oluşudur. Şu an iç savaşta karşı kamplarda görünseler de Türkiye ile Rusya arasında Libya konusunda Suriye’dekine benzer bir işbirliği mekanizmasının kurulup kurulmayacağı önümüzdeki günlerin önemli bir sorusudur.
Ancak Rusya ile Libya üzerinde işbirliğine girilmesi, Türkiye’nin bu ülke ile ilişkilerinde zaten ortaya çıkmış olan asimetrik durumda ibrenin biraz daha Rusya’ya doğru kaymasına yol açabilir. Rusya, Libya’da Türkiye ile girebileceği bir işbirliğini Suriye ya da başka alanlarda kendi lehine kazanımlara tahvil etmeye çalışabilir.
Her halükârda, Suriye’de iç savaşa müdahil olmanın yarattığı ağır sorunlarla edinilen zengin tecrübenin ışığında, Türkiye’nin Libya konusunda attığı her adımın bir değil iki kez düşünülmesinde sayısız yarar var.
Paylaş