Paylaş
Salgına karşı alınması zorunlu önlemler en zengin ülkelerin ekonomilerini de durma noktasına getirirken, en aşağıdan yukarı doğru bütün toplum kesimleri yaşanan sarsıntının sert darbelerine maruz kalıyor. Üretimin durması, yaygın işsizliğin katlanarak büyümesi, insanların yarın nasıl geçinecekleri sorusu en yakıcı mesele haline gelmiştir.
Dünyamız adım adım boyutlarını, derinliğini bugünden öngöremediğimiz bir belirsizlik sarmalının içine giriyor. Girdiğimiz türbülansın dünyayı nereye savuracağını bilmiyoruz. Geçmişte örneği görülmemiş olan bu çapta bir bunalımın büyük altüst oluşlara gebe olmaması düşünülemez.
*
Karşımızda beliren tehlikelerden biri, salgınla birlikte dünyada genel bir otoriterleşme dalgasının ortalığı kaplaması ihtimalidir.
Korkulan, ekonomik krizin yaratmakta olduğu sosyal koşulların, geleceğe dönük belirsizliğin geniş halk kitlelerini kolaylıkla otoriter eğilimleri desteklemeye yöneltmesidir. Bu yöndeki kaygıların ABD’li kanaat önderleri arasında kendi ülkelerine dönük olarak ifade edilmeye başlanması bile yeteri kadar düşündürücüdür.
Şu görüntüde bir paradoks yok mu? Dünyanın dört bir tarafında bilim adamları kapandıkları laboratuvarlarda zamana karşı yarışarak virüsün aşısını bulmaya çalışırken, bir başka düzlemde düşünürler, siyaset bilimciler, yazarlar COVID-19’un demokrasiye ve temsil ettiği değerlere dönük muhtemel etkilerini ölçme çabası içindeler. Bu konuda yayımlanan makaleler, analizler şimdiden yüklü bir külliyat oluşturuyor, koronavirüsle ilgili bilimsel yayınlar kadar çok olmasa da...
Bir tarafta karamsarlar var. Bu tür buhran dönemlerinin çoğunlukla içe kapanmacı, baskıcı yönetim modellerinin zemin kazanmasının önünü açtığını savunuyorlar. Bu arada, otoriterleşmeyi kaçınılmaz kabul eden görüşlerin sıkça dolaşımda olması, kendisini sürekli çoğaltmak suretiyle bu söylemin kanıksanması, içselleştirmesi potansiyelini de içinde barındırıyor.
Öte yandan, bir Avrupa Birliği ülkesi olan Macaristan’da Başbakan Viktor Orban’ın koronavirüs salgınını gerekçe göstererek kendisine ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi bahşeden bir yasayı meclisten geçirmiş olması, şimdiden otoriterleşme rüzgârının örnek vakası olarak zihinlere yerleşmiştir.
Karşı tarafta ise yaşanmakta olan bütün sıkıntılara, sancılara rağmen demokrasi güçlerinin eninde sonunda bu sınamadan da başarıyla çıkacağını savunanlar yer alıyor.
*
COVID-19 hayata karşıdır. Aynı zamanda yarattığı koşullar üzerinden nüfuz ettiği her dokuyu bozma, başkalaştırma yeteneğine de sahip olduğu anlaşılıyor. Sürmekte olan bu tartışmalara baktığımızda, virüsün demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, genelde özgürlükler alanında insanlığın zaten sınırlı bir kesiminin yararlanabildiği kazanımları da vurması ihtimalini göz ardı edemeyiz.
Günün birinde virüsün aşısı bilim adamları tarafından bulunacak ve insanlık bu belayı bir şekilde başından def edecektir. Ancak o noktaya geldiğimizde yolumuza devam etmek için üzerinde yürümek isteyeceğimiz zemin demokrasiden farklı bir güzergâh olacak değildir. Bu zeminin sağlam kalması gerekiyor.
Üstelik salgın geride kaldığında, yaşadıkları mağduriyetlerin ardından insanların kendilerini ifade edebilme özgürlüğüne duyacakları ihtiyaç her zamankinden daha fazla olacaktır. Bu salgının yaralarını sararken, toplumların geçmişin hatalarından gereken dersleri çıkarmak ve daha iyi bir gelecek inşa etmek için ihtiyaç duyacakları özgür bir tartışma ortamı ancak demokrasinin sağlayacağı güvenceler ışığında yaratılabilecektir.
COVID-19, yerküre üzerinde yaşayan ve salgın tehlikesini ciddiye alan herkese bilimin yol göstericiliğinden neden vazgeçilmemesi gerektiğini olabilecek en etkili şekilde göstermiş olmalıdır. Bilim gibi benzer şekilde yol göstericiliğinden feragat edemeyeceğimiz bir alan daha var. Benzer bir durum, demokrasinin ve evrensel hukukun -değeri ve vazgeçilmezliği zaman içinde sınanmış- birikimine insanlığın bütün gücüyle sarılması ihtiyacı açısından da geçerlidir.
Bu alanda geriye düşmek ölümcül virüse yenik düşmekle eşanlamlıdır.
Paylaş