Paylaş
Üstelik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yarışa MHP’yi yanına almış olmanın verdiği avantajla ve bir oyun planına sahip olarak giriyor.
Geçen yıl 16 Mart’ta yapılan Anayasa referandumunda AK Parti-MHP ittifakının ‘evet’ oylarının yüzde 51.41 gibi bir toplama geldiği dikkate alınırsa, Erdoğan Cumhurbaşkanı seçiminde ilk turda kazanmak için gerekli ‘yüzde 50 artı 1’ eşiğini yakalayabileceği bir potansiyele en azından teorik olarak sahip bulunuyor.
Dolayısıyla AK Parti-MHP ittifakı açısından hedef, bulunduğu üstünlük noktasında mümkünse işi ilk turda sonuçlandırmaktır. Gelgelelim, ittifakın referandumdaki yüzde 51.41’lik performansı aynen tekrarlayacağının mutlak bir güvencesi yok. Ancak bu hedefe ulaştıkları takdirde, yazımızın bundan sonraki bölümünde değerlendirilen olasılıklar zaten geçersiz kalacaktır.
*
Muhalefet cephesine gelince, adaylığını hemen açıklamış olan İYİ Parti lideri Meral Akşener’i hariç tutarsanız, erken seçime hazırlıksız yakalanmanın da sonucu olarak bu noktada resmi aday ya da adaylar bile belli değil.
Bu cephedeki bütün mesele, Türkiye’de AK Parti-MHP ekseni dışında kalan siyasi güçlerin, emsali görülmemiş bir şekilde bütün güçlerini birleştirerek, ortak bir aday üzerinde anlaşıp anlaşamayacakları sorusunda düğümleniyor.
Muhalefetin aynı zamanda ne yapıp edip, ilk turdaki çoklu bir yarışta Erdoğan’ın ikinci tura kalmasını sağlayacak ve ortak adayı sandıktan ikinci tura taşıyacak bir siyasi strateji de oluşturması gerekiyor.
Burada belirleyici rolü oynayacak aktör -bu aşamada- CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve kurmaylarıdır.
*
Aslında bir demokraside olağan durum, ana muhalefet partisi liderinin ülkede yürütmenin zirve noktası olan Cumhurbaşkanlığı’na geçme iddiasını da taşıyor olması ve bu çerçevede doğal aday olmasıdır. Buna karşılık partisinin uzun bir zamandır yüzde 25 oranında kilitlenmiş durumdaki seçmen desteği, Kılıçdaroğlu’nun yalnızca kendi partisinin taşıyıcı gücüyle sandıktan muzaffer çıkmasını garanti etmiyor.
Kendisiyle Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine sohbet eden arkadaşımız Deniz Zeyrek’in dünkü yazısından anlıyoruz ki, Kılıçdaroğlu’nun aday olmak gibi bir niyeti yoktur.
CHP Lideri, bunun yerine -kendi partisinin içinden- “toplumun her kesimini kucaklayacak, başarı hikâyeleri olan bir isim” çıkartma eğilimindedir. Kılıçdaroğlu, bu niteliklere sahip 3-5 adayın üzerinde durduklarını anlatıyor.
*
AK Parti-MHP ittifakının gücünü hesaba katarak sandığın aritmetiğine baktığımızda aranan adayın sahip olması gereken vasıflar mantıken şunlar olmalıdır:
1- CHP’nin yüzde 25 dolayındaki oyunu blok bir şekilde yanına almalıdır.
2- Son iki seçimde yüzde 10 barajının üstünde seyreden HDP’nin oylarını da yanına çekmelidir; dolayısıyla Kürtlerin sıcak bakacağı bir aday olmalıdır.
3- Bu aday (Akşener ilk turda sandıktan ikinci aday çıkmazsa), İYİ Parti’nin -daha çok MHP kökenli ve daha az sayıda merkez sağ kökenli- destekçilerinin de oy verebileceği kimlikte biri olmalıdır.
4- Saadet Partisi tabanının ve ayrıca geçmişte AKP’ye yönelen ama son dönemde benimsediği milliyetçi ve güvenlikçi söylemi nedeniyle şimdi bu partiye tepkili olan muhafazakâr Kürtlerin de güven duyacağı bir isim olmalıdır.
5- Bir bu kadar önemlisi, kendi şahsında ülkenin gidişatına ve AK Parti’nin yönetim tarzına tepki duyan toplumun muhtelif kesimlerini seferber edebilecek bir konsensüs yaratmalıdır.
*
Bütün mesele, CHP’nin kendi kadroları içinde bütün bu beklentileri karşılayacak, toplumun bütün bu kesimlerine dokunabilecek bir isme sahip olup olmadığıdır.
Kılıçdaroğlu, bu adayı kendi partisi içinde bulamadığı takdirde parti dışına yönelebilir. Deniz Zeyrek’in üzerinde durdukları isimler arasında Abdullah Gül’ün olup olmadığı sorusuna Kılıçdaroğlu’nun, “Şimdilik yok...” demesi, bu aşamada 11. Cumhurbaşkanı’na kapıyı tümüyle kapamadığını da gösteriyor.
Ancak bu takdirde başka bir soru gündeme geliyor. O da CHP tabanının muhafazakâr bir adayın desteklenmesi söz konusu olursa ne ölçüde bir bütün olarak hareket edeceğidir.
Paylaş