Paylaş
Örneğin bir savaşta çatışan iki tarafın geçmişini incelediğinizde, kanlı bıçaklı olan aktörlerden birisinin aslında diğerinin yarattığı ya da ortaya çıkmasına yardım ettiği eski bir müttefiki olduğunu fark edebilirsiniz. Bazen de taraflardan birinin attığı bir adım, tetiklediği zincirleme sonuçlarıyla beklemediği bir anda gelip bizzat kendisini vurabilir.
Bugün ABD’nin Taliban karşısında Afganistan’dan bir bozgun ortamı içinde çekilmesini izlerken, aynı ABD’nin geçmişte bu ülkede Taliban zihniyetindeki cihatçı grupları Sovyetler Birliği’ne karşı CIA destekli programlarla silahlandırdığını hatırlamak tarihin ilginç paradokslarından birini gösterecektir.
Keza Afganistan ekseninde gelişen olayların itmesiyle ABD’nin daha sonra Irak’ta yaptığı vahim hataların sonuçları da çok düşündürücüdür. ABD’nin Irak’taki hatalarının köktendinci terör örgütlerinin Ortadoğu’da çok daha geniş bir coğrafyada güçlenmelerine yol açmasında yine benzer bir tarihsel örüntü şekilleniyor.
ABD MÜCAHİDİN’İ SAHAYA SÜRÜYOR
Afganistan’ın en büyük talihsizliği Soğuk Savaş döneminde ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki acımasız mücadelede iki süper gücün kozlarını paylaştıkları jeopolitik arenalardan biri olmasıydı.
En özet anlatımla, Kabil’de dönemin Marksist yönetimi içinde çıkan çatışmalar üzerine Sovyetler Birliği’nin 1979 yılında ordusuyla Afganistan’a girmesi ve bu ülkede kendisine yakın yeni bir hükümet kurması, o tarihte Ortadoğu’dan Güney Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada şiddetli bir stratejik depreme yol açtı.
ABD’nin komünizme karşı İslamcı grupların güçlendirilmesini amaçlayan ünlü “Yeşil Kuşak” teorisinin ortaya çıkışı büyük ölçüde bu konjonktürün bir türevidir. ABD’nin bu çerçevede Sovyetler Birliği’ne Afganistan’da verdiği yanıt, bu ülkede “Mücahidin” olarak adlandırılan cihatçı grupları desteklemek oldu. Bu hamle, CIA’nin sonradan filmlere de konu olan ünlü “Siklon Operasyonu” üzerinden yürütüldü. ABD, bu amaçla sonraki yıllar içinde muazzam bir kaynak tahsis etti. Yalnızca 1987 yılında Afganistan’daki bu gruplara aktarılan destek 630 milyon dolara çıkmıştı ve CIA’nın tarihinde yabancı bir ülkede gerçekleştirilen en yüksek bütçeli operasyonu gösteriyordu.
CIA STINGER FÜZELERİNİ VERİNCE
Burada oyun değiştirici faktörlerden biri, ABD’nin “Mücahidin” gruplarına sağladığı omuzdan atılan Stinger füzelerinin Rus helikopterlere verdiği büyük hasardır. Sonuçta Sovyetler Birliği, 1988 yılında yenilgiyi kabullenerek Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. Savaşı CIA destekli Mücahidin kazanmıştı.
İlginç bir nokta, bu savaşta Çin Halk Cumhuriyeti’nin o dönemde Sovyetler Birliği ile rekabeti nedeniyle bugün hasmı olan ABD’nin yanında saf tutmasıydı. Çin, bugün de Taliban’ın yanında duruyor. O dönemde cihatçı gruplar lojistik desteği Pakistan’dan alırken, Suudi Arabistan da önemli imkânlar seferber etti. Keza Birleşik Krallık da sahada cihatçı gruplara oldukça aktif bir destek verdi.
Sovyetler’in çekilmesini 1989’da tamamlamasından üç yıl sonra İslamcı gruplar ülke yönetimini tümüyle ele geçirdiler ve ardından Afganistan yeniden bir istikrarsızlık dönemine girdi. Yakın zamana kadar Sovyet ordusuna karşı savaşmış olan köktendinci gruplar Afganistan’a hâkim olmak için bu kez kendi aralarında savaşmaya başladılar. Din eğitimlerini Pakistan’daki medreselerde almış olan köktendinci grupların oluşturduğu Taliban örgütü, zamanla sahada diğer gruplar üzerinde üstünlüğünü tesis edip 1996’da Kabil’i kontrolü altına alarak Afganistan’ın başat siyasi gücü haline geldi.
Taliban iktidarı 1996 yılında yola koyulduğunda Afganistan çok farklı ülkelerden gelen katılımlarla aşırılıkçı çizgideki gruplar için ideal bir barınma alanına dönüşmüştü. Ve bu örgütlerin bir kısmının dünya görüşü artık Afganistan sınırlarının dışında “küresel cihat” hedefine doğru evrilmekteydi. Bu ortam içinde filizlenen ve küresel cihat hedefine odaklanan gruplardan biri 1988 yılında Afganistan’da kurulmuş olan, Suudi Arabistan vatandaşı Usame Bin Ladin’in başını çektiği El Kaide’ydi.
EL KAİDE 11 EYLÜL’DE SALDIRINCA ABD AFGANİSTAN’A GİRDİ
Ve 11 Eylül saldırıları geldi. El Kaide’nin 11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki İkiz Kuleler’i ve Virginia’daki ABD Savunma Bakanlığı’nı (Pentagon) uçaklarla düzenlediği intihar saldırılarıyla vurması, bir bakıma köktendinciliğin Afganistan’ın her bir köşesine yayıldığı koşulların bir uzantısı olarak görülebilir. El Kaide, 2001 yılında ABD’ye saldırdığında Taliban’ın himayesine sahip olan bir örgüttü.
Nitekim ABD de bu saldırıdan sonra yalnızca El Kaide’ye değil, onunla birlikte Taliban’a da savaş açmış ve NATO’nun da katıldığı uluslararası bir güç oluşturarak Afganistan’a girmiştir. Bir dönem asker sayısı 130 bin kişiye çıkan, 51 ülkenin yer aldığı bu uluslararası güçte ABD’nin 2011 yılında 100 binin üstünde askeri vardı.
ABD, yalnızca Afganistan’a gitmedi. 11 Eylül atmosferi altında 2003 yılında Irak’ı da işgal etti. Bush yönetiminin Irak’a girmesi, büyük ölçüde 11 Eylül koşullarının tetiklediği bir karardır. ABD savaş gerekçesi olarak Irak lideri Saddam Hüseyin’in kitlesel imha silahlarına sahip olduğunu ileri sürmüş, sonradan bu tezin yalan olduğu kesinlik içinde ortaya çıkmıştır.
ABD’NİN IRAK‘TAKİ GÜNAHLARI IŞİD’İN ÖNÜNÜ AÇIYOR
ABD, Irak’ta Saddam Hüseyin’i devirmekle kalmayıp Irak devletinin ordu da dahil olmak üzere bütün kurumlarını dağıtmıştır. Devletin kurumsal yapısının çökmesi Irak’ta büyük bir kaos yaratmıştır. Bu ortam içinde Irak’ta ABD’ye karşı direniş örgütleri sahaya çıkmış ve bunların azımsanmayacak bir bölümü köktendinci bir çizgiye kaymıştır. Bu arada kesin sayı bilinmemekle birlikte Irak savaşında ölen insan sayısının yarım milyona yaklaştığı yolunda tahminler mevcut.
ABD’nin 2007 yılında Irak’tan çekilmeye başlayıp 2011 yılında çekilmeyi büyük ölçüde tamamlaması durumu daha da ağırlaştırmıştır. Çünkü düzen sağlayıcı güç olan ABD ordusunun Irak’tan çıkması, devlet kurumlarının işlevsel olamadığı bir kargaşa ve siyasi çekişme ortamında ciddi bir güç boşluğuna neden olmuştur. Bu da bir dönem Afganistan’da görülen koşulların bir benzerinin ortalığı kaplamasıyla sonuçlanmıştır.
Irak’ta bu boşluğu dolduran en önemli oyuncu 2003 sonrasında yola çıkan DEAŞ (IŞİD) olmuştur. DEAŞ, ABD’nin çekilişi ardından kısa zamanda Irak ve daha sonra içsavaştan istifade ederek komşu Suriye’de sahada çok geniş bir alanda hâkimiyet kurmuş ve Türkiye sınırlarına kadar dayanmıştır. DEAŞ’ın 11 Haziran 2014’te Musul’daki Türk Başkonsolosluğu’nu işgal ettiğini ve 49 personeli üç aydan uzun bir süre rehin tuttuğunu hatırlayalım.
ABD BU KEZ IŞİD’LE MÜCADELEYE BAŞLIYOR
Keza Suriye’deki içsavaşta da Afganistan merkezli El Kaide’nin buradaki kolu olarak kurulan El-Nusra sahada en önemli aktörlerden biri haline gelmiştir.
Öte yandan 2003’te Irak’ı işgal edip DEAŞ’ın önünü açan koşulları yaratan ABD, bu kez Irak ve Suriye’de çok geniş bir alana yayılan DEAŞ’ı söküp atmak için 2014’te “Doğal Kararlılık Harekâtı” adı altında yeni bir uluslararası askeri seferberlik başlatmıştır. ABD, DEAŞ’a karşı savaşı yürütürken Suriye ayağında PKK’nın bu ülkedeki şubesi YPG’yi de kendisine sahada askeri müttefik olarak seçip Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kurmuştur. Bu da beraberinde Fırat’ın doğusunda SDG’nin kontrolünde özerk bir yönetim alanının vücut bulmasına kadar uzanmıştır.
Bakın, yazının girişinde ABD’nin Afganistan’daki bir operasyonuyla başladığımız olaylar zincirini izlerken kendimizi Suriye’de Fırat’ın doğusunda bulduk. Bu arada geçen hafta, ABD’nin 2001’de Taliban’a karşı gittiği Afganistan’dan çıkarak ülkeyi Taliban’a teslim ettiğine de tanıklık ettik.
Büyük aktörlerin kimi adımları, tarihin akışı içinde hiç hesapta olmayan sonuçları, sürprizleri kendilerinin önüne koyabiliyor. İstikrarsızlığa yol açan bazı hamleler, çok geniş bir coğrafyada sıkça başka kaosları da beraberinde getiriyor.
Not: Yıllık iznim çerçevesinde yazılarıma kısa bir süre ara vereceğim.
Paylaş