Paylaş
Son yıllarda Türkiye’de insan hakları alanında birbiri ardına ortaya çıkan olumsuz uygulamalar ve hak ihlallerinin yarattığı iklim, kamuoyunda pek çok kesimin bu tür çalışmalara -kaçınılmaz olarak- şüpheci bir açıdan yaklaşmasına yol açıyor.
Burada bir ikilemle karşılaşıyoruz. Bu ikilemin bir ucunda değindiğim şüpheciliği besleyen, uygulamadan kaynaklanan somut, haklı nedenler, kaygılar var. Diğer ucunda ise her şeye rağmen insan hakları alanında Avrupa’nın da devreye girmesiyle bazı adımların atılabilecek olmasının sağlayabileceği belli bir iyileşme potansiyeli.
*
‘İnsan Hakları Eylem Planı Projesi’, geçen ekim ayında TBMM’de onaylanıp yürürlüğe giren ‘Yargı Reformu Projesi’nin ikinci ayağını oluşturuyor. Bu proje, Avrupa kurumlarını da doğrudan paydaş olarak hazırlık ve uygulama süreçlerinin içine alacak bir şekilde kurgulanıyor. Eski Hırvatistan Dışişleri Bakanı olan Avrupa Konseyi’nin yeni Genel Sekreteri Marija Pejcinovic Buric’in projenin başlama vuruşunun yapıldığı toplantıya katılmak üzere İstanbul’a gelmesi ve konuşmasında verdiği mesajlarla Avrupa’nın beklentilerini duyurması kuşkusuz önemli.
Toplantının zamanlamasının ‘10 Aralık İnsan Hakları Günü’nün tam bir gün öncesine denk düşürülmesi de anlamlıydı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hemen ertesi günü, yani 10 Aralık gibi özel bir günde açıkladığı Osman Kavala ile ilgili ihlal kararının içeriği de İstanbul’daki toplantının gündemi ile doğrudan ilişkiliydi. Bu yönüyle aslında bütün bu etkinliklerin hepsini bir bütünlük için değerlendirmek hata olmaz. Toplantıda düzeltilmesi gerektiği konuşulan konularla AİHM’nin Kavala kararında işaret ettiği sorunlar bize büyük ölçüde aynı meseleyi anlatıyor.
*
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün toplantının açış konuşmasının ağırlık noktası ‘Yargı Reformu Strateji Belgesi’ ile başlatılan süreci ileri götürme taahhüdünü içerdi. Bakan, AB tam üyelik süreci ne yönde evrilirse evrilsin, yani ileri gitsin gitmesin, “daha iyi bir yargısal işleyiş oluşturma kararlılığının süreceğini” belirtti.
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesindeki yükümlülüklerinin ve “Türkiye’nin AİHM’nin yargı yetkisine dahil olduğu” hususunun Adalet Bakanı tarafından vurgulanması ilk bakışta malumun ilamı gibi görünse de, içinden geçtiğimiz konjonktürde yine de ayrı bir önem kazanıyor. Çünkü söz konusu vurgulama, ister istemez AİHM’den Türkiye hakkında kritik kararların çıktığı bir dönemde bu kararların uygulanması yükümlülüğünün de altını çizmiş oluyor.
Gül’ün konuşmasında insan hakları standartlarının yükseltilmesi hedefinden söz ederken bireysel başvuru bağlamındaki şu ifadesine özellikle dikkat çekmeliyiz:
“Anayasa Mahkemesi ve AİHM nezdindeki süreçler bizim açımızdan büyük önem taşımaktadır. Bir yandan bu süreçlerin daha iyi yürütülmesine yönelik kapasiteyi güçlendirirken, diğer yandan ihlal sebeplerine ilişkin kalıcı çözümler üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.”
*
Gül’ün buradaki kilit ifadesi “ihlal sebeplerine ilişkin kalıcı çözümler”. Yani ihlal sebeplerini ortadan kaldırmak...
Bakan, bu kalıcı çözümleri ararken İnsan Hakları Eylem Planı’nın hazırlanışı aşamasında hem AİHM kararlarının hem de diğer uluslararası belgelerin titizlikle inceleneceğini, insan hakları alanındaki yeni gelişmelerin dikkate alınacağını belirtiyor.
Varsayalım titiz bir çalışmayla kâğıt üstünde en iyi çözümler getirildi, bu yeterli mi? Gül, “Hangi düzenleme getirilirse getirilsin, iyi kanunun iyi uygulama ile hayat bulacağı tartışmasız bir gerçektir. Bu nedenle esasen iyi uygulamanın da yine bu reformlara önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz” diye konuşuyor.
‘İhlal sebeplerinin ortadan kaldırılması’ ile ‘iyi uygulama’ aslında eşanlamlı, iç içe geçen kavramlar. Son tahlilde ‘iyi uygulama’yı hayata geçirecek olan kişiler de kamu görevlileri. Soruşturmaları yönetip iddianameleri kaleme alan savcılar, tutuklama ve mahkûmiyet kararlarını veren hâkimler ve sahada gösteri hakkını kullanmak isteyen vatandaşların karşısına güç kullanma yetkisiyle çıkan ve bunu sıkça orantısız bir şekilde kullanabilen polis görevlileri...
Her seferinde AİHM ve AYM’nin yeni ihlal kararlarıyla karşılaştığımızda, bunlara ilişkin her dosyada sorumluluk taşıyan muhtelif kategorilerdeki devlet memurlarının görevlerini kusurlu bir şekilde yaptıklarını, Anayasa’da, yasalarda ve bu yüksek yargı kurumlarının içtihatlarında tanımlanmış olan kuralların, normların dışında hareket ettiklerini anlıyoruz.
*
Şimdi insan haklarını iyileştirmek üzere ‘iyi kanun’ ve ‘iyi uygulama’ya dönük yeni bir egzersizin başlamasına tanıklık ediyoruz. Bu çalışma muhtemeldir ki yazının girişinde değindiğimiz ikilemin de yoğun bir şekilde tartışılmasına yol açacak. Bir tarafta bu çabaya şüpheyle bakanlar, diğer tarafta her şeye rağmen desteklenmesi gerektiğini savunanlar yer alacak.
Ancak yaşanan sorunların ciddiyeti karşısında, Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve AİHM sistemi içindeki angajmanını ve doğrultusunu koruyup güçlendirmesinin demokrasi, hukuk ve insan hakları hedefleri açısından sağladığı korumanın değerini yine de göz ardı edemeyiz.
Paylaş