Paylaş
Suç işleyip mahkûm olan insanların serbest kalıp yeniden toplum hayatına karışmalarına tanıklık etmek, yasalara saygılı davranma terbiyesiyle yetişmiş vatandaşlar açısından her zaman kaygı yaratıcı bir konudur. Toplumda ‘Yapanın yanına kâr kaldığı’, düzgün vatandaşların da dolaylı bir şekilde cezalandırıldığı kanaatini pekiştirir.
İnfaz indirimlerine çoğunluk sempatiyle bakılmamasının, bu yöndeki yasaların iktidarlara dönük eleştirilere yol açmasının gerisinde yatan ana nedenlerden biri kamuoyunda tetiklediği bu olumsuz kanaat iklimidir.
Yasa teklifinde ‘infaz indirimi’ olarak tanımlansa da, sokaktaki vatandaşın gözünde yapılan iş tek kelimeyle bir ‘af’tır. Adı ne olursa olsun, çıkarılan yasanın uygulanmasıyla birlikte yaşanan olaylar kamuoyunda zaten olumsuz yönde esen havayı daha da güçlendirir. Suç işleme eğilimi yüksek olan bazı mahkûmların tahliye olduktan sonra eski davranışlarını tekrarlamaları sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu gibi hadiselerin ardından gazete haberlerinde suç faillerinin infaz indirimiyle cezaevinden salıverildiğine yapılan hatırlatmalar, kamuoyunun bu meseleye bakışının şekillenmesinde her zaman önemli bir unsur olagelmiştir.
*
İnfaz indirimlerinden hangi hükümlülerin ne ölçüde yararlandıkları ortaya çıkan tartışmaların bir başka boyutudur. Burada da on yıllar içinde tekrarlanıp duran bir kalıp söz konusudur.
Aslında evrensel hukuk çerçevesinde suç addedilmeyen fiiller için insanların kendilerini demir parmaklıkların arkasında bulmaları Türkiye Cumhuriyeti tarihinin değişmez bir geleneğidir. Özellikle düşünce insanları, gazeteciler, yazarlar bu gelenekten paylarına düşeni fazlasıyla almışlardır, almaya devam etmektedirler.
Sorun iki boyutludur. Birincisi, mevzuatın muhalif çizgide olan insanların soruşturulmalarını, yargılanmalarını, mahkûm edilebilmelerini mümkün kılabilecek bir esnekliği her zaman taşımasıdır.
Örnek vermek gerekirse, Türk Ceza Kanunu’nun örgüt üyesi olmayan insanların da faaliyetlerinden dolayı örgüt üyesi gibi değerlendirilip cezalandırılabilmelerine cevaz veren hükümleri mevzuattaki esnekliğin en çarpıcı alanlarından biridir.
Meselenin ikinci boyutu, savcı ve hâkimlerin en azından bir kesiminin kısıtlayıcı mevzuatın uygulanmasında -dönemin siyasi iklimi içinde- bu esnekliği en geniş bir şekilde değerlendirip yorumlayacak yargı pratiklerine açık olmalarıdır.
TBMM’de görüşülmekte olan yasa teklifi bu yargı pratiklerinin sonucu olarak hapiste bulunan hükümlüler açısından herhangi bir imkân yaratmamaktadır.
Şimdi baştaki ‘Kim yararlanacak’ sorusuna gelirsek, düzenlemelerin kapsamı bu yasanın nasıl algılanacağını da belirleyecektir. Örneğin, yeraltı dünyasından şahsiyetlerin tahliye edildiği ama gazetecilerin demir parmaklıkların arkasında kalmaya devam ettiği bir infaz rejimi toplumun geniş bir kesiminde adalet duygusunun yara almasına yol açacaktır.
*
Yasa teklifi başka açmazları da beraberinde getiriyor. Türkiye’yi şimdiden ağır bir şekilde etkilemekte olan koronavirüs salgınının kapasitenin çok üstünde bir yığılmanın yaşandığı cezaevleri bakımından büyük sağlık riskleri yarattığı aşikârdır. İnsanlara kendilerini koruyabilmeleri için kuvvetle önerilen sosyal mesafe ve izolasyon önlemlerinin cezaevi koşullarında sağlanabilmesini beklemek pek gerçekçi değildir.
Salt bu hastalığın oluşturduğu tehdit açısından cezaevlerindeki yığılmanın hafifletilmesi insani mülahazalar çerçevesinde anlaşılabilir bir adım olacaktır. İnfaz indirimlerinin kapsamı çizilirken çok dikkatli bir seçim yapılması bu bakımdan da elzemdir.
*
Konunun bu yönü de dikkate alındığında, teklifin temel bir eksikliği ‘hükümlüler’in durumuna odaklanırken, halen soruşturma aşamasında bulunan ya da yargılanmakta olan, bu çerçevede haklarında bir hüküm verilmemiş konumdaki ‘tutuklular’ın durumu konusunda hiçbir rahatlama getirmemesidir. Halihazırda cezaevlerinde alıkonan 300 bin dolayında insanın yaklaşık 257 bini hükümlü, 43 bini tutuklu statüsündedir.
Yargı istatistiklerinin yıllar içinde sınanmış verilerine bakarsak, halen cezaevlerinde bulunan tutukluların sayıca önemli bir bölümünün yargılama süreci sonunda beraat edeceğini tahmin edebiliriz. Şüphelilerin bir bölümü hakkındaki suçlamalar da muhtemelen daha önceki soruşturma süreci sonunda düşecektir. Bu gerçeğin ışığında belli bir bölümünün masumiyetinin ortaya çıkması muhtemel olan tutukluların durumunun da bu teklifte bir şekilde ele alınması gerekirdi.
Yasa teklifinde bu konuda bir çözüm öngörülmemesi bir çıkış yolu olmadığı anlamına gelmiyor. Bu takdirde en azından hâkimlerin sürmekte olan davalarda ya da sulh ceza hâkimlerinin tahliye başvuruları karşısında ‘adli kontrol’ hükümlerini işleterek, özellikle yazar, gazeteci, kanaat önderi konumundaki tutukluların tahliyeleri yönünde vicdanları rahatlatacak bir hareket tarzı benimsemeleri önünde hiçbir engel yoktur. Esas olan zaten tutuksuz yargılamadır.
Bu doğrultuda atılacak adımlar zaten bir jest değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin özgürlük hakkı ve tutukluluğa ilişkin içtihatlarının gereğinin yerine getirilmesinden ibaret olacaktır.
Bu yönde bir hareket, ölümcül bir salgın felaketini göğüslemeye çalışan bir ülkede zor zamanların gerektirdiği yumuşama ve dayanışma ortamı bakımından da büyük bir değer taşıyacaktır.
Paylaş