Paylaş
Bir taraftan El Kaide uzantısı Hayat Tahrir Üş Şam’ın (HTŞ) İdlib’de alan hâkimiyetini kazanmış olması, diğer yandan Esad rejiminin burasını yoğun topçu ateşi altında tutmasının yarattığı gerilim tedirginliği derinleştiriyor. Ve bütün projektörler İdlib’de ateşkes sağlanmasına ilişkin 17 Eylül 2018 tarihli Türk-Rus mutabakatına çevriliyor.
Bu durumu geçen ayın hemen sonunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunda düzenlediği iki ayrı oturumuna hâkim olan tartışmalarda, ayrıca BM Genel Sekreteri António Guterres’in bu toplantılar öncesinde Konsey’e sunduğu Suriye’ye ilişkin 2019’un ilk raporunda görmek mümkün.
*
BM Genel Sekreteri ile başlayalım. Guterres, 19 Şubat tarihli raporunda öncelikle İdlib’in güneyi ve doğusunu hedef alan (rejimden kaynaklanan) topçu ateşinden duyduğu rahatsızlığı anlatıyor. Ardından, yine İdlib’de önemli ölçüde HTŞ’yi sorumlu tuttuğu kargaşa ve hukuksuzluk ortamına, cinayetlere, adam kaçırma gibi eylemlere dikkat çekiyor.
Genel Sekreter, ülkenin kuzeybatısında artan belirsizliklere değindikten sonra sözü İdlib’deki insani yardım ihtiyaçlarına getirerek şöyle konuşuyor:
“İnsani yardımların sınır ötesine ulaştırılabilmesi hayati önemdedir. Ancak askeri çatışmaların tırmanması ve insani felaketlere yol açması riski sürmektedir. İdlib bölgesinde bütün tarafları gerilimi düşürme çabalarını sürdürmeye çağırıyorum.”
*
Şimdi Güvenlik Konseyi’nin 26 Şubat tarihli oturumuna gelelim. Bu oturumda BM’nin İnsani Yardımlar Koordinasyon Ofisi direktörlerinden Rheena Ghelani’nin yaptığı sunumda Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir nokta dikkat çekiyor. Ghelani, “son haftalarda” İdlib’in güneyinde topçu bombardımanının yoğunlaşması sonucu yaklaşık 36 bin kişinin “yerlerinden olduğunu”, bunların çoğunun kuzeye göç ederek Türkiye sınırının bitişiğindeki kamplara sığındığını belirtiyor.
BM temsilcisinin bu açıklaması Esad rejiminin (halen aynı yoğunlukta devam eden) topçu ateşinin binlerce Suriyelinin daha şimdiden Türkiye sınırına kaçmasına neden olduğunu ortaya koyuyor.
Ghelani, ardından geçmişte yaptığı uyarıyı tekrarlıyor: “Topyekûn bir harekât olduğu takdirde İdlib ve civarındaki alanlarda yaşayan sivillerin kaçabilecekleri hiçbir yer yok.”
BM’nin değerlendirmesine göre, İdlib’de yaşayan 3 milyon insan bir taraftan Suriye ordusunun bombardımanı ve artan çatışmalar, diğer taraftan da HTŞ’nin köktenci yönetimi arasında sıkışmıştır. Ghelani, askeri çatışmaların tırmanması riskine dikkat çekerek “17 Eylül 2018 tarihli Rusya-Türkiye anlaşmasının sürdürülmesi ve tümüyle uygulanması büyük önem taşıyor” diye konuşuyor.
İlginç olan nokta, BM temsilcisinden sonra Güvenlik Konseyi’nde söz alan neredeyse herkesin İdlib’deki şiddet olaylarının, çatışmaların ve bombardımanın artmasından duydukları endişeleri ifade ederek, 17 Eylül Türk-Rus mutabakatının uygulanmasını talep etmesidir. Tutanaklara göre, sırasıyla Belçika, ABD, Fransa, Çin Halk Cumhuriyeti, Endonezya, Polonya, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Britanya büyükelçileri yaptıkları konuşmalarda İdlib’e özellikle değinerek, çatışmaların büyümesi tehlikesine karşı ateşkesin sürdürülmesi çağrısında bulunuyor.
*
BM Güvenlik Konseyi’nin 28 Şubat tarihli oturumu bu kez BM Genel Sekreteri’nin yeni Suriye Temsilcisi Norveçli diplomat Geir Pedersen’in siyasi çözüm hakkındaki sunumuna sahne oluyor. Ancak Pedersen de sözü HTŞ’nin İdlib’deki kazanımlarına ve askeri gerilimin tırmanmasına getirerek, İdlib’e ilişkin Türk-Rus mutabakatına geçen ay Soçi’de düzenlenen zirvede yeni bir ivme verilmesinden duyduğu memnuniyeti ifade ediyor.
Pedersen’in konuşmasının ardından 26 Şubat toplantısının akışı aynen tekrarlanıyor ve söz alan büyükelçilerin çoğunluğu İdlib’i gündeme getirerek, Türk-Rus mutabakatının sürdürülmesi gereğini vurguluyor. Bu taleplerin ABD’den Fildişi Sahili’ne, Belçika’dan Polonya’ya, Peru’dan Britanya’ya kadar yayılan bir coğrafi çeşitlilik göstermesi kuşkusuz not edilmesi gereken bir durum.
BM Güvenlik Konseyi tutanaklarına da yansıyan bu tablo, aslında 17 Eylül 2018 tarihli mutabakatın uluslararası alanda ne kadar büyük bir rahatlamaya açtığını ve mutabakatın uygulanması gereği konusunda ne kadar geniş bir konsensusun bulunduğunu gösteriyor. İdlib önümüzdeki dönemde gündemimizden düşmeyeceği için bu noktanın altını özellikle çizmek istedim.
Paylaş