Paylaş
Toplantı tutanakları, ABD’den Çin Halk Cumhuriyeti’ne, Fransa’dan Hollanda’ya, Ekvator Ginesi’nden Etiyopya’ya ve Peru’dan Bolivya’ya kadar dünyanın farklı coğrafyalarından her ülkenin temsilcisinin insani bir felaketi önleyen bu anlaşmadan dolayı olumlu değerlendirmeler yaptığını gösteriyor. Övgüler Türkiye ve Rusya’ya gidiyoGüvenlik Konseyi’nde bundan bir hafta önceki görüşmelere hâkim olan karamsar hava hatırlandığında, herkesin bu kez derin bir nefes aldığı anlaşılıyor. İdlib’e ilişkin felaket senaryolarından en çok kaygı duyanların başında gelen BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, basın açıklamasında “Bu anlaşmanın düzgün bir şekilde uygulanması, 1 milyonu çocuk olmak üzere 3 milyon insanın hayatını felaketten kurtarabilir” diye konuştu.
Ortaya çıkan bu tabloya bakınca, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’nde uzun bir zamandır ilk kez bu ölçüde bir övgüye mazhar olduğunu belirtmek mümkün. Kabul edelim ki, büyük bir insani felaket ihtimalinin şimdilik frenlenmesi ve zaman kazanılmış olması nedeniyle, Türkiye uluslararası alanda yüksek bir zemine çıkmış bulunuyor.
İdlib üzerinden yayılan bu hava, aslında uzun bir zamandır Türkiye hakkında uluslararası alanda, daha çok da Batı dünyasında demokrasi, insan hakları ve yargı alanlarında yaşanan sorunlar nedeniyle yerleşmiş olan olumsuz algıdan bir hayli farklıdır.
Aslında burada Türkiye açısından önemli bir fırsat penceresinin açıldığını da söyleyebiliriz. Türkiye, pekâlâ bu iklimden de yararlanarak atacağı adımlarla kendisine dönük bu algıyı kırabilir. Özellikle Trump yönetimiyle ilişkilerde yaşanan kopmayla birlikte, Avrupa cephesinde buna tezat bir şekilde esmeye başlayan sıcak rüzgârlar da bu adımlar açısından son derece elverişli bir ortam yaratıyor.ABD ile sorunu olan sadece Türkiye değildir. Trump liderliğindeki bir ABD ile transatlantik işbirliğinin nasıl yürüyeceği konusunda Avrupa cephesinde ciddi sıkıntılar hissediliyor. Bu arada, Türk ekonomisinin sahne olduğu kırılmaların çok ağır bir krize dönüşmesinin Avrupa açısından yol açacağı sorunların bilincinde olan Almanya, Fransa gibi ülkelerde Türkiye’yi destekleme yönünde yeni bir bakış belirmeye başlamıştır.
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin kurumsal olarak yeniden canlandırılması yönünde belli bir kıpırdanma hissedilirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki haftanın ikinci yarısında Almanya’ya yapacağı resmi devlet ziyareti, Avrupa cephesinde uç vermeye başlayan bu ısınmaya ivme kazandırmaya adaydır.
Avrupa ile yumuşamanın kalıcı hale gelebilmesinin olmazsa olmaz bir gereği, hükümetlerin yanı sıra Batı kamuoylarında da tepki yaratan demokrasi ve hukuk alanındaki problemlerin üzerine gidileceği konusunda yeni bir iradenin ortaya çıkmasıdır. Türkiye’nin bu alanlardaki irade değişikliğine işaret etmek üzere sergileyeceği sembolik jestlerin bile Avrupa cephesinde çok sıcak bir dalgayı tetikleyeceğini ve fazlasıyla karşılık göreceğini tahmin etmek hiç de güç değildir.
Bu değişikliklerin sağlayacağı önemli bir avantaj, Türkiye’yi bölgede sadece askeri gücüyle değil, aynı zamanda bir zamanlar olduğu gibi ‘yumuşak gücü’ ile de etkisini icra eden bir ülke konumuna getirecek olmasıdır. Suriye’nin geleceğinde, hazırlanacak yeni anayasada söz sahibi olmak isteyen bir Türkiye, bunu sadece sahada askeri gözlem noktaları tesis ederek değil; aynı zamanda demokrasisini, hukuk düzenini var olan sorunlardan arındırıp güçlendirerek yaratacağı etkiyle başarabilir.
Bu yönde sağlanacak gelişmelerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a uluslararası alanda oynamak istediği rol açısından bugünkünden çok daha geniş bir hareket alanı açacağı da izahtan varestedir. Artık Batılı muhatapları ile her görüşmesinde siyasi tutukluların durumunun, demokrasi alanındaki pürüzlerin, yargı meselesinin müzakere masasının sabit dosyaları olmaktan çıkartmak gerekiyor.
BM Güvenlik Konseyi’ndeki haklı İdlib övgüleri bu açıdan tek başına yeterli değildir. Türkiye’nin ihtiyacı, bu cephedeki artıların diğer alanlardaki iyileştirmelerle tamamlanmasıdır.
Paylaş