Paylaş
Türkiye, Hatay’ın hemen karşısındaki İdlib’de ateşkes rejiminin devamından yana. Bütün gücüyle bunu sağlamaya çalışıyor. Çünkü, ateşkes bozulduğu takdirde rejimin kuzeye doğru ilerlemesiyle patlak verecek bir çatışma ortamının kendi sınırlarına doğru tetikleyeceği yeni bir göç dalgasından, bunun yol açabileceği devasa sorunlardan çekiniyor.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Dileğimiz, mutabakat muhtırasının başlangıcındaki sükûnet haline dönülmesidir” derken bu beklentiyi ifade ediyor.
Tabii İdlib’de sükûnetin devamı, bir anlamda buradaki mevcut statükonun da büyük ölçüde sürmesi anlamına geliyor.
Ancak İdlib’de statüko dediğimiz zaman, sahada ağırlıklı olarak Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) adındaki örgütün alan hâkimiyetine dayanan bir realiteyi anlamamız gerekiyor. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre sahada 12-15 bin arasında bir askeri güce sahip olan bir örgütten söz ediyoruz.
Mesele şurada çatallaşıyor. HTŞ, dünkü yazımızda izah ettiğimiz üzere BM Güvenlik Konseyi tarafından “terörist örgüt” kategorisinde görülüp yaptırım listesine alınan, üstelik Türkiye’nin de bu şekilde tanıdığı bir organizasyon.
İDLİB’DEKİ STATÜKODA TSK FAKTÖRÜ
Statükonun dayandığı unsurlara baktığımızda önemli bir faktörü daha denkleme dahil etmemiz gerekiyor: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İdlib’de sahadaki varlığı...
Resmi bir rakam telaffuz edilmemekle birlikte, bugün İdlib’de 10 bine yakın Türk askerinin bulunduğu tahmin ediliyor. Ayrıca, SMO, yani Suriye Milli Ordusu’na (eski adıyla ÖSO) bağlı unsurlar da TSK ile koordine bir şekilde burada sahada bulunuyor.
Bugünkü yazımızda paylaştığımız, bu ülkede sahadaki gelişmeleri yakından izleyen “Suriye Gündemi” isimli haber-analiz sitesinde yer alan harita, İdlib’in muhalefet (ağırlıklı HTŞ) kontrolü altındaki kuzey kesiminde, neredeyse 70 kadar yerde TSK’nın konuşlanmış olduğunu gösteriyor.
Konuşlanmaların çoğunluğunun muhtelif yollar üzerindeki -kontrol noktaları- olduğu anlaşılıyor. SMO unsurlarının da özellikle Arapça faktörü nedeniyle yerel halkla iletişim kurulabilmesi açısından da bu noktalarda görevlendirildiklerini düşünebiliriz.
Bu noktalara ek olarak, TSK’nın daha önce İdlib’de ateşkesi denetlemek üzere bulundurduğu askeri birliklerin 2020 yılında kuzeye kaydırılmaları sonucu, bugün İdlib’de sahaya yayılmış olan birçok TSK üssünün varlığı da söz konusu.
Farklı büyüklüklerdeki TSK üslenmelerinin, yeşil zemin verilmiş muhalefet kontrolündeki bölgeyi, rejimi temsil eden kahverengi renkte taralı bölgeden ayıran sınır hattına bitişik alanlarda yoğunlaştığını görüyoruz.
TSK’NIN YARATTIĞI CAYDIRICILIK
TSK’nın sahaya bu şekilde yayılması ne anlama geliyor? Türkiye, bu konuşlanma ile rejim ordusunun ilerlemesinin önüne kuvvetli bir askeri yığınakla set çekmiş oluyor. Özellikle doğu-batı yönünde Lazkiye’ye doğru giden M-4 karayolunun güneyinde rejim-muhalefet sınır çizgisine doğru yaklaşık 20 kilometre derinliğe inen geniş bir alanda, ciddi bir TSK mevzilenmesi göze çarpıyor.
Benzer şekilde Halep’ten Şam’a doğru güneye inen M-5 karayolunun batısındaki sınır hattının hemen gerisinde de bir yoğunlaşma var.
Rejim ve Rusya ikilisi, İdlib’de kuzeye doğru topyekûn bir askeri harekâta girişemiyorlarsa, bu durum, önemli ölçüde Türkiye’nin sahada yarattığı bu fiili caydırıcılığın bir sonucudur. Bununla birlikte, rejim, sınır hattı boyunca muhalefet bölgesine doğru topçu ve roket atışlarını genellikle ara vermeksizin sürdürüyor.
Burada ilginç bir hususun altını çizelim. Rusya geçen yaz aylarından itibaren başlattığı hava harekâtlarında M-4’ün hem kuzeyi hem de güneyindeki muhalefet hedeflerini vururken, TSK unsurlarını hedef almamak konusunda belli bir dikkat içinde hareket etti.
HTŞ DIŞINDAKİ RADİKAL GRUPLAR DA BÜYÜK SORUN
Türkiye ile Rusya arasındaki 2018 mutabakatında ortaya çıkan önemli bir uzlaşı konusu, M-4 ve M-5 karayollarının 2018 sonuna kadar açılarak, Halep’in hem Lazkiye hem Şam’a bağlanması, bu şekilde ticari faaliyetlerin, sivil hayatın normalleşmeye başlamasının sağlanmasıydı.
Rejim-Rusya ikilisi, 2019 sonu ve 2020 başında askeri seçeneğe başvurarak M-5 hattını muhalefetten geri almış, bu da Türkiye ile 5 Mart 2020 mutabakatını getirmiştir. Bu mutabakatta M-4’ün kuzeyi ve güneyinde 6 kilometre derinliğinde bir güvenli koridor oluşturulması, Türk ve Rus askerlerinin bu koridorda ortak devriyeye çıkmaları kararlaştırılmıştı.
Bu karayolunun trafiğe açılması Rusya’nın Türkiye üzerinde “mutabakatlar uygulansın” yolundaki ısrarını da belli ölçülerde dindirecektir. Buradaki sorun, karayolunun güvenliği konusunda Türkiye ile Rusya’nın farklı değerlendirmeler yapmakta oluşudur. Türk tarafı, koridorun büyük ölçüde temizlendiği görüşünü belirtirken, Rus tarafı bunun sağlanamadığını savunuyor. Ruslar,17 Ağustos 2020 tarihinden bu yana Türk tarafıyla ortak devriyeye çıkmamıştır.
Bu arada, HTŞ örgütü M-4’e bitişik güvenlik koridorunda belli ölçülerde nötralize edilse de, bu kez başka radikal grupların bu yol çevresinde terör eylemlerine başvurduğu gözleniyor. Sadece 2020 yılında M-4 üzerindeki devriyeler sırasında radikal gruplarca 4 Türk askeri şehit edilmiştir. 5 Mart 2020 mutabakatı sonrasında İdlib’de radikal gruplarca bugüne kadar gerçekleştirilen saldırılarda toplam 10 Türk askeri hayatını kaybetmiştir.
Bu saldırılardan karayolunun açılmaması için devrede olan pek çok aktörün bulunduğu anlaşılıyor. İdlib’de meselenin zorlaştığı bir başka kısmı burada başlıyor. Çünkü İdlib’de sahada HTŞ dışında kontrol dışı başka bir dizi radikal unsur var. Ayrıca, Suriye dışından gelmiş cihatçı grupları da bu tabloya ekleyelim.
Sonuçta M-4 karayolu, üç yıldır trafiğe açılabilmiş değil. Meselenin bu boyutu, İdlib sorununun HTŞ’yi de aşan boyutlar taşıdığını gösteriyor.
HTŞ’NİN BM’DE ‘TERÖRİST’ LİSTESİNDEN ÇIKARTILMASI GÜÇ
Yine HTŞ’ye döndüğümüzde, sıkıntılı bir diğer başlığa dikkat çekelim. Türkiye-Rusya mutabakatlarının önemli bir boyutu da Rus tarafının son dönemde ısrarla vurguladığı gibi, terörist gruplar ile bu kategoride olmayan muhalif grupların ayrılması hedefidir.
Buradaki beklenti nedir? HTŞ’nin kendisini lağvederek Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’na (SMO) katılması mıdır? Kuşkusuz, bu yönde bir hamle yapabilmesi pek çok çevreyi rahatlatacak bir çözüm olacaktır. Ancak kurduğu “Kurtuluş Hükümeti” adındaki bir sivil idare ile İdlib’i fiilen yöneten HTŞ’nin, ayrıca sahadaki gücüne de güvenerek bu yönde bir adımı atması, en azından bu aşamada muhtemel görünmüyor.
Ortaya çıkabilecek muhtemel bir gelişme, Abu Muhammed el Culani’nin liderliğindeki HTŞ’nin daha önce yaptığı gibi, bir kez daha adını değiştirerek yeni bir kimlikle kendisini kabul ettirmeyi denemesi olabilir.
Gelgelelim Culani’nin bundan önce bu yöndeki bir hamlesi BM Güvenlik Konseyi üyeleri tarafından inandırıcı bulunmamış, bugün HTŞ adını taşıyan yeni örgütü de yaptırım listesine alınmıştır. Benzer bir durum pekâlâ tekrarlanabilir.
Diğer yandan bu örgüt BM Güvenlik Konseyi’nin terörist listesinden çıkartılmadığı sürece de HTŞ sorunu gündemde kalmaya devam edecektir. Tabii, Türkiye ile Rusya arasında bir pürüz olmaya da...
Paylaş