Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin, geçen hafta çarşamba günü İstanbul’da yayımladıkları bildiride Libya konusunda ortak hareket edeceklerini duyurarak taraflara ateşkes çağrısında da bulundular. Bunu yaparken “İdlib’de sükûnetin sağlanması ihtiyacını” da vurguladılar. Ardından İdlib’de de ateşkes uygulanacağı açıklandı. Zaten her iki ateşkes için aynı başlama saati, yani cumartesiyi pazara bağlayan gece yarısı belirlendi.
Böylelikle Libya’da Türk-Rusya ortak inisiyatifi harekete geçerken, Rusya eşzamanlı bir şekilde Türkiye’ye karşı İdlib’de önemli bir taahhüt üstlenmiş oldu.
Nitekim, İdlib’deki ateşkes Libya’da olduğu gibi planlandığı şekilde zamanında yürürlüğe girdi. Hatta ilk 72 saat içinde Esad ordusunun İdlib’de karadan topçu atışı şeklinde yaptığı bazı münferit ihlaller sayılmazsa ateşkes uygulandı da; örneğin tek bir Rus savaş uçağı havalanmadı...
Ortalık sakinleşti zannedilirken, çarşamba sabahından itibaren Rus Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçakları yeniden İdlib semalarında boy gösterdi. Suriye savaş uçaklarının da katıldığı hava harekâtlarında İdlib vilayetinin güneyinde M-5 karayolu üzerindeki Maarat el Numan şehri, civarındaki yerleşimler ve ayrıca kuzeydeki İdlib şehir merkezini hedef alan yoğun bombardıman dün de devam etti.
Bunu Esad ordusunun yine Maarat el Numan hedefine dönük olarak doğudan batıya doğru başlattığı kara harekâtı izledi. Dün akşam saatlerine doğru rejimin İdlib’in güneydoğusunda kontrolü altına aldığı alan batıya doğru biraz daha genişlemiş, Esad ordusu bazı noktalarda M-5 karayoluna doğudan biraz daha yaklaşmıştı.
RUSYA CEPHESİNDE İNANDIRICILIK SORUNU VAR
İdlib’de gördüğümüz bu tablo bize ne anlatıyor? Öncelikle, Rusya’nın ateşkes taahhüdüne en çok 72 saat sadık kaldığını anlatıyor. Rusya, Türkiye’ye söz vermekte, bir süre bu sözünü tutmakta, ardından sahada yine bildiğini okumaktadır. Bu, süreklilik gösteren ve Putin cephesinde artık ciddi ölçülerde bir inandırıcılık ve samimiyet sorununa işaret eden bir kalıptır.
Rus tarafı, eleştirilere ne yanıt veriyor? Ruslar, İdlib için 17 Eylül 2018 tarihinde imzalanan ‘Soçi Mutabakatı’nda öngörülen ‘silahsızlanma bölgesi’nin teröristlerden arındırılmadığını, Türk tarafının bu yöndeki taahhüdünü tutmadığını söylüyor.
Bu görüşten hareketle Rusya’nın Esad ordusu ile birlikte ‘teröristlerle mücadele’ gerekçesiyle başlattığı ve çoğunluk sivil-terörist ayrımı gözetmeksizin icra ettiği her ortak askeri harekât yüz binlerce insanın güneyden kuzeye doğru yollara döküldüğü göç dalgalarına yol açıyor.
RUSYA‘NIN STRATEJİSİ TÜRKİYE’Yİ SIKIŞTIRIYOR
Aslında son gelişme, Esad rejimi-Rusya ikilisinin İdlib’e ilişkin stratejisini çok da fazla zaman kaybetmeden süratli bir şekilde hayata geçirmek çabası içinde olduğunu gösteriyor. Bu strateji, muhalif çizgide gördüğü sivil nüfusu hava bombardımanının yarattığı baskıyla kuzeye doğru kademe kademe sürme, ardından bu alanları silahlı muhalefetten arındırma ve bu şekilde Halep’i Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’ye bağlayan M-4 ve Şam’a bağlayan M-45 karayollarına bir an önce hâkim olma hedefi üzerine kurulu.
Tabii, uygulamaya konduğunda bombardıman sonucu yerinden olan insanların oluşturduğu büyük bir kitlenin Türkiye sınırına doğru yığılması anlamına geliyor bu strateji. Mayıs-ağustos aylarında zaten 400 bin kişi İdlib’in güneyinden kuzeye doğru yer değiştirmiştir. Benzer şekilde geçen 1 Aralık’taki harekâtla başlayan ikinci göç dalgasında kuzeye gelenlerin sayısının 350 bine vardığı önceki gün BM tarafından açıklanmıştır.
HULUSİ AKAR’IN İLGİNÇ AÇIKLAMASI
Bu noktada hava harekâtlarının yol açtığı insani felaketin sahada gerekli kılacağı yeni bir fiili düzenleme ihtimaline ilişkin önemli bir açıklamaya bu vesileyle dikkat çekelim. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, önceki gün ilk kez kuzeye doğru göç edenlerle ilgili İdlib’in içinde bir ‘güvenli bölge’ ya da ‘güvenli alan/köy’ düzenlemesi yapılabileceğini ifade etmiştir. Akar, medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda bakın ne demiş:
“İşin paradoksal tarafı, mülteci durumuna düşen İdlib’deki Suriyeli kardeşlerimiz evlerini ve topraklarını terk etmiş olmalarına ve ihtiyacı olmasına rağmen hükümet kontrolünde bir alana gitmek istemiyorlar. ‘Gidemeyiz’ diyorlar. Dolayısıyla biz burada Ruslarla konuşmak, görüşmek suretiyle beraber orada bir mekanizma oluşturalım, orada bir güvenli bölge, güvenli alan, köy her neyse, hiç olmazsa şu kışı, kıyameti çoluk, çocuk, hasta, yaralı orada geçirsinler. Daha sonra görüşmeler devam eder...”
KUZEY İDLİB İÇİN YENİ MEKANİZMA
Esad rejimi-Rusya ikilisi İdlib’in güneyindeki nüfusu kuzeye doğru kaydırırken, Akar’ın sözlerinden Türkiye ile Rusya arasında bu insanların sınıra yakın bir bölgede güvenli bir şekilde iskân edilmeleri amacıyla ikili görüşmelerin yürütüldüğünü anlıyoruz.
İki ülke arasında mutabakata varıldığı takdirde İdlib’in kuzeyinde bu amaçla bir mekanizmanın kurulacağı anlaşılıyor. Bu mekanizmanın statüsü, dayanacağı esaslar ne olacaktır? Örneğin, Barış Pınarı, Fırat Kalkanı, Afrin bölgelerindeki gibi sahadaki bütün sorumluluğu Türkiye’nin üstleneceği bir düzenleme mi olacaktır? Yoksa Rusya ile işbirliği içinde mi hareket edilecektir? BM sürece dahil edilecek midir?
Bu soruların yanıtlarını bu aşamada bilmesek de, her halükârda terörle mücadele amacıyla yapılan diğer operasyonlardan farklı olarak, bu kez doğrudan insani nedenlerle başvurulacak bir güvenli bölge uygulamasından söz edebiliriz.
Paylaş