Paylaş
Aynı ittifakta yer alan iki ülkeden birinin dışişleri bakanının uçağına iniş izni verilmemesi gibi bir hadisenin örneği pek yoktur. NATO ittifakı içinde birbirlerini ortak bir tehdide karşı savunma yükümlülüğü altında bulunan, keza Avrupa Konseyi içinde aynı idealleri, demokratik değerleri koruma, yüceltme taahhüdü taşıyan iki müttefik ülkeden söz ediyoruz.
Benzer bir durum, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın Rotterdam’daki Türk Başkonsolosluğu’na girmesine izin verilmemesi ve ardından “istenmeyen yabancı” ilan edilerek sınır dışı edilmesinde yaşanmıştır.
Devletler hukukunu, bütün uluslararası antlaşmaları bir tarafa bırakalım, asgari medeniyet ölçülerine sığmayan, utanç verici davranışlardır bunlar. Benzerlerine rastlamak için belki de Hollanda’nın sömürgeci geçmişinde iz sürmek gerekebilir.
Yakın zamana kadar Avrupa’nın liberal, özgürlükçü ülkelerinden biri olarak ün yapmış Hollanda’da böyle bir ilkelliğin 2017 yılında tezahür edebilmiş olması bize yaşlı kıtanın gidişatı hakkında da çok şey söylüyor. Bütün bu olaylar aslında ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, zorbalığın Avrupa’da karanlık bir dalga halindeki yükselişini gösteriyor.
Bu karanlık dalga bulaşıcı bir virüs gibi Avrupa’nın medeni ölçülerini kemiriyor ve aynı zamanda siyasetin merkezini tutan kurumları, aktörleri rehin alıyor. Nitekim yakın bir zamana kadar makul bir çizgide temayüz etmiş olan bir liberal politikacının yarın yapılacak seçimlerde ırkçı rakibine karşı oy kaybetmemek için başkalaşmaya başladığını ve bir liberal için yüz kızartıcı tasarruflara yönelmekten kaçınmadığını görüyoruz.
***
Seçim kaygıları ne kadar belirleyici olsa da, olayların arka planında son dönemde Avrupa’da Müslümanlara ve Türklere karşı zemin kazanmakta olan dışlayıcı iklimin payı azımsanamaz. Bütün bu faktörlerin AK Parti hükümetinin Türkiye’deki referandum kampanyasını Hollanda’ya da taşıma kararıyla birleşmesi, birden bu talihsiz sarsıntıyı tetiklemiştir.
Burada endişe verici olan, yarattığı artçı dalgalarla birlikte, söz konusu sarsıntının önümüzdeki dönemde Avrupa’da yaşayan Türkler ve Müslümanlar açısından hayatı zorlaştırma ihtimalidir. Hükümetler düzeyinde bu gibi uygulamalara başvurulduğunda ve bu gibi tasarrufların yapılabilirliği kanıksanmaya başlandığında, farklı toplum katmanlarında yabancı düşmanlığının uç örneklere yayılması ihtimalini göz ardı edemeyiz.
Bir başka düşündürücü nokta, kontrol altına alınamadığı takdirde, bu gidişatın Türkiye’nin Avrupa ve genelde Batı ile ilişkilerine onarılması çok zor bir hasar verebilecek olmasıdır. Bu haliyle zaten ilerlemeyen tam üyelik müzakere sürecinin artık karaya oturmuş olduğunu teslim etmekten başka bir seçenek kalmıyor.
***
İlişkinin bu şekilde gitmesi ne Avrupa’nın ne de Türkiye’nin çıkarınadır. Ekonomide büyümenin durduğu, turizmin krizde olduğu bir dönemde herkesle kavga eden, itişen bir ülke görüntüsü, kabul edelim ki, Türkiye’ye yarar sağlamaz. Üstelik kendi bölgesinde büyük belirsizliklerin yaşandığı, sınırların çatırdadığı ve IŞİD gibi bir belanın herkesin başına musallat olduğu bir dönemde Avrupa perspektifinin tümüyle kaybolması, Türkiye’nin uluslararası alandaki hareket yeteneğini ciddi bir şekilde sınırlayabilir. Dolayısıyla Türkiye, bu sorunların yayılmasına yol açabilecek duygusal, fevri adımlardan uzak durmalıdır. Unutmayalım ki, Avrupa’da her şeye rağmen Hollanda gibi düşünmeyen, hareket etmeyen, makul davranan ülkeler de vardır ve son hadiselerden yola çıkarak genel bir Batı, Avrupa aleyhtarlığına yönelmek doğru olmaz.
Evet, Hollanda’ya bu çirkin hareketleri karşısında her şeyi söylemeye hakkımız var ve söyleyeceğiz. Ancak Hollanda’da maruz kalınan ifade ve gösteri özgürlüğü ihlalleri karşısında sesimizi haklı bir şekilde yükseltirken, kendimizle tutarlı olabilmek için bu özgürlükleri sınırlarımızın içinde de aynı şekilde sahiplenmek ve korumak yükümlülüğümüzü de unutmayacağız.
Paylaş