Paylaş
Ardından dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, anlaşmanın onaylanmasına ilişkin kanun tasarısını 9 Şubat 2011 tarihinde TBMM Başkanlığı’na göndermiş. Anlaşmanın TBMM’de onaylandıktan sonra Resmi Gazete’de yayımlandığı tarih 26 Nisan 2011.
Bu ikili anlaşma, 20 Ekim 1998 tarihinde imzalanan ve Suriye’nin PKK’yı desteklememe taahhüdünü üstlendiği ‘Adana Mutabakatı’nda terörle mücadele konusunda girilen işbirliğinin daha da geliştirilmesini öngörüyor.
Bu noktada iki metin arasındaki bir farka dikkat çekelim. Dönemin Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Uğur Ziyal ile Suriye Siyasi Güvenlik (İstihbarat) Başkanı Tümgeneral Adnan Badr el-Hasan’ın imza attıkları ‘Adana Mutabakatı’, hukuki bağlayıcılığı açısından TBMM’de onaylanıp yürürlüğe giren bir anlaşma kategorisinde değil. Bu, yalnızca 1998 yılı sonbaharında Türk ve Suriye hükümetlerinin ortaklaşa yaptıkları bir irade beyanını içeren bir mutabakat metni. Sonrasında bir onay işleminden geçmemiş. Buna karşılık uygulamaya geçildiğinde, o dönemde işbirliği anlamında çok etkili olmuş bir mutabakat.
Ancak yine de 2010 tarihli ikili anlaşma, hukuken Adana Mutabakatı’nın üstünde olan bir metin.
Ayrıca, bu metinlerin yürürlük durumlarına baktığımızda şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor. Bir kere, Adana Mutabakatı ucu açık bir şekilde düzenlenmiş. Süresiyle ilgili hiçbir hüküm içermiyor. Otomatik olarak uzayıp uzamayacağına ilişkin bir hüküm de yok.
Buna karşılık, 2011’de yürürlüğe giren terör anlaşmasına baktığımızda durum farklı. Çünkü, metnin 23’üncü maddesi, anlaşmanın üç yıl yürürlükte kalacağını belirtiyor ve
-taraflardan herhangi biri aksi yönde bir bildirim yapmazsa- her üç yılda bir otomatik üçer yıllığına uzayacağını kayda bağlıyor. Dışişleri Bakanlığı’ndan dün öğrendiğime göre, bu yönde bir bildirim yapılmadığı için anlaşma 2014 ve 2017 yıllarında iki kez kendiliğinden uzamış. Yani, terör anlaşması 2020 ilkbaharına kadar yürürlükte.
Tam bu noktada olayların akışındaki zamanlamada tesadüfi örtüşme de ilginç. İkili anlaşmanın Resmi Gazete’de yayımlanması (26 Nisan 2011) ve ardından yürürlüğe girmesi Suriye’de iç savaşın başladığını gösteren ilk olayların aynı yılın mart ayında patlak vermesinin hemen ertesine rastlıyor. Özellikle 2011 Nisan ayı ve sonrasında Suriye’de muhaliflerin gösterileri dalga dalga büyüyor.
Sonuçta bu anlaşma Türkiye’nin iç savaşta muhalefetten yana taraf olup Esad rejimiyle köprülerin karşılıklı olarak atılması nedeniyle uygulama şansını zaten bulamamıştır. Ancak böyle de olsa, bugün de yürürlüktedir.
İkili anlaşmanın önemli bir-iki maddesinin de altını çizelim. Bunlardan birincisi, anlaşmanın ‘amaç ve kapsamı’ açıklanırken, “PKK ve çeşitli adlar altındaki uzantıları”na çok açık bir şekilde atıf yapılmakla birlikte, genel bir ifadeyle “Tarafların güvenliği ile istikrarını tehdit eden terör ve terör örgütlerine karşı ortak mücadele” gereğinin de vurgulanmasıdır.
Anlaşmanın önem taşıyan bir başka hükmü, “Her bir taraf topraklarında terör eylemleri ve terör örgütleri ile terör örgüt mensuplarına karşı etkin güvenlik tedbirleri alacaktır” taahhüdünü içermesidir. Bu arada, tarafların neleri yapmayacakları da madde madde sıralanmış metinde. “Hiçbir terör örgütünün kamp, eğitim merkezi ve diğer tesisleri kurmasına izin verilmemesi” hükmü bunlardan yalnızca biridir.
PKK vurgusu önemli bir yer tutsa da, ‘karşılıklılık’ yine de anlaşmanın bütününe hâkim olan bakışı yansıtıyor. Dolayısıyla, anlaşma Türkiye’nin PKK ile ilgili beklentilerine karşılık olarak Suriye hükümetinin de -yapacağı yorumla- kendi güvenliğini gerekçe göstererek Türkiye’den bazı adımlar atmasını isteyebilmesine zemin sağlıyor.
Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın geçen cumartesi günü yaptığı açıklama da zaten Şam’ın bu tartışmaya karşılıklılık içinde yaklaştığına işaret ediyor.
Açıklamada ikili anlaşmadan çok doğrudan Adana Mutabakatı’na ve bunun “yeniden canlandırılmasına” vurgu yapılıyor. Ancak burada önem taşıyan nokta, Suriye Dışişleri’nin mutabakatın canlandırılmasını “Türkiye’nin Suriye’deki askerlerini geri çekmesi” ve ayrıca “isyancıları desteklemeye son vermesi” koşullarına bağlamasıdır.
Tabii, Esad rejiminin aldığı bu pozisyon, Rusya lideri Vladimir Putin’in iki ülke arasında başlamasını arzuladığı diyalog sürecinin daha başlangıçta kilitlenmeye aday olduğunu gösteriyor.
Paylaş