Paylaş
Zaten oyuncuların yaptıkları açıklamalara, paylaşımlara baktığımızda takım olarak başarılarını Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümüyle ilişkilendirdiklerini de görüyoruz. Örneğin Zehra Güneş, şampiyonluğun kazanılmasından sonra yaptığı bir paylaşımda “Cumhuriyet’imizin 100. yılı kutlu olsun, Brüksel’den sevgiler” diye yazmış.
Bu arada oyuncuların çoğunun paylaşımlarında sahici bir Atatürk sevgisinin bütün gücüyle kendisini dışa vurduğunu fark etmemek mümkün değil.
*
Cumhuriyet’in bu anlamlı yıldönümü dolayısıyla hangi etkinlikler düzenlenirse düzenlensin, taşıdığı değer ve yüklendiği sembolizm bakımından kadın voleybolcularımızın şampiyonluğunun yeri çok ayrı ve çok yüksek olacaktır.
Bir armağan olmanın oldukça ötesine giden bir anlamı var bu zaferin. Onların şampiyonluğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin içinden çıkıp geldiği dünya ve coğrafya açısından neyi farklı yaptığı ve başardığı sorusu üzerinde herkesi düşünmeye davet ediyor olmalıdır.
Evet, Cumhuriyet’in kuruluşuyla elde edilen kazanımların geniş bir sıralaması yapılabilir, bunların her biri kavramsal bir çerçeve içinde izah edilebilir. Ancak bu kazanımlar arasında bir alan tek başına Cumhuriyet’in başarısını açıklamaya yeterlidir: O da kadını özgürleştirmenin kapısını açmış olmasıdır.
Cumhuriyet, vatandaşı sultanın tebası olmaktan çıkarıp hukuk karşısında eşit haklara sahip vatandaş statüsüne getirirken, kadını da erkeğin tahakkümü altında gören, ona tabi tutan zihniyetten kurtarıp erkeğin eşiti olarak tanımıştır.
*
Kadın milli voleybol takımının oyuncuları Brüksel’de ellerine alıp kaldırdıkları kupayı büyük ölçüde Atatürk’e ve onunla birlikte Cumhuriyet’in kurucularının vizyonlarına, bu vizyonun açtığı kapıya borçlu olduklarını en güçlü şekilde hissediyorlardı.
Onlar da bunun karşılığında kişilikleri, sahadaki mücadele azimleri, kenetlenerek sergiledikleri ortak ruhla bütün Türk kadınları adına dünyaya çok kuvvetli bir mesaj vermiş oldular: Muktediriz, savaşmayı biliyoruz, kazandık, zirvedeyiz...
Tabii, bu mesajın temsil ettiği güçlü kadın gerçekliği, bugün Türkiye’de toplumun azımsanmayacak kesimlerinde hâlâ katledilen, kötü muameleye uğrayan, aşağılanan, ezilen bir kadın gerçekliğini de ortadan kaldırmıyor. Ama buna rağmen şu hayati işlevi görüyor:
Onların başarıları, bu yönüyle aslında bir kesimde kadını hâlâ dışlayan, erkeğin eşiti görmeyen, ikincil bir kimliğe, geri bir toplumsal role iten, korumasız bırakan, hatta bundan haz duyan erkek egemen zihniyete de bir meydan okuyuşu ilan ediyor.
Verdikleri mesajın önemli bir boyutu daha var. Kendi hayatlarına sahip çıkan, sağlam karakterleri olan, kendi kararlarını alabilen, kişiliklerini ortaya koymaktan çekinmeyen, korkmayan kadınlar onlar.
Daha önce de vurguladığımız üzere, başarılarıyla bu erkek egemen zihniyeti filenin üstünden silkeliyorlar bir bakıma.
*
Orhan Bursalı’nın dün Cumhuriyet’te yayımlanan bu konudaki yazısında belirttiği gibi, voleybolcularımız başarılarıyla “ağır baskı altındaki tüm kadınların, tüm kızların başlarına da bir zafer tacı takmış oldular”.
Bu yönüyle spor salonlarından yükselip televizyon ekranları üzerinden yayılan bir ışık dalgasıyla toplumun her kesiminde, her yaştan kadınların, kız çocuklarının zihinlerine, kalplerine büyük bir özgüven duygusu ve umudu yerleştirdiler.
İlerlemeyi, çağdaşlığı muhtelif başka göstergelerin yanı sıra kadının eşitliği, toplumda her türlü ayrımcılıktan uzak tutulması, yaratıcı gücünün seferber edilmesi olarak da anlıyorsak, kadın voleybolcularımız Cumhuriyet modernleşmesinin bu alanda yarattığı farkı, bir kez daha olabilecek en etkili bir şekilde ortaya koymuştur.
Onların kaydettiği bu büyük başarı, yaydıkları hayat enerjisi, canlılık en karamsar olanlarımızı bile Türkiye’nin geleceği konusunda her şeye rağmen iyimserliğe sevk etmiş olmalıdır. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır.
Paylaş