Erdoğan’ın musafaha ve Osmanlı tokadı doktrini

GEÇEN haftanın en önemli hadiselerinden biri, Türkiye’nin ilişkilerinin büyük bir belirsizlik içinde seyretmekte olduğu Batı dünyasının iki önemli ülkesiyle sürpriz bir normalleşmeye girmesi oldu.

Haberin Devamı

ABD ile tehlikeli bir tırmanma içine girmiş olan ilişkiler birden ortaya çıkan yoğun temasların ardından bu ülkenin Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Ankara’ya yaptığı ziyaretle birlikte yeniden rayına oturtulmaya çalışıldı. Keza Başbakan Binali Yıldırım’ın Berlin’de Şansölye Angela Merkel ile yaptığı görüşme de Almanya ile benzer bir düzelme sürecinin en azından kapısını aralamış oldu.

Bu gelişmeler en başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Ankara’daki karar vericilerin Batı ile ilişkilerde bir kopmayı göze almak istemediklerini, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen kimsenin köprüleri yakmaktan yana olmadığını gösteriyor. Batı cephesindeki karar vericilerin de aynı değerlendirmeyi yaptıkları aşikâr.

Sonuçta ilişkiler uçurumun kenarına gelip dayansa da, o tehlikeli noktada karşılıklı çıkarların ağır basması ve gösterilen esnekliklerle uçurumdan aşağı düşme ihtimali bir şekilde önlenmiş oluyor.

***

Haberin Devamı

Bu normalleşme perspektifinin izlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söyleminde de görmek mümkün. Ancak özne Erdoğan olduğunda, bütün yumuşamaya karşılık bu ton değişikliği yine de sert dokunuşlarla birlikte ortaya konuyor.

Burada karşımıza çıkan kavramlardan biri ‘musafaha’, yani uzatılan eli sıkma, tokalaşma... Musafaha, Erdoğan’ın geçen perşembe günü ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile yaptığı uzun görüşmeden sonra cumartesi günü partisinin Afyon il kongresinde kullandığı kavramdı. Erdoğan, dış politikanın mutlak dostluk ya da mutlak düşmanlık değil ortak çıkarlar üzerine bina edilmesi gerektiğini vurguladıktan sonra “Bizimle ortak bir geleceğe yürümek isteyenlere musafaha için ellerimiz daima açıktır” dedi.

Bir sonraki cümlede musafahada dostluk için uzanan elin işlevi birden farklılaştı: “Geleceğimizi karartmak isteyenlere ise aynı ellerin yumruk olup, tokat olup inmesi kaçınılmazdır.”

Bu bağlamda özellikle “Osmanlı tokadı”kavramının Cumhurbaşkanı’nın son dönemdeki resmi söyleminin giderek ayrılmaz bir parçası haline geldiğini de söyleyebiliriz. Bu yalnızca Afrin’de YPG’ye dönük askeri harekât anlamında değil, ama geçmişin yüceltilmesi bağlamında da karşımıza çıkıyor. Örneğin dün Erdoğan partisinin grup toplantısındaki konuşmasında ‘Osmanlı tokadı’nı Çanakkale ve Kut’ül Amare savaşları bağlamında hatırlattı.

***

Haberin Devamı

Bu arada Erdoğan’ın ABD’ye elini uzatmakla birlikte, PKK’nın uzantısı olan YPG’ye verdiği destek nedeniyle bu ülkeye duyduğu kızgınlığın kolay kolay geçmeyeceği anlaşılıyor. Örneğin dünkü konuşmasında “Terör örgütlerinin kamplarında görüntü veren, destekleyici açıklama yapan meşru bir ülkenin askerleri, diplomatları, sivil görevlileri” derken herhalde öncelikle kastettiği ülke ABD olmalıydı. Bu ifade hemen akla YPG’lilerle el sıkışan Amerikalı generallerin ya da ABD Başkan Özel Temsilcisi’nin görüntülerini getiriyor.

Ayrıca, terör örgütünün (YPG) de kendi kimliğini (PKK) inkâr etmediğini hatırlatan Erdoğan’ın dünkü şu sözleri de yine oldukça sert çizgiler taşıyordu:

Haberin Devamı

Adeta bir ortaoyununa, tiyatro müsameresine dönen bu rezilliği bitirmek yerine daha ileriye taşıyanlar kimseye değil sadece kendi itibarlarına darbe vurduklarını bilmelidirler. Bu gidişle dünya üzerinde böylesine ikiyüzlü, yalancı, düzenbaz bir ülkeye güvenip de yol yürüyecek, ortak politika izleyecek devlet kalır mı bilemiyoruz.”

***

Bu arada Erdoğan, bu ‘ikili dil’i kullanırken, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Suriye’nin kuzeyinde izleyeceği stratejiye de açıklık getirdi:

Fırat Kalkanı harekâtından sonra teröristlerden arındırdığımız bölge, hem bizim hem oranın asli sahipleri için huzur ve güven ikliminin hâkim olduğu yer haline geldi. Dikkat ederseniz bu harekâttan sonra ülkemizin içindeki DEAŞ kaynaklı saldırılar da adeta ortadan kalktı. Afrin’de, İdlibde de, Münbiç’te de aynısı olacaktır. Tel Abyad’dan Kamışlı’ya kadar sınırlarımız boyunca her yerde aynısı olacaktır. Hem oralardaki kardeşlerimizin geleceği hem de kendi güvenliğimiz için tek bir terörist kalmayıncaya kadar, şu veya bu şehirle sınırlı olmaksızın bölgenin tamamındaki mücadelemiz sürecektir.”

Haberin Devamı

Bu sözlerden yola çıkarak, Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca uzanan coğrafyada -gerekli gördüğünde- Fırat’ın doğusuna da geçerek, askeri açıdan müdahalede bulunacağı bir güvenlik doktrinine yöneldiğini söyleyebiliriz.

Yazarın Tüm Yazıları