Paylaş
Çünkü kendisinin söyledikleri, yaz boyunca ABD ile yaşanan kriz sırasında başvurduğu “Amerika bak...” diye başlayan, “Men dakka dukka...” diye devam eden sert söylemin bir hayli dışında.
Aksine Cumhurbaşkanı Erdoğan, artık her vesileyle “ABD ile stratejik ortaklığa” sahip çıkıyor, bu ortaklığın değerini vurguluyor, “Bugüne kadar pek çok badireyi atlatan stratejik ortaklığımız bu çalkantılı dönemin de üstesinden gelecektir” diye yapıcı bir üslupla konuşuyor.
Bu arada, “Kimi hususlarda belli bir anlayış birliğine varsak da...” deyip, anlayış birliğinin dışında kalan çözümü zor sorunlar arasında FETÖ ile PYD-YPG başlıklarını göstermesi, rahip Andrew Brunson meselesinin yakında aşılacağı yolundaki beklentileri güçlendiriyor.
*
Erdoğan’ın Almanya karşısındaki dili bundan çok farklı değil. Unutmayalım ki, geçen yıl Türkiye’nin bu ülkeyle de ilişkileri ciddi bir soğukluğun içine girmişti. Angela Merkel’in başında olduğu hükümetin Almanya’da AK Parti mitinglerine izin vermemesi yönündeki tasarrufu için Erdoğan’ın “Nazi uygulamaları” benzetmesini yapması, ilişkilerdeki kötüleşmeye damgasını vuran bir hadise olmuştu.
Oysa bir buçuk yıl sonra bu kez “Türkiye-Almanya ilişkilerini o eski sıcak dönemine yeniden taşımak istiyoruz” diyen bir Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemiyle karşılaşıyoruz. Örnek vermek gerekirse, dün Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde yayımlanan yazısında şöyle diyor:
“Türkiye ve Almanya’nın anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakarak ilişkilerinde yeni bir sayfa açması ve ortak çıkarlarına odaklanması, son dönemde dünyada ortaya çıkan dramatik gelişmeler nedeniyle iki taraf açısından da zaruridir”.
*
Batı dünyasının en önemli iki aktörüne verdiği mesajların yanı sıra, Erdoğan’ın açıklamalarında ekonomi bağlamında kuvvetli bir reform vurgusu da dikkat çekiyor.
Cumhurbaşkanı, partisinin 16 yıllık ekonomik başarılarının, örneğin bu süre zarfında gerçekleşen 200 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımının izlenen reformların bir sonucu olduğunu belirtiyor.
Kabul edelim ki, buradaki adres, bizi AK Parti’nin ilk dönemde yalnızca ekonomiyle sınırlı kalmayan, AB’ye tam üyelik perspektifi altında hukuk ve siyaset alanlarındaki adımlarla da desteklenen toplu reform sürecine götürüyor.
Erdoğan, ayrıca “öngörülebilirliğin artmasına ve şeffaf bir yatırım ortamının tesis edilmesine önem verdiklerini” söylüyor. Hedef öngörülebilirliği sağlamaksa, güven yaratan bir yargının bu açıdan vazgeçilmez olduğunu hatırlatmakla yetinelim.
*
Sonuçta, ABD ve Almanya ile ilişkileri yumuşatmak, her iki cephede de yeni bir başlangıç yapmak isteyen, aynı zamanda AK Parti’nin eski reform dilini yeniden sahiplenen bir Erdoğan var karşımızda. Peki bunu nasıl anlamalıyız?
Bu değişikliğin birinci nedeni, muhtemelen Türk ekonomisinin içinden geçmekte olduğu türbülansla yakından ilgilidir. Erdoğan, uluslararası finans sistemini de büyük ölçüde içine alan Batı dünyası ile çatıştığı sürece ekonominin bu sarsıntıdan çıkmasının kolay olmayacağı kanaatine varmış olmalıdır.
Bu durum, Türk ekonomisinde çarkın döndürülebilmesi için ciddi kaynak ihtiyacının bulunduğu, buna karşılık dünya ekonomisinde bir zamanlar geçerli olan para bolluğunun ortadan kalktığı bir dönemde özellikle geçerlidir.
*
Çok muhtemelen şu neden de rol oynuyor Erdoğan’ın yeni arayışında. Türkiye’nin hem ABD hem de AB ile arasının soğuk olması, dış politikada Türkiye’yi Rusya karşısında elinde kuvvetli bir koz olmadan açık pozisyona düşürüp, Türk dış politikasının dengeli bir zeminde yürütülebilmesini engelliyor. ABD ve Almanya ile ilişkilerin düzelmesi, dış politikaya getireceği hareket serbestisi ile Türkiye’nin Rusya karşısında pazarlık gücünü arttıracak, bu ülkeye bağımlı bir duruma düşmekten koruyacaktır.
Gelgelelim, Batı ile yeni bir beyaz sayfa açmanın, dış dünya ile açılım sürecini hızlandırmanın olmazsa olmaz bir koşulu var. Batı dünyasıyla ilişkilerdeki problemli dosyaların başında Türkiye’de demokrasi, hukuk, hak ihlalleri gibi alanlarda yaşanan sorunlar geliyor. Erdoğan’ın
Batı dünyasıyla bir yumuşama sağlayabilmesi için, bu sorunların üzerine gidileceği konusunda yeni bir iradenin ortaya konması, bu doğrultuda içte de bazı yumuşama adımlarının atılması şarttır.
Özetle, hem Osman Kavala’yı iddianame bile olmadan bir yıl hapiste tutmak, hem de Batı ile yeni bir bahar havasına girmek üzere yola çıkmak çok örtüşen durumlar değil.
Paylaş