Paylaş
Askeri seçeneğin önünü kapatan, can kayıplarını önleyen bir gelişme olarak Soçi mutabakatı, bütün dünyada bir rahatlama yaratmıştır. Bu sonucun bir uçta ABD yönetimi, diğer uçta Esad rejimi hükümeti tarafından olumlu karşılanmış olması uluslararası alanda ender görülecek bir konsensüse işaret ediyor.
Bu ferahlamanın Türkiye ile Rusya’nın işbirliğiyle şekillenmesi, her iki ülkeyi de dünya politikasında yüksek bir zemine çıkartmıştır. Tahran zirvesinde de görüldüğü gibi ateşkes konusunda ısrarın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldiği dikkate alındığında, Rusya’nın bu pozisyona gelmesinin büyük ölçüde Türkiye’nin baskısının sonucu olduğu teslim edilmelidir.
Muhtemelen Rusya, Tahran zirvesi sırasında Türkiye’nin kararlılığını test etmiş, ne kadar geriletebileceğini ölçmeye çalışmıştır. Ayrıca, Rusya-Esad rejimi ikilisinin İdlib’de topyekûn bir harekâta girişmesini beklemek çok gerçekçi değildi. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri İdlib bölgesinde 12 askeri gözlem noktası tuttuğu için, böyle bir hareket doğrudan Türkiye’yi de kaotik bir savaş ortamının içine çekebilirdi. Gerçekleşseydi, muhtemelen kademeli bir askeri harekât söz konusu olurdu.
Sonuçta Rusya lideri Vladimir Putin, varılan mutabakatla bir taraftan Türkiye ile ilişkilere özen gösterdiğini ortaya koymuş, diğer taraftan uluslararası alanda sorun çözücü, barışı gözeten bir lider imajı çizmiştir.
*
Varılan noktada kârlı çıkan taraflardan biri silahlı Suriye muhalefetidir. Rejim ile kendi kontrolündeki bölgeleri ayıran silahsızlandırma hattında ağır silahlarından vazgeçecek olmasına karşılık, muhalefet, Rusya’nın hava bombardımanı ile desteklenecek kuvvetli bir saldırı ihtimalinden kendisini koruyabilmiştir. Bir bu kadar önemlisi, kendisini El Nusra çizgisindeki Heyet Tahrir’üş Şam’dan (HTŞ) ayrıştırarak Suriye denkleminde, bu ülkenin geleceğinde bir aktör olduğunu bir şekilde tescil edebilmiştir.
Soçi mutabakatının en kritik sonuçlarından biri, Astana mutabakatında tanımlanan İdlib ‘gerilimi düşürme bölgesi’nin kalıcılaşmış olmasıdır. Astana’da toplam dört çatışmasızlık bölgesi için mutabakata varılmıştı. İdlib dışındaki diğer üçü Doğu Guta, Dara ve Humus’u kapsıyordu. Ancak bu üç çatışmasızlık bölgesi de geçen bir yıl zarfında Rusya’nın hava bombardımanı desteğinde Esad rejiminin bu yerleşimleri kuşatma altına alarak dayattığı uzlaşı/tasfiye anlaşmalarıyla fiilen sona erdirilmişti. Buna karşılık dördüncü çatışmasızlık bölgesi, Soçi anlaşmasının gösterdiği üzere İdlib’de görülebilir bir gelecek için sabitlenmiş bulunuyor.
İdlib’deki bu yöneliş neye yol açacak? Ülkenin batı coğrafyasında kaybettiği toprakların çok büyük bir bölümünü muhalefetten geri alan Esad rejiminin, İdlib söz konusu olduğunda en azından yakın gelecekte egemenliğini burada hemen tesis edemeyeceği gerçeği ile barışık hale gelmesi gerekiyor. Bütün bu gelişmeler, Suriye’ye yeni bir anayasa üzerinden bulanacak nihai çözümde muhalefetin çekildiği son alan olan İdlib (ve Fırat Kalkanı-Afrin bölgeleri) için muhalefeti koruma altına alan bir statünün şekillenmesi gerektiğini haber veriyor.
*
Anlaşmanın uygulanabilmesinin en kritik yönü, HTŞ faktöründe düğümleniyor. Özellikle silahsızlanma bölgesinin hayata geçirilebilmesi, HTŞ’nin bu hattan çekilmesi ve ağır silahlarını devretmesiyle mümkün. Bunun için de HTŞ’nin işbirliğine çekilmesi gerekiyor. Ancak Ankara’nın da belli sondajlara dayanan bazı kabullerle yola çıktığı tahmin edilebilir. Her halukârda, Milli İstihbarat Teşkilatı’nı İdlib’de sahada zorlu bir mesainin beklediğini söylemek gerekiyor.
Ve nihayet rejimin kontrolündeki Halep’i Lazkiye’ye ve Hama üzerinden Şam’a bağlayan otoyolların bu yıl sonuna kadar transit geçişe açılması rejimi kısmen rahatlatacak bir adım olarak gözüküyor. Söz konusu otoyollar İdlib’deki muhalefet bölgesinden geçtiği için Halep’in bu şehirlerle doğrudan bağlantısı kesintiye uğramıştı. Otoyolların açılmasına dönük önerilerin Türkiye’den gelmiş olması, Ankara ile Şam arasında adı konmamış bir normalleşme sürecinin de ateşleyicisi olabilir.
Bütün hepsi birlikte değerlendirildiğinde, Soçi mutabakatı, muhtemel bir göç dalgası ve insani bir felaketi önleyen, nihai çözüm arayışlarında herkese zaman kazandıran yönleriyle mevcut koşullarda Suriye sorununun çözümüne değerli bir katkıdır.
Paylaş