Paylaş
Erdoğan, Samsun’da katıldığı TEKNOFEST etkinliğindeki hitabında, Yunanistan karşısında son dönemdeki hareketleri nedeniyle oldukça sert bir söyleme başvurmuş, “Ey Yunan, bak tarihe bak, tarihe dön. Çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur, ağır. Yunanistan’a bizim tek cümlemiz var, İzmir’i unutma...” diye konuşmuştur.
Ancak konuşmasının en çok dikkat çeken ve Yunanistan ve Batılı merkezlerde gürültü koparan bölümü sona doğru adalara da değindiği şu iki cümledir:
“Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz...”
*
Önce Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerindeki “işgal” kısmına bakalım. Ege’deki adaların Yunanistan tarafından “işgal edildiği” şeklindeki bir görüşün resmi düzeyde dile getirilmesi pek karşılaşılan bir durum değil.
Öncelikle, Ege’de Yunanistan’a ait olan adaların egemenliği üzerinde iki ülke arasında bir mesele yoktur. Türkiye’nin itiraz ettiği, bunlar arasında 1923 tarihli Lozan Antlaşması ve 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması ile silahsızlandırılmış statüde olmaları öngörülen adaların Yunanistan tarafından buna aykırı bir şekilde silahlandırılmış olmasıdır.
Yakın dönemde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bu adaların silahlandırılmasının bir “ihlal” olduğunu belirterek, “bu ihlal giderilmezse adaların egemenliklerinin tartışılacağı” tezini dillendirmeye başlamıştır. Ancak bu formülasyonda da adaların işgal edildiği gibi bir tespit yer almıyor.
*
Yoksa Erdoğan, “işgal” derken adaları değil de statüsü belirsizlik gösteren, daha doğrusu uluslararası sözleşmelerle tanımlanmamış olan adacık ve kayalık şeklindeki formasyonları mı kastediyor?
Evet, çoğu insan yerleşimine de uygun olmayan bu formasyonların aidiyeti Türkiye ile Yunanistan arasında ciddi bir anlaşmazlık konusudur.
Bu adacık ve kayalıklar meselesi, geçmişte 1996 yılında yaşanan tehlikeli krizden de hatırlanacağı gibi, Türkiye ile Yunanistan’ı, Bodrum yarımadasının hemen karşısındaki Kardak Kayalıkları üzerinde neredeyse bir savaşın eşiğine getirmişti.
Buradaki temel güçlüklerden biri, adacık ve kayalıkların statüsünün büyük ölçüde gri bir alana düşmesinden kaynaklanıyor. Ancak Yunanistan’ın bunlar üzerinde egemenlik iddiasında bulunduğu, bunların bazılarına bayrak çektiği de bir vakadır. Hatta geçmişte bazılarına deniz feneri koymuş olmasını bile egemenlik iddiasına dayanak olarak kullanıyor.
Ancak böyle de olsa, Türkiye, her seferinde bunların statüsünün de iki ülke arasında yapılacak müzakerelerle çözüme kavuşturulmasını talep edegelmiştir.
Yine de Cumhurbaşkanı adaları değil de adacık ve kayalıkların durumunu ve Yunanistan’ın bunlar üzerindeki hak iddialarını ve bu yöndeki bazı tasarruflarını kastediyorsa, o takdirde meselenin bu şekilde adı konarak telaffuz edilmesi gerekir.
*
Buraya kadar anlattıklarımız meselenin sadece bir yönüdür. Eğer adacık ve kayalıklar kastedildiyse, bu keyfiyet de sorunu ortadan kaldırmıyor. Bunun nedeni, hangi spesifik sorunla ilgili olarak söylerse söylesin, Erdoğan’ın “Gereğini yaparız” ve “Bir gece ansızın gelebiliriz” şeklindeki ifadelerinin uluslararası kamuoyunda doğrudan askeri bir harekât niyeti ile ilişkilendirilerek, bu yönde bir algı yaratacak olmasıdır.
Erdoğan, dün gerek Saraybosna’ya hareket etmeden önce gerek buraya ayak bastıktan sonra yaptığı açıklamalarda Yunanistan konusu sorulduğunda “işgal” sözcüğünü bu kez telaffuz etmemiş, meseleyi daha çok Yunanistan’ın Türk savaş uçaklarına dönük radar kilitlemeleri şeklinde takdim etmiştir. Buna karşılık “Bir gece ansızın gelebiliriz” söylemini ısrarla tekrarlamıştır. Bu ifadenin bir kalıp halinde yerleştiği gözleniyor Cumhurbaşkanı’nın söyleminde.
Erdoğan’ın burada, başka saiklerin yanı sıra, taktik olarak bu ay New York’ta Birleşmiş Milletler’de Batılı liderlerle yapacağı görüşmeler öncesinde Yunanistan dosyası üzerinde elini güçlendirmek, bu dosyaya onların dikkatini çekmek için başvurmuş olduğu da düşünülebilir.
*
Hangi nedenle olursa olsun, bu söylemin çok muhtemel bir sonucu, Yunanistan’ın kendisini Batı’da Türkiye’nin açık tehditlerine maruz kalan, her an saldırıya uğrayabilecek mağdur bir ülke olarak gösterme, bu algıyı yerleştirme yönünde bir kampanyaya girişecek olmasıdır. Daha doğrusu kampanya zaten büyük bir süratle başlamış bulunuyor.
Unutmayalım ki Yunanistan, zaten uzun bir zamandır bütün stratejisini Türkiye’ye karşı ABD ve Avrupa Birliği’ni kendi yanına çekmek, onlarla aynı cephe üzerinden hareket ederek Türkiye’yi geriletmek hedefi üzerine kurmuştur. Bu yönde çok ciddi bir mesafe kat ettiği de aşikârdır.
Son çıkışın yol açabileceği bir sonuç Yunanistan’ın bu stratejisini daha da tahkim edebilmesi ihtimalidir. Bu yönüyle, aslında içine girdiğimiz kısırdöngü sarmalı daha da kötüye gidebilir ve sonuçta Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşma yönelişi yeni bir ivme kazanabilir. Oysa Yunanistan’ın bu niyetlerini okuyup bunu boşa çıkartacak hamleler gerekmez mi?
Türkiye’nin Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail gibi bölge ülkeleriyle ilişkilerini onarmak için büyük çaba sarf ettiği, buna öncelik verdiği, hatta Suriye ile normalleşmeyi düşündüğü bir dönemde, Batı ile ilişkilerin bir türlü benzer bir öncelik almaması düşündürücüdür.
*
Kuşkusuz, Türkiye, Yunanistan’ın hukuki statüsü tartışmalı adacık ve kayalıklar üzerindeki hak iddiasını hiçbir şekilde kabullenemez. Benzer şekilde, Yunanistan’ın Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki askeri uçuşlarına artan ölçüde radar kilitlemeleri şeklindeki tacizleri de kabul edilemez. Yunanistan’ın Girit’teki S-300’ler üzerinden yaptığı radar kilitlemesi hadisesi de dahil olmak üzere Türkiye’ye karşı bilinçli bir şekilde tırmanmaya gittiği bir vakadır.
Buradaki meselenin önemli bir boyutu, Türkiye’nin Yunanistan’a vereceği karşılığın nasıl bir içerikle ve nasıl bir üslupla ortaya konacağı sorusudur. Kullanılan söylemde Türkiye’nin Yunanistan’la müzakereler yoluyla, diyalogla çözümü arzuladığı yolundaki barışçı mesajının silikleşmemesi şarttır. Haklı bir tutumu savunurken haksız duruma düşmemek, daha doğrusu bu şekilde algılanmamak da gerekiyor.
Gerek sahadaki hareketler gerek başvurulan resmi söylemlerin sertleşmesiyle birlikte Türk-Yunan ilişkilerinde belirgin bir türbülansın içine girilmiştir. Üstelik iki ülkede de önümüzdeki yaz yapılacak seçimlere doğru yol alınıyor. Türk-Yunan ilişkilerinin yönetimi her zamankinden daha hassas, daha kritik bir nitelik kazanıyor. Sağduyunun eninde sonunda ağır basması hepimizin ortak dileği olmalıdır.
Paylaş